Sümbül der ki boynum uzun
Yapraklarım düzüm düzüm
Beni ak gerdana dizin
Benden âlâ çiçek var mı?
Her sabah oturma odasına girdiğimde sümbül kokusu karşılıyor beni, uçucu bir nefes gibi, hafif ama çarpıcı. Sanal market siparişi verirken istemiştim bu arkadaşı, tomurcuk halinde geldi. Ne renk olacağını bilmeden aldım yani. Mor bekliyordum ama fotoğraftakinden de değişik bir fuşya çıktı. Pembenin tonlarını görmüştüm ama bu renkle ilk kez karşılaştım. Renk nefis, koku da öyle, yalnız bir şikayetim var kendisinden. Aynı yukarıdaki dizelerde yazdığı gibi boynu uzun arkadaşın, o kadar uzun ve o kadar ince ki, o koca kafayı taşıyamıyor. Akşam dimdik bıraktığım sümbülü sabah eğilmiş saksısıyla muhabbet ederken buluyorum. Çareyi bir çubukla destek atmakta buldum ama o da olmadı, güneşe yönelip çubuktan ayrılıyor, yine eğiliyor yere. Bağladım çubuğa sonunda, güzel, iki gün bozmadı pozisyonunu ama sabah baktım yine yerlerde. Neden? Çünkü o uzun boyun biraz daha uzamış ve ipi de kendiyle taşımış. "Sabrımı taşırma, alırım ayağımın altına" dedim, bakalım söz dinleyecek mi?
Pandemiyle geçen ve eve kapatan iki yılın hıncını bu bahar önüme gelen çiçeği, böceği severek, taşıyabileceğimi eve taşıyarak alıyorum. Çuha çiçekleri, şakayıklar, anemonlar, nergisler, fulyalar, frezyalar taşıdım eve, bir tek leylak yok canına yandığım. Ama arkadaşlarım sağolsun, aslını yollayamasalar da suretini gönderiyorlar:
Bunlar bu yıl gördüğüm ilk leylaklar, taa Fethiye'den yolladı arkadaşım, bahçesinden. Kendini bulamayınca resmini sevdim. Allahını seven üstüme leylak atsın, varsa bahçenizde, sokağınızda bir zahmet çekin çekin yollayın arkadaşlar, bu fakir sevinsin.
Dışarda hummalı bir faaliyet var. Üst katımıza yeni kiracı geliyor, eşyaları asansörlü kamyonla taşınıyor. Apartmanımız aile apartmanı gibiydi, yarısı aileye aitti ve herkes ev sahibiydi. Zamanla kimi sattı, kimi kiraya verip taşındı. Üst katımızdaki ev sahibi aile ile bir türlü anlaşamadık. Yıllarca bezdirdiler beni, gürültüleriyle, balkondan çırptıkları halılarla, yiyip attıkları çekirdek kabuklarıyla, silkeledikleri yemek artıklarıyla, hepsinde öte ergen oğullarının apartmana verdikleri zararla. Sonunda "Hadi gel köyümüze geri dönelim" dediler ve gittiler. Rahat bir nefes alacağız sandık ama daha beter oldu. Bir öğrenci grubu geldi, öbür öğrenci grubu gitti. Üst katta adeta bir yurt havası, gelen giden belirsiz. Sabahlara kadar bitmeyen gürültü, son perdeden müzik sesleri, bir grup Ankaralı gencin geceyarısı verdiği Misket, Fidayda partisi, evde biriktirilen dağ gibi çöplerin kokusu, faturası ödenmediği için kesilen suyun onlar evde yokken açılması ve açık kalan musluktan bizim evi su basması, tavandan, elektrik buvatlarından fışkıran sular, üstüne üstlük evde kimse olmadığı için o pisliği çıkıp bizim temizlememiz, daha neler neler. Öğrencilik yıllarımda pek çok arkadaşımın evine girdim çıktım, tamam pistiler, dağınıktılar ama ben bir dönem oturanlarınki gibisine rastlamadım, bir daha da rastlamam herhalde. Kocaman bir antresi vardır bizim dairelerin, o antre inanmayacaksınız belki ama tavana kadar çöp yığılıydı. Torbalara doldurup doldurup antrede ve balkonda biriktirmişler çöplerini. Simyacı mıydılar neydiler, çöpten altın yapmayı mı umuyorlardı bilmiyorum. Evin içi bir karış suyla dolu iken mecburen o çöpleri 4. kattan biz taşıdık, sonra da yerleri silip temizledik. Çamurlu postalları yatağın içinde, tuvalet umumi apteshaneden bin beter, böyle bir pislik görülmemiştir. Ailelerine telefon ettim, "kolera olacak çocuklarınız, gelin bir bakın" dedim, umurlarında bile olmadı. Sonunda kirayı ödemediler de evsahibi tekme tokat attı evden, biz de rahat bir nefes aldık. Bu sefer uzun bir süreden sonra ilk kez bir aile taşınıyor ve çok seviniyorum. Yaşını başını almış bir karı koca, adamcağız usta imiş, epey uğraştı evi adam etmek için ama nasıl becerdi, becerebildi mi bilmiyorum, zira ev ev olmaktan çıkmış, ahırdan bir tık üstteydi. Umarım huzur buluruz artık.
Arka arkaya iki güzel kitap okudum, biri Oya Baydar'ın son kitabı "Yazarlarevi Cinayeti" idi. Marmara Adası'nda geçiyor, malum Oya Baydar'ın da orada yazlığı var, hatta geçen yıl yayınlanan "80 Yaş, Zor Zamanlar Günlükleri"ni de orada yazmıştı, okuyanlar bilir. Bu kitaptan önce Oktay Rifat'ın oğlu Samih Rifat'ın çocukluğunun tatillerini geçirdiği Marmara Adası'nı anlatan "Ada" isimli kitabını okumuştum. Pastoral, şiirli bir dili vardı, sevmiştim, anılarını dile getirmişti. Tesadüf "Yazarlarevi"nin ilk sayfalarında bukitabın adı geçti. Böyle rastlantıları seviyorum, kitabı da sevdim, Oya Baydar'n yazım dilini özlemişim. Ardından Ayizi Yayınevi aracılığı ile tanıştığım Aysun Kara'nın "Dünya'nın Orta Yeri" isimli şahane romanını okudum, çok çok sevdim. İnsanda Ayvalığa yerleşme arzusu uyandıran şiir gibi bir kitap olmuş. Dilerim okuyucusu bol olur.
Ve "Uysallar" dizisi. Tereddütle başladım, absürd şeylerden, fantastik yapımlardan pek hoşlanmam çünkü ama bunu izledikçe sevdim. Son derece derinlemesine analizler yapılmış aile ve çevresindekiler üstüne. Ana rollerdeki Öner Erkan, Songül Öden, Uğur Yücel, Haluk Bilginer ve son zamanlarda hayranlıkla izlediğim Nezaket Erden de şahane oynamışlar rollerini. Öner Erkan'ın punk kostümlerine aldanıp saçma sapan bir şey izleyeceğinizi düşünmeyin, izleyin derim.
Evet yine çenem-pardon klavyem-düştü, tamam kesiyorum. Zaten yürüyüşe gideceğim. Kalın sağlıcakla. Perşembeniz güzel, Cumanız daha da güzel olsun...
Canım Oya Baydar'a dün başladım ben de. zor bir günün ortasında nefes aldırdı bana sağolsun. özlemişim romanlarını. marmara adası sevgili Aydın Engin'in de dilinden düşmezdi, pek severdi. Şimdi Oya hanım'a da zor olacak onsuz adaya gitmek...
YanıtlaSilbu akşam her şey yolunda giderse ben de ablam ve annemle başlayacağım Uysallar'a.
bahar şahane bir mevsim. her bahar dalını, açmış çiçeği gördüğümde dilime sezen takıılıyor "hey kuru dallara can veren Allahım" diye :)
Oya Baydar'ı ilk kez duydum, not alıyorum. Üst katta olanları okuduktan sonra bende bir ailenin taşınıyor olmasına sevindim. Okurken bile içime fenalık bastı, kim bilir siz yaşarken neler çektiniz.
YanıtlaSilUysallar'ı herkes pek bir övdü başlayacağım sanırım.