Havalar biraz ısındı ya, pandemi ve diz sorunları yüzünden iki yıldır sokağa çıkamamanın, baharı, çiçeği, kuşu, böceği atlamanın hıncını alır gibi fırsat buldukça atıyorum kendimi dışarı, doğada ne hoşluk bulursam önce içime, sonra fotoğrafa çekiyorum.
Geçen hafta Yat Limanı'nın koydum kafaya, uzun zamandır inmemiştim. Gürültücü bir turist kalabalığıyla bindik asansöre, çok sürmedi aşağıdaydık. Eskiden ya kıvrımlı yokuştan, ya Kaleiçi'nin dar sokaklarından ya da 40 Merdiven denen merdivenlerden inerek ulaşırdık, haliyle epey yorucu olurdu. Hele sonuncusu, çook eski yıllardan kalma bir merdivendir, basamakların arası o kadar yüksektir ki yarı yolda kesilir insan, sanırım eski insanların bacakları iki metre falanmış. Birkaç yıldır Kaleiçi keyfi düşünmüyorsak asansörle şıp diye ulaşıyoruz.
Yat Limanı'nda en sevdiğim yapılardan biri, altıgen konumu, kısacık, tıknaz minaresi ile yüzük taşı zerafetindeki İskele Camii'dir. Antalya'ya ilk geldiğimiz yıllarda daha bakımsız ama sanki daha doğal ve güzeldi, tam ortasında bir kaynak vardı, hala var mı bilmiyorum, restorasyon sonrası girip bakmadım:
Kıbrıs akasyasız Yat Limanı olur mu hiç? Biz eskiden buraya İskele derdik, hatta 1975'de ilk kez kamp için Antalya'ya geldiğimizde yalnız başımıza inmememiz için tembihlenmiştik, pek tekin değildi sanırım. Sonraları Güney Antalya projesi kapsamında esaslı bir restorasyondan geçti, İskele Yat Limanı oldu, görünümü de hayli şık ve modern bir hale geldi.
Hava limonata gibiydi, teknelerin, tur için çığırtkanlık yapan görevlilerin, kale surlarının arasından geçip Mermerli'ye çıktık. Canım Mendirek'te bir yürüyüş çekti ama çok kalabalık ve rüzgarlı idi vaz geçtim. İki metre bacaklı insanlar için yapılmış merdivenleri zor bela tırmanıp Mermerli'nin Liman'a nazır masalarından birine yerleştik.
Minyatür Mermerli Plajı turist doluydu, çoğunluk güneşlense de denize girenler de yok değildi. Onlar yüzedursun biz panoramik manzaraya karşı günün keyfini çıkardık.
"Alışmış kudurmuştan beterdir" derler. Sokağa çıkınca evde durmak, evde fazla durunca da sokağa çıkmak istemiyor insan. Lakin hava güzel olunca elbette sokak tercih sebebi idi, geçen haftadan ertelenmiş bir organizasyonumuz vardı. Hemen onun planlarını yaptım ve ertesi gün dört arkadaş buluşmak üzere sözleştik. Arabası olan arkadaşımız bizleri topladı ve bu defa çok çok daha uzun bir zamandır gitmediğim Fener Parkı'na doğru yol aldık.
Çocuklar küçükken bu parkta akşam piknikleri yapardık birkaç aile buluşup. Ipıssız bir yerdi, ne bir cafe, ne bir lokanta. Birkaç piknik masası, bir de kendi halinde ufak tefek bir deniz feneri. Sonraları piknikten mi bıktık, başka mekanları mı tercih ettik, hayat gailesi mi etkiledi nedir, uzun süre gelmedik bu tarafa. Arada bir Düden Çayı'nın denize döküldüğü yerde düzenleneN parka konuklarımızı getiriyorduk o kadar. Yani son halini görmeyeli yıllar olmuştu, Fener'i görünce şaşırdım. Yanına bir lokanta konuşlanmış, Fener şık giysiler içinde sosyeteye karışmış 😃 Ve inanın ilk kez adını öğrendim; "Bababurnu Feneri" imiş. Ben Baba Burnu'nu Anadolu'nun en batı noktası olarak bilirdim ve Çanakkale'de olduğunu da coğrafya derslerinde öğrenmiştik, gidip görmüşlüğüm yoktu. Demek ki bizim de bir Baba Burnu'muz varmış. Hem de fenerli, menerli 😃
Fener'in de içinde olduğu parktaki cafenin işletmesi Belediye'ye aitmiş, iyi ki de öyleymiş, fiyatlar oldukça makuldü. Çok kalabalıktı, son anda kalkan birilerinin yerine oturabildik. Bunca zaman sonra arkadaşlarla birlikte olmak hepimize o kadar iyi geldi ki anlatamam. Yeterince oturduğumuza kanaat getirince parK içinde yürüdük biraz, güzelim manzarayı seyrettik.
Falezlerin üstüne konuşlanmış yüksek binaların nasıl bir görüntü kirliliği yarattığı konusunda hemfikirizdir herhalde. Son fotoğrafta binaları traşlayıp turkuaz denizi ve falezleri göstermek istedim.
Bu da parkın kendi çapındaki küçük şelalesi, büyük dedesi ise az ilerideki parkta kendini denize savuruyor 😃
Bu harika iki günün ardından hafta sonunu evde geçirip kendimi Hirokazu Koreeda filmlerine vurdum. "Benim Babam, Benim Oğlum" dan sonra "Küçük Kız Kardeşim"i izledim ki şahane filmdi. Araya bir de yönetmenliğini Wang Xiaoshuai'nin yaptığı 3 saatlik Çin filmi sıkıştırdım: "Elveda Oğlum". Evet biraz uzundu ama iyi filmdi doğrusu. Son sahneleri epey hüzünlendirse de...
Bugün halletmem gereken birkaç iş vardı, onları toparlayıp eve dönecektim esasen ama son anda program değişti. Evin yakınındaki postaneden çocuklara bir kargo yolladım, sonra online sipariş ettiğim bir-iki parça giysi bol gelince (bu olaya bayılıyorum, bollaşma bedenin büyüklüğünden olsa da kendimi zayıflamış hissettiriyor ahahaha 😃) biraz ilerdeki kargo şubesinden onları iade ettim. Tabedilecek fotoğraflar vardı, fotoğrafçıya bıraktım ve akabinde Kocam Bey'le yürüyüş yapmaya karar verdik. Havayı sıcak bulup ince giysilerle çıkmıştık ama bize nisbet yapar gibi bulutlandı ve serinledi. Ben fotoğraf işini hallederken Kocam Bey eve gidip üstümüze mont, hırka falan getirdi. Sonra ayaklarımız nereye götürürse diye düştüğümüz yol bizi epeydir açılmasını beklediğimiz Barbaros Çay Bahçesi'ne götürdü. Benim Antalya tarihim kadar eskidir bu çay bahçesinin tarihi. Şehrin en güzel yerinde ama gün geçtikçe taponlaşan bir özel işletme idi. Sonunda belediye el attı ve bu yıl yenilendi, işletmesi de belediyenin firmalarından birine geçti, pek de güzel olmuş test edip onayladığımız üzere:
Çay bahçesi alanının yanında eski bir ilkokul var, adını oradan alıyor, şimdilerde ortaokul oldu yanılmıyorsam. Sünepe masalar, örtüler değişmiş, bahçe çimlenip çiçeklenmiş, kapalı mekan eklenmiş, kısacası iyi olmuş. Fiyatlar da gayet makul, sevdik. Umarım bozulmaz. Bugün hava o kadar bulanıktı ki şehrin üzerini bir pus bulutu kaplamış gibiydi. Ara ara esen rüzgar biraz sıkıntı verse de yine de evde olmaktan güzeldi, hele de hemen önümüzdeki palmiyeye sarılmış şu mor salkımı görmek harikaydı:
Esinti rahatsız etmeye başlayınca kalktık, eve dönerken nostaljik tramvayımıza denk geldik. Refüjlerde dikili aslanağızlarının renkleri o kadar canlıydı ki insanın gözünü alıyordu fosforlu gibi, fotoğrafta yeterince belli olmamış.
Yine upuzun bir yazı oldu ama neyleyim bahar insanın aklını başından alıyor 😊
Bahar değil ama sizin fotoğraflar benim aklımı başımdan alıyor :) Kendim gezmiş kadar iyi geliyor fotoğraflara bakmak :)
YanıtlaSilSiz yeter ki isteyin, her daim fotoğrafla doldururum burayı. Bazen çok mu ekliyorum, sıkar mıyım diyorum ama sanırım memnunsunuz :) Çok sevgiler...
Sile bu ağacın adı kıbrıs akasyasıymış öyle mi? ben de görüyorum bu ara istanbul'da ve merak ediyordum. tam denk geldi :)
YanıtlaSilmor salkımlar açmadı daha bizim buralarda tomurcuk halindeler, patladı, patlayacak :)
antalya sizin fotoğraflarla hep çok çekici öğretmenim. bizim yerimize de keyfini çıkarın :)
Evet Şulecim ya, ben Antalya'ya ilk geldiğim yıllarda saf saf mimoza sanmıştım bunları, çok sonra öğrendim isimlerini. Mor salkımlar geçmek üzere burada, ömürleri çok kısa ne yazık ki.
Silİnan yaşadığım şehri özlemişim, iki yıldır hem pandemi, hem ameliyat kapanmış kalmışız. Şimdi fırsat buldukça atıyorum kendimi.
Çok sevgiler yolluyorum hepinize...
Bahar benim de aklımı başımdan alacak, gelebilirse! Üç gündür kışlıyoruz, yine. :))
YanıtlaSilFotoğrafları daha iyi görebilmek için bilgisayarın başına geçtim ve her birinin içine düşüp baktım, çok güzeller. :)
Koreeda'yı "Arakçılar"dan beri ilgiyle izliyorum. Bu retrospektif çok iyi oldu, hepsi sırayla tadı damağımda, gerçekten. :)
"Elveda Oğlum"u bir kaç ay önce izlemiş ve çok beğenmiştim. Evet, uzun ama güzel. ;)
Bahar ne kadar gecikti bu yıl, Antalya'da bile, normalde bu zamanlar kısa kollulara geçerdik biz, dün üşüdük esintiden. Ama doğa canlandı şükür.
SilBu mevsimde ve sonbaharda Antalya muhteşem gerçekten ama Temmuz geldi mi arkana bakmadan kaçmalısın :)))
Arakçılar'ı ben de izlemiştim ama yönetmeni kimdi inan bilmeden. Ne kadar şahane filmler çekiyor adam, film bitiyor, ince bir hüzün kalıyor insanın içinde, keşke azıcık daha kısa tutsa :))) Evde izleyince sıkıntı basabiliyor. İki tanesini kaçırmışım ben, kalkmış yayından, neyse daha iki tane var izlenecek. Sevgiler...
Bugün "Kimse Farketmiyor"u izledim, o da çok hüzünlüydü :(
Sil"Halka hizmet Hakk'a hizmettir," demişler. Hanenize çok sevap yazıldı. Hakk'kı sever, dilinden düşürmez kişiler halk'ın cebini benzettikleri için ancak yürüyerek gitmenin mümkün olduğu diyarlara bizleri götürmekle kalmayıp rehberlik de ettiğiniz için. Çok teşekkürler:)
YanıtlaSilAy çok sevinirim gerçekten faydalı olabiliyorsam. Şehir bu aralar o kadar güzel ve ben kendi şehrimi o kadar özlemişim ki çocuk gibi seviniyorum dolaştıkça. Bu kadar fotoğrafla sıkıyor muyum diye de düşünmüyor değildim ama böyle dönüşler alınca devam diyorum. Gerçekten Türkiye içi bile çok zor artık, yurtdışı ise tamamen cısss oldu.
SilÇok teşekkürler...
Bu haftasonundan beri İstanbul'da hava öyle kapalı ki, işe montla geliyorum.
YanıtlaSilSizin bu fotoğraflar bana bahar gerçekten de bir yerlere gelmiş hissini geçirdi. :)