Datça'dan ve aslında açmasını beklemediğiniz şehirlerden çiçeğe durmuş badem ağaçlarının fotoğrafları geliyor. Eminim Antalya'da da başlamıştır ama kendi habitatım dışında bir yerleri göremediğimden bir fikrim yok. Çok değil bir-iki yıl öncesine kadar sokağın bitimindeki apartmanlardan birinin minicik bahçesinde yılın en erken açan badem ağacı vardı. Şubatla birlikte salardı çiçeklerini. Semtin cemazüyelevvelinden kalma bir hatıra gibi. Evvelki yıl bina ikinci kez yıkılıp müteahhit eline geçince binayla birlikte o da sonsuza karıştı. Ben bu şehre yerleştiğimde evimin olduğu bölge tek katlı evlerle ve bahçelerle dolu yemyeşil bir semtti. Sonraları imara açıldı, bizim apartman da içlerinde olmak üzere binalarla doldu, bahçeler bitti, ağaçlar yokoldu, eski bir hatıra gibi birkaç portakal, bir-iki zeytin ve badem kaldı. Meraklısı ufarak bahçesine ya da kaldırım kenarlarına ağaç dikti, yeşilden ziyade beton seven oralı bile olmadı. Bizim balkonu perdeleyen koca çınar (merakla beklemekteyim yonttukları dallar baharda sürecek mi?), evin çatısına yükselen selvi, selvinin dibinden çıkıp gövdesine sarılan defne apartman bittiğinde bizzat diktiklerimiz. Aslında iki tane de okaliptüsümüz vardı, üç yılın içinde devleşen ama maalesef kesmek zorunda kaldık, zira dibe uzanan kökleri betonu çatlatmaya başlamıştı. Bilirsiniz okaliptüsün kökleri çok su çeker, hatta bataklık kurutmada ve bu sebeple sıtma mücadelesinde kullanılır. Antalya'da kanalizasyon tesisatları çok yeni, öncesinde "zerzemin" denilen toprak altındaki mağaralara gönderilirdi atıklar. Şehir büyüyüp de nüfus artınca yetmemeye başladı ve kanalizasyon tertibatına geçildi. Tam da oğlumun üniversite sınavına hazırlandığı sımsıcak günlerde yapılmıştı bizim sokağın kanalizasyon kazısı ve zemin kayalık olduğu için bir aya yakın sürmüştü kısacık sokağın kazılması. Beton kazıcısının gürültüsü bir yandan, açamadığımız kapılardan dolayı sıcak bir yandan, toz bir yandan, sınav stresi bir yandan cümleten çıldırmak üzereydik ki sonunda bitmişti. O zamana kadar okaliptüslerin yerine diktiğimiz sedirleri de gelen geçen büyüyemeden kırıp kurutmuştu. Bu memleketteki ağaç düşmanlığına akıl erdiremiyorum. Yine de mevcutlara şükredip korumaya çalışıyoruz ama sokaktaki kentsel dönüşüm adı altındaki rantsal dönüşüm yakında birçok ağacın daha kanına girer diye düşünüyorum.
Nereden nereye geldik, badem demiştik aslında, çiçek demiştik. Pandeminin hepimizi evlere kapadığı, ruhumuzu kararttığı günlerde çoğumuz "Bahar gelmiş neyleyim" şarkısını söylesek de baharın umurunda değil, gelmeyi arzu ettiği zaman bize sormadan gelecek. Geçen yıl göremediğimiz baharı bu yıl da göreceğimiz şüpheli, hal ve gidiş onu gösteriyor. Sağlıklı olalım da balkondan karşılamaya, arada bir nefes alma yürüyüşlerine çıkmaya da razıyız. Antalya'da şubat bitince bahar gelmiş demektir, arada birkaç günlük ayazları ve çılgın yağmurları-ki onlar Antalya'nın şanındandır-hesaba katmazsanız baharla devam edebilirsiniz. Bademler çoktan şıkırdım çiçeklerle dolmuştur, pembeli-beyazlı. "Pembe, gönlüm sende" desek de pembe çiçeklinin bademi acı olur. Yaradan bir yandan alırsa bir yandan veriyor işte, acıyım ama çiçeklerim daha güzel 🌸 Benim için baharsa yıllar yılı babamın bir akşam iş dönüşü elinde getirdiği kesekağıdı ile başlardı. İçinde 250 gram turfanda çağla olan kesekağıdı. Ankara'daydık, mevsim bahara dönmemişti haliyle ama babamın elinde bahar vardı. O zaman çalsın sazlar, benim baharım gelmiştir Adana dolaylarından. Tuza belenmiş bahar mideye yerleşince her şey daha ışıklı, daha ılık görünmeye başlardı. Baharın devamı bir süre sonra benzer bir kesekağıdının içinde can eriği-yenidünya olarak gelirdi. İşte o zaman resmen ilan edebilirdik, bahar evine yerleşti, artık gitmez. Bu yıllarca böyle devam etti, Ankara'nın gri, puslu, kirli havalı, ayaz kışından bir kesekağıdı dolusu çağla ile bahara geçiş ve mutlaka baba elinden. Aslında yıllarca çağla niyetine uzamış bir sakal yediğimin farkına evlenince varacaktım. Eşimin ailesinin badem bahçeleri vardı ve dalından koparılmış çağlanın benim o zamana kadar yediklerimle zerre alakası yoktu, ağzıma attığım şey daha dişimi dokunmadan dağılıyor ve nefis bir aroma bırakıyordu. Olsundu, benim baharlarım yine de babamın getirdiği sakallı çağlalarla başlasındı. Şimdi bir bahçe dolusu badem ağacımız olsa da, aklıma çağla yemek çok ender gelse de tercih yapmam gerekirse babamın getirdiği kesekağıdındakileri isterim ama artık kesekağıdı bile yok ki, daha yarı yolda kopan poşetler var, onları da parayla satıyorlar...
Birileri elinden geldiğince karartsa da baharları, gömse de betona hayatı, yine de gülümsedim okurken. İçim çiçek oldu. Sonra kesilmedi gülümsemem, bu kez gelecek nesiller için üzüldüm tamam: çünkü onlarda bir iz dahi olmayacak ve hiç bilmiyecekler ki bazen mutluluk bir badem ağacının çiçeğinde, ve eskiden yenmiş de olsa kesekağıdından çıkmış bir çağlada. Son şanslı kuşak mıyız acaba diye de düşündüm. Etkileyici ve sıcak bir yazıydı, açıkçası okurken bana bahardı. Sonra bu tatları yaşayamayacak nesillerde anlamı ne olur acaba diye de meraklandım:)
YanıtlaSilKartal'da da eskiden kaldırımlara mutlaka ağaç ekilirdi, gençliğimde tüm kaldırımlarda belli aralıklarla çoğunluk çınar ağacı ,bazı yerlerdede akasya ağaçları vardı. Çarşımızda o eski yıllanmış çınarlar duruyor neyse ki ama bazen öyle bir buduyorlar ki ,sadece bir gövde bırakıyorlar.Şimdi kaldırım yapıyorlar ,safi taş.Betona düşkün bir yönetim anlayışı ile yaşatılıyoruz.Ne yazık.
YanıtlaSilResmen okurken yazınızı maziye gittim...Çağla demek benim içinde bahar demek...Bende Ege'liyim. Bizi oralarda da çağla çıktı mı bahar geldi demek oluyor :)
YanıtlaSilOkalüptüs değişik bir ağaç gerçekten, apartmanın bahçesinde vardı bizimde iki tane...Boyları apartmanı geçmişti, zemine zarar veriyor diye kesildiler, üzülmüştük çok ama yerine hemen incir ve zeytin ağaçları dikmiştik. Doğaya verdiğimiz zararı telafi etmeye çalışmıştık kendimizce...YAzınızı okurken bu geldi aklıma paylaşmak istedim...
Bahar dolu günlere...
Meteorologlar diyor ki, kış yeni başlıyor, kar yağışının eli kulağında, hem de geldi mi bir hafta kalacak, eski kışlara benzeyecek.
YanıtlaSilBakalım, umarım gerçek olur diye bekliyorum. belki Toroslara ulaşır ve sizin bahar da biraz gecikir. Gerçi, Antalyalı bir arkadaşım sörfçü mayosu filan kuşanıp iki gün önce denize girdi ya, o da ayrı konu. :)
Çiçeği sevmeyen, hayvanı sevmeyen insandan koşarak kaçarım; onlar insanı hiç sevemez... Aklım almıyor böylelerinin varlığını ama öyle de çoklar ki! Mutfağımın önünde bir Huş ağacı var, her mevsim ayrı güzel, şimdi uykuda bile hafif sallanan ince dallarıyla öyle zarif ki. Her sabah bakarım, uzun uzun... O ağaç orada olmasaydı, bu sene geçmezdi gibi geliyor.....
YanıtlaSil