Pazar günü bulutlu başlayıp güneşli biten bir yolculukla Antalya'ya ulaştık ve gerçek anlamda iklim değişti, Akdeniz oldu. Antalya baharlıklarını kuşanmış bizi bekliyordu, ev dersen sen bir sevin bir sevin. Zıp zıp zıpladı da zelzele oluyor sandık, dersem inanmayın 😀
Yol yorgunluğuyla yapılan alelusül bir temizliğin ardından ertesi gün farkındalıklarım ve sakarlıklarım birer birer devreye girdi. Önce elimde çay fincanıyla girdiğim odada Cevriye'nin taktığı çelmeyle elektrik sobasının kordonuna takıldım, düşmeyim diye manevra yaparken çay halıya döküldü. Hem de üzerinde kahverengi, krem ve beyaz renkler taşıyan halının en beyaz bölümüne döküldü. Silmek falan kâr etmedi, eski 2,5 lira büyüklüğünde şık bir lekeye sahibim şimdi. Leke sökücü denemeleri beni bekliyor.
Geldiğimizin akşamı sokağımızı aydınlatan o soft, turuncu ışık neyin nesidir diye baktığımızda elektrik tellerinin zemin altına alındığını ve yepisyeni elektrik direklerinin dikildiğini gördük. Oh! Pek şenlikli, pek şıkır şıkır olmuş, benim çınar da elektrik tellerine değiyor diye durmadan budanmaktan kurtulmuş. Bugün de eski direkleri canavara benzeyen bir araçla tereyağından kıl çeker gibi söküp götürdüler. Hey maşallah...
Elektrik süpürgesiyle yaptığım dans sırasında küçük bir örümcek ağını almak için başımı yukarıya kaldırdığımda eve girdiğimden beri burnuma dolan ve kapalı kalmaya bağladığım nemli kokunun nereden geldiğini anladım. Yağan şiddetli yağmur bacalardan sızıntı yapmış ve duvarla tavanın birleştiği yerde nurtopu gibi bir rutubetimiz olmuş. İş bununla kalsa iyi, mutfağa geçtiğimde rutubetin ikiz kardeşini de mutfak bacası civarında buldum. Bereket havalar iyi gidiyor, balkon kapısı ardına kadar açık, kurumla karışık rutubet kokusunu soluyarak kurumasını bekliyoruz. Evi bırakıp gitmenin sonuçları diyeceğim de evde olsak da yapabileceğimiz bir şey yoktu. Bacaların topyekün elden geçirilip yeniden sıvanması gerekiyor anlaşılan. Bu kadar zayiata razı olduk, pencerelerden bir sızıntı yok en azından. Antalya'da yaşamayanlar buradaki yağmurların muson yağmurlarından pek farklı olmadığını ve her an eve bir yerlerden su girebileceğini bilmezler haliyle.
Dün sonunda tüm lekeleri ve rutubetleri ardımda bırakıp kendimi dışarı attım. Gri Ankara'da üç ay boyunca görebildiğim tek canlı renk olan ticarı taksi sarılarından sonra maviyi ve yeşili gözalabildiğine seyretmek çok iyi geldi. Bey Dağları tepeleri karlı ve pek kurumlu idiler:
Denizeyse kocaman bir kovadan cıva boşaltmışlardı sanki:
Ruhum arındı kısacası, Mart kapıdan baktırıp kazma kürek yaktırmadan tadını çıkarmalı...
Ohh, kasvetli Ankara'dan sonra Antalya ne iyi gelmiştir, tadını çıkar örtmenim. Cevriye salağına ikiz kardeşinden selam et dicem ama boşverrr temelli sevinmesinler şimdi ;))
YanıtlaSilEvine hoşgitmişsin Leylakcığım. Keyifli bahar günleri dilerim, evlerdeki arıza halleri hiç eksik olmuyor. Yeter ki ağız tadı olsun. Kucak dolusu sevgiler Antalya'ya.
YanıtlaSilikinci fotoğrafa bayıldım!
YanıtlaSilkeyfini çıkarın:)
ay fotograflar ne kadar guzel, ben de bayildim ikisine de. Sicacik bir his verdi!
YanıtlaSilGüle güle gittin güle güle gel tekrar memleketinin tadını çıkar :)
YanıtlaSilmemleketimin keyfini çıkartın.
YanıtlaSilözledim antalyayı... :)
YanıtlaSil