Ankara'dan hom svit hom'a kesin dönüş yapalı bir haftayı geçti ama bir satır yazacak fırsat bulamadım bugüne kadar. Gerçi Kasım sonu bir süreliğine tekrar Ankara yolu görünüyor ama o pek güzel bir sebeple olacak, o zamana kadar tekrar başlayan yazın, Akdeniz'in, dostların ve evin tadını çıkarmak lazım.
Antalya sıcak sıcak olmasına da, yıllardır bu şehirde yaşayan biri olarak bu sıcaklar Temmuz-Ağustos sıcaklarının yanında solda sıfır kalır diyorum, hatta Eylül sonunda yaz sıcağı yaşamak faidelidir, hoştur, keyiflidir. En azından nem yok, akşamları rahat yatılıyor, esinti var, hasılı havalardan memnunum. Balkon çınarım geçen yaz eşek kemirmiş gibi budanmıştı yokluğumda hatırlarsanız, budanan yerlerinden yeni dallar fışkırtmış, hatta birini balkonuma uzatmış dost eli gibi, hemen ben de uzattım elimi, "tekrar görüştüğümüze mutlu oldum" dedim, cevaben hışırdadı. Mutfak balkonunda hazırlanmış ve terkedilmiş bir kumru yuvası buldum. Yuva dediysem üç-beş çam iğnesi, pek kalenderler, konfor aramıyorlar, yapıyorlar bir gecekondu, besleyip büyütüyorlar bebeklerini ama bu kez nedense caymışlar yaptıkları inşaattan, ruhsat mı alamadılar nedir 😃 Sevinmedim desem yalan olur, 10 yıldır verdiğim doğumhane hizmeti kafidir, yeterince gübre temizleyip bitlendim payıma düştüğünce, artık başka balkon sahipleri üstlensin bu görevi. Toparlayıp attım yuvayı ama belli ki o faaliyet sonucu dünyaya gelmiş bir yavru kumru geldim geleli balkonumu şenlendiriyor. Ağacın dalına ya da balkon demirine tüneyip kumru dilinde sohbet ediyor benimle: "Guguuk guk, guguuk guk, guguuk guk". Karşılığında ben de gukluyorum ama sanırım telaffuzum hatalı, ciddiye almıyor, uçup gidiyor 😃 Onun dışında mahalle eski tas eski hamam. Karşı apartmanın balkona kaynak yapmış amcasını bıraktığım yerde buldum, sandalyesini bile değiştirmemiş. Güneş ensesinde boza pişirene kadar çay içip, sigarayı birbiri ardına ekliyor. Sonra da tüm mahalleyi çınlatan bir öksürük krizi yaşıyor. Hemen yanındaki balkonda bir başka balkon amcası var, onun plastik koltuğu açık kahverengi, yaz boyu denizden çıkmamış olacak koltukla aynı renge bürünmüş, oturunca seçmek mümkün olmuyor hangisi koltuk, hangisi amca. Hatta bazen boş koltuğu amca orada oturuyormuş gibi algılıyorum. Binanın diğer yönündeki balkonları sevgili çınarım sayesinde göremediğim için çok mutluyum ama Cennet Mahallesi sakinleri olarak sesleri her daim kulağımda; "Kız Ayşeee sana diyorum", "Çantanı topladın mı çantanı?", "Allah cezanı versin, yemek yanmış niye bakmıyon" ve benzerleri. Şehir bu mevsimde balkonlarda yaşadığı için özel hayat yaz boyu kamuya açık hale geliyor. Apartman altı dükkanlarda bir grup küçük esnaf var, terzi, emlakçı, su tesisatçısı türünden. onlar da gün boyu süren bir tavla maratonuna oturuyorlar, bitmiyor tükenmiyor şakırtılı ve çocuk gibi çekişmeli tavla şampiyonası. Adım kadar eminim ki akşam evlerine gittiklerinde çok yorgun olduklarını ileri sürüp bir bardak suyu bile karılarından istiyorlardır.
Ankara'dan döndükten birkaç gün sonra yıllardır merak edip bunca yakın olmasına rağmen bir türlü fırsat yaratıp gidemediğim Sagalassos'a gitmeyi başardım. İyi ki de gitmişim, çok etkileyici bir yerdi. Ağlasun'dan geçerek gidiliyor Sagalassos'a, oldukça virajlı bir yoldan, tepelere doğru tırmanıyorsunuz ama yol düzgün, sanırım yeni asfaltlanmış. Ağlasun'un girişinde kemerli bir tak var- bu aralar hemen her küçük kentin girişinde benzerleri mevcut-takın her iki yanındaki sütunların üstünde aile boyu, rengi kırmızıdan tabaya dönmüş güller, tam ortasında da tabağımsı bir şeye yerleştirilmiş kiraz-ya da vişne-ve ne olduğunu bir süre çözemediğimiz beyine benzeyen, grimsi, üzerinde çizgiler olan bir nesne vardı. Sonunda anladık ki cevizmiş 😃 Beldeler yetiştirdikleri ürünlerin saçma sapan heykelimsilerini yapmaktan bir vazgeçseler keşke, görüntü kirliliğinden başka bir şey değil. Zaten her şehirlerarası yolculukta yol kenarlarında uydu anteni boyutunda Taymek ekmekleri replikası görmekten yeterince usandık. Neyse kirazların, cevizlerin altından, bizi şaşırtan yeşillikteki Ağlasun'un içinden geçip hayli tırmanarak Sagalassos'a ulaştık. Biraz dinlenip çay içerken de geldiğimiz yeri kuşbakışı seyrettik.
Geçmişi M.Ö. 3000 yılına dayanan antik şehre ben müze kart ile ücretsiz, çocuklar da 14'er lira ödeyerek girdiler. Girişteki tabelada en kısası 1, en uzunu ise 4 saat olan üç güzergah belirlenmişti. Vaktimiz kısıtlı olduğundan ve Cevriye'nin hışmından korktuğumuzdan biz 1 saatlik kısa güzergahı tercih ettik. En kısasını tercih etsek de yokuş tırmanıp merdiven çıkacağımız için tura başlamadan Cevriye'yi bandajla bir güzel kundakladım. Sonra da hamam kalıntılarından başladık şehri gezmeye.
Roma dönemi mimarisinin en iyi örneklerinden olan ve seramik üretimiyle öne çıkan antik kenti 18. yüzyılda Avrupalı gezginler keşfetmiş ve ilk kazı çalışmaları 1989 yılında Belçika Leuven Üniversitesi'nden Prof.Dr. Marc Waelkens tarafından başlatılmış.
Antik tiyatroya uzaktan bakmakla yetindik, zira tırmanılacak kısım o kadar dikti ki, bırakın Cevriye ile beni, bizim gençler bile yarı yolda caydılar. Ama bir grup Japon rehberlerinin öncülüğünde aşk ile şevk ile tırmanmaya devam etmekteydiler.
Burası değerli ürünlerin satıldığı pazar yeri imiş, muhtemel ki en değerli ürünler üretiminde ilk 5 arasında yer aldıkları seramiklerdi.
Ve antik şehrin en güzel, en çarpıcı yeri, Antoninler Çeşmesi. İçeni güzelleştiren, birlikte içenleri birbirine aşık eden çeşmenin suyundan içmedik ama elimizi soktuk, buz gibiydi. Taş işçiliği ve heykellerin güzelliği ise nefesimizi kesti adeta. Çeşmedeki heykellerin replika olduğunu ve asıllarının Burdur Müzesi'nde olduğunu öğrenince Sagalassos sonrası Burdur'a geçmeye karar verdik. Bu heykeller Afrodisias'lı bir mermer ustası tarafından yapılıp Sagalassos'a gönderilmiş.
Eh kısa turu tercih ettiğimize göre artık dönüş vakti geldi demektir. Bir zamanlar yayınlanan Yasemin Yalçın'ın komedi dizisindeki bir skeçte dedikleri gibi "Ne eyi ettik de geldik deel mi, açıklık eyi oluyor" diyerek ayrılıyoruz Sagalassos'tan, istikamet Burdur.
Burdur'da önce Müze'yi geziyoruz ki tahminimizden daha düzenli ve güzel bir müze buluyoruz. Girişte bir bankoda broşürler ve kartpostallar var, ücretsiz sunulmuş. Hediyelik eşya standı ise otomat. Parayı atıp istediğiniz ürünü alıyorsunuz, müze mağazalarını pek seven ben bir adet magnetle iktifa ettim bu defa 😃
Çok net çıkmamış ama şu lahit kapağıyla ilgili ne düşüneceğimizi bilemedik, gülsek mi, hüzünlensek mi? Adeta evlilik fotoğrafı çektirir gibi birlikte yatacakları mezarları için sağlıklarında heykeltraşa poz vermişler karı koca.
Ve bu heykeller de Sagalassos'daki replikaların orijinalleri. Nemesis ve Satyr tarafından desteklenen sarhoş Dionyzos. eh, Dionyzos sarhoş olmayacak da ben mi olacağım 😃
Bir adet de Herakles'imiz vardı ama onu fotoğraflamayı unutmuşum. Gezimizi bitirince çok yardımsever ve kibar görevlilere veda ederek ayrılıyor ve aç karnımızı doyurmak için internetten ders çalışarak bulduğum lokantaya gidiyoruz. "Bizim Şişçi" buranın adı ama sonuç pek iç açıcı değil, sıradan bir şiş köfte, üstelik fazla yağlı. "O kadar çatlak su kaçırmaz" diyerek rahmetli dayımı anıyor ve Antalya'ya dönüş yoluna vuruyoruz kendimizi.
Çok uzun yazdım galiba, idare ediniz artık, sonuçta epeydir sesim çıkmıyordu. Haydi kalın sağlıcakla...
Geçmişi M.Ö. 3000 yılına dayanan antik şehre ben müze kart ile ücretsiz, çocuklar da 14'er lira ödeyerek girdiler. Girişteki tabelada en kısası 1, en uzunu ise 4 saat olan üç güzergah belirlenmişti. Vaktimiz kısıtlı olduğundan ve Cevriye'nin hışmından korktuğumuzdan biz 1 saatlik kısa güzergahı tercih ettik. En kısasını tercih etsek de yokuş tırmanıp merdiven çıkacağımız için tura başlamadan Cevriye'yi bandajla bir güzel kundakladım. Sonra da hamam kalıntılarından başladık şehri gezmeye.
Roma dönemi mimarisinin en iyi örneklerinden olan ve seramik üretimiyle öne çıkan antik kenti 18. yüzyılda Avrupalı gezginler keşfetmiş ve ilk kazı çalışmaları 1989 yılında Belçika Leuven Üniversitesi'nden Prof.Dr. Marc Waelkens tarafından başlatılmış.
Antik tiyatroya uzaktan bakmakla yetindik, zira tırmanılacak kısım o kadar dikti ki, bırakın Cevriye ile beni, bizim gençler bile yarı yolda caydılar. Ama bir grup Japon rehberlerinin öncülüğünde aşk ile şevk ile tırmanmaya devam etmekteydiler.
Burası değerli ürünlerin satıldığı pazar yeri imiş, muhtemel ki en değerli ürünler üretiminde ilk 5 arasında yer aldıkları seramiklerdi.
Ve antik şehrin en güzel, en çarpıcı yeri, Antoninler Çeşmesi. İçeni güzelleştiren, birlikte içenleri birbirine aşık eden çeşmenin suyundan içmedik ama elimizi soktuk, buz gibiydi. Taş işçiliği ve heykellerin güzelliği ise nefesimizi kesti adeta. Çeşmedeki heykellerin replika olduğunu ve asıllarının Burdur Müzesi'nde olduğunu öğrenince Sagalassos sonrası Burdur'a geçmeye karar verdik. Bu heykeller Afrodisias'lı bir mermer ustası tarafından yapılıp Sagalassos'a gönderilmiş.
Burdur'da önce Müze'yi geziyoruz ki tahminimizden daha düzenli ve güzel bir müze buluyoruz. Girişte bir bankoda broşürler ve kartpostallar var, ücretsiz sunulmuş. Hediyelik eşya standı ise otomat. Parayı atıp istediğiniz ürünü alıyorsunuz, müze mağazalarını pek seven ben bir adet magnetle iktifa ettim bu defa 😃
Çok net çıkmamış ama şu lahit kapağıyla ilgili ne düşüneceğimizi bilemedik, gülsek mi, hüzünlensek mi? Adeta evlilik fotoğrafı çektirir gibi birlikte yatacakları mezarları için sağlıklarında heykeltraşa poz vermişler karı koca.
Ve bu heykeller de Sagalassos'daki replikaların orijinalleri. Nemesis ve Satyr tarafından desteklenen sarhoş Dionyzos. eh, Dionyzos sarhoş olmayacak da ben mi olacağım 😃
Bir adet de Herakles'imiz vardı ama onu fotoğraflamayı unutmuşum. Gezimizi bitirince çok yardımsever ve kibar görevlilere veda ederek ayrılıyor ve aç karnımızı doyurmak için internetten ders çalışarak bulduğum lokantaya gidiyoruz. "Bizim Şişçi" buranın adı ama sonuç pek iç açıcı değil, sıradan bir şiş köfte, üstelik fazla yağlı. "O kadar çatlak su kaçırmaz" diyerek rahmetli dayımı anıyor ve Antalya'ya dönüş yoluna vuruyoruz kendimizi.
Çok uzun yazdım galiba, idare ediniz artık, sonuçta epeydir sesim çıkmıyordu. Haydi kalın sağlıcakla...
Çok keyifle gezdim Sagalassos'u sayenizde örtmenim. Antalya çok özlemiştir sizi eminim, Bodrum bile özledi be ya ;)<3 Sevgilerimle sarılıyorum.
YanıtlaSilCanım Ecehan, sık sık kulağını çınlatıyoruz arkadaşlarla, ne güzel bir geceydi Bodrum'daki. Ben de kocamn kucaklıyorum seni, çok sevgiler...
SilEvet haklısın, tırmanması bol bir şehir Sagalassos. Bir başka sefer de kalan yerleri gezersiniz belki. Çok büyük ve zamanının gelişmiş şehirlerindenmiş, ben çok etkilenmiştim. Burdur'daki müze de ayrıca güzel.
YanıtlaSilGezmek görmek, ne mutluluk verici değil mi? ;)
Çocuklar sağolsun, sayelerinde gidebildik, gerçekten benim Cevriye'yi fena halde zorlayacak bir coğrafya orası. Dizlikle ancak bu kadarını becerebildim ama çok güzeldi. Evet Burdur Müzesi ummadığım kadar iyiydi ve personeli de çok ilgili ve kibardı.
Silİnan Sevin, son yıllarda bana en mutluluk veren şey gezmek-görmek, keşke diz de bu kadar zorlamasaydı. Çok sevgiler...
Sagalassos'u ilk defa duydum zannımca. Pek de zormuş söylemesi. Bu yaz Selçuk'la arabayla güneye doğru insek diyoruz. Muhtemelen o başka bir yerleri kastediyordur, ben de başka bir şey anlıyorumdur ama yaz olunca nereye gittiğimizi bizzat göreceğim. :)
YanıtlaSilBana bu aralar yazmak çok zor geliyor. Sen ne güzel yazmışsın yine. Her yazın ayrı bir güzel biliyor musun? Her cümle yerli yerinde ve en güzeli seni okurken sesini duyuyor olmam.
Çok öpüyorum seni Nurşen Ablacım.
Antalya'ya bu kadar yakın olmasa ben de duymamış olabilirdim ama son bir-iki yıldır pek gözde. Turlar düzenlenip durur. Mayıs başı gittiğimiz antik kent "Stratonikeia"dan sonra "Sagalassos"u söylemesi kolay bile geliyor bana :) Arabayla güneye iniyorsanız muhtemel ki bizim Akdeniz'dir, Afrika kıyılarına araba ile gitmek biraz zor zira (biraz mı? :))))
SilYazını keyifle okudum canım, özlemişim hem yazılarını hem seni, bu kadar açma arayı. Ben de öpüyorum...
Sagalassos gecici olarak Tongeren'deki Gallo Romeins muzesine gelmisti Nurşen ablacim, tasindigimiz yildi, henuz Hollandacamiz pek iyi degildi, biz gidememistik gerci ama adini ilk orda duymustum. Tongeren gibi kucucuk bir sehre Turkiye'deki antik kentten parcalar getirilip sergilenmesi ilginc gelmisti.
YanıtlaSilhttps://archaeologynewsnetwork.blogspot.com/2011/09/sagalassos-pieces-to-go-to-belgium.html#fQBJjSBKEUgIIePE.97
Hatta 145 bin ziyaretciyle gecici sergiler arasinda ziyaretci rekoru kirmisti:
https://www.galloromeinsmuseum.be/nl/tentoonstellingen/voorbij
Opuyoruz seni kocaman :)