Bazen saçmasapan bir şeyden uzun yılları aşıp çocukluğuna gidiveriyor insan. Bana da bir baget ekmek sebep oldu. Tezgahtar bageti kağıda sarıp uzattığında elimde ekmek değil çocukluğum vardı sanki. Ha, "Çocukken baget mi yerdiniz?" diye sorarsanız, "Ne gezeer" diyebilirim ancak. Bizim Niyazi Bakkal'ın da, Mıstaa Bakkal'ın da ekmek dolaplarında ya francala, ya da yuvarlak ekmek olurdu. Bagetin ne olduğunu Emel abla sayesinde öğrenmiştim. Evdeki ve halamın kitaplığındaki tüm kitapları bitirip, kat komşularımızın evlerindeki mütevazı rafları da elden geçirince kitapsız kalmıştım. İmdadıma Emel abla yetişti. Bez ciltli, üç koca kitaptan birini tutuşturdu elime, "Bunu oku, bitirince diğerlerini vereceğim" dedi. Roman ya da hikaye değildi, ansiklopedimsi bir şeydi. İçinde çocuklar için resimli bilgilerin olduğu, fasiküller halinde birleştirilip ciltlenmiş bir başvuru kitabıydı. Adını hatırlamıyorum, roman ya da hikaye olması tercihimdi ama "gurbette sıcak suyun da faydası vardır" derler ya, kitapsız kalınca mecbur taşıdım koca cildi bir üst kattaki evimize. Hemen çöktüm başına, sayfaları çevirdikçe de hoşlanmaya başladım. İşte "baget ekmek" nedir, ilk oradan öğrendim. Resim bir Fransız fırınını tasvir ediyordu, tezgahın arkasındaki fırıncı müşterisine uzun mu uzun, baston misali bir ekmek uzatıyordu, altında da açıklaması: Daha çok Fransa'da üretilen ince, uzun bir ekmek türü. "Olsa da yesek" diye heves etmiştim 😃
Emel abla; apartmandaki, belki de 4 blokluk sitedeki en güzel döşenmiş ev onundu. İlkokuldaydım ama dekorasyon zevkim oldukça gelişmişti, en azından 24 daireden 23'ü benzer biçimde döşenmiş evlerden farklı olanı ayırdedebilmek için iç mimar olmak gerekmiyordi. Nohut oda, bakla sofa dairelerden oluşmuş sosyal konut sitemizdeki evlerin kapısından adım attınız mı sizi rengi, deseni farklı ama tarzı aynı mobilyalar karşılardı. İki odanın açıldığı, mozaik zeminli bir antreden girilen salonda örtüsü ve baskı düğmeli yastıkları takım karşılıklı iki somya, kenarda bir masa, 4-5 sandalye ve ortada çoğunlukla göbekli bir taban halısı fiksti. Mutfaklar çok dar olduğu için salonun bir köşesine verevine yerleştirilmiş buzdolabı ile dekorasyon tamamlanırdı. Varsa koltuklar bayramlar dışında yılda 3-5 sefer kapısı açılan misafir odasında durur, oraya destursuz girilmez, girilirse de anneden sıkı bir azar işitilirdi. Emel ablanın kapısından içeri ayak bastığınız anda ise antrenin zeminini kaplayan mavi peluş ile farkı farkederdiniz. Salonun bir duvarı şık ferforje raflarla kaplıydı. Tabii o zaman ferforje sözcüğünü bilmezdik, demirden yapılmış rafların nasıl bu kadar hoş durduğuna akıl erdiremez, marifeti Emel ablanın Devlet Tiyatrolarının demir atölyesinde şef olarak çalışan kocasına bağlardık. Emel ablanın koltukları da bizimkilerden çok farklıydı, daha şıktı, daha zarifti ve bizimkilerin aksine salona yerleşmişti. Duvardaki ferforje raflarda ise bir sürü hoş obje sıralıydı. Hasılı ev güzeldi, hem de o minik, sıradan dairenin olabileceğinden daha güzeldi. Esasen Emel abla da güzeldi ama Neriman abla daha güzeldi. Her ikisi de uzun boylu, yapılı, uzun siyah saçlı, beyaz tenli kadınlardı. Neriman abla Sevda Ferdağ'a benzerdi, Emel abla herhangi bir artiste benzemezdi ama beni bir artiste benzetirdi, Filiz Akın'a. Komikti esasen, cılız bir çocuktum, ne saçlarım sarıydı, ne de burnum Filiz Akın'ın tek deliği diğerinden biraz daha yukarıda duran, estetik ameliyatlı, ucu havaya bakan minik burnuna benzerdi. Henüz çocuksu hatlar taşımakla birlikte ailemin alamet-i farikası olan hanedan burnuna evrilmek üzereydi. Yine de bu benzetmeye sevinirdim, Emel abla'yı Neriman abla'dan daha çok sevişim belki de bu sebeptendi 😃
Kocası Devlet Tiyatrolarında demir atölyesi şefiydi dedim ya, başka bir yerde çalışsa demirci deyip geçeceğimiz adamın tiyatro camiasına dahil olması nedeniyle karizması, bohem bir havası ve o zamanlar için hayli sıradışı kabul edilen bir top sakalı vardı. Kocasına soyadıyla hitap ederdi Emel abla, bu da onu analarımızdan farklı kılan bir ayrıntıydı. Komşuların kiminin "Bey", kiminin "Efendi" ya da annem gibi düpedüz adıyla hitap ettiği kocalar popülasyonu içinde ayrıksı bir modeldi Mehmet amca. Tiyatro ekibiyle turnelere gider, gelirken oğullarına çeşit çeşit hediyeler getirirdi. Bir yurtdışı turnesinden getirdiği, kurulduğu anda iki eline (maymunların eline ne denirdi yahu?) takılmış zilleri şıngırdatarak birbirine vuran maymun uzun süre apartmanın gündeminden düşmedi. Sinemaya gider gibi Emel ablalara gider, "Maymunu kursana" diye boynumuzu bükerdik. Hiç kırmazdı sağolsun, oyuncağı kurar, sehpanın üstüne şıngırdaması için bırakır, mutfaktaki işine dönerdi. Kurmanın devri bitip şıngırdama kesilince tuvalet eğitimine yeni alışmış bebeler gibi "Bitti Emel ablaa" diye bağırırdık, garibim yine gelir yine kurardı. Seyretmek serbestti, ellemek yasak.
Maymun dışında bir ziyaret sebebimiz daha vardı Emel ablanın evini, zira dekorasyondan başka bizde olmayan bir şey mevcuttu o evde, "telefon". Evlere telefon bağlatmanın yıllar sürdüğü zamanlardı, bunu başarmış aileler parmakla gösterilirdi. O yüzden apartmanın PTT şubesi gibi çalışırdı Emel abla. Vakitli vakitsiz çalan telefonların muhatabını çağırmak için gece-gündüz demeden hizmet verir, bundan da hiç gocunmazdı. Uzaktaki ahbaplarımıza kendi evimizinmiş gibi verirdik Emel ablaların şimdilerde unuttuğum telefon numarasını. Kimi zaman da acil bir şehirlerarası görüşme için ayak basardık girişteki o mavi peluşun üstüne. Santrala numara ödemeli yazdırılır ve beklenirdi. o kadar uzun beklenirdi ki tekrar eve dönerdik. Telefon bağlandığında Emel abla yine tırmanırdı bize çıkan merdivenleri.
O evde oturduğumuz sürece telefonumuz olmadı, Emel ablalarınki gibi bir ev dekorasyonumuz da. Onlar ne zaman taşındılar hiç aklımda kalmamış. Yıllar var ki ne gördüm, ne de hakkında bir şey duydum. Yine de kalbimde yeri farklıdır. O zaman bu çiçekler Emel ablaya ve o sitedeki bütün güzel komşularımıza gitsin:
Kocası Devlet Tiyatrolarında demir atölyesi şefiydi dedim ya, başka bir yerde çalışsa demirci deyip geçeceğimiz adamın tiyatro camiasına dahil olması nedeniyle karizması, bohem bir havası ve o zamanlar için hayli sıradışı kabul edilen bir top sakalı vardı. Kocasına soyadıyla hitap ederdi Emel abla, bu da onu analarımızdan farklı kılan bir ayrıntıydı. Komşuların kiminin "Bey", kiminin "Efendi" ya da annem gibi düpedüz adıyla hitap ettiği kocalar popülasyonu içinde ayrıksı bir modeldi Mehmet amca. Tiyatro ekibiyle turnelere gider, gelirken oğullarına çeşit çeşit hediyeler getirirdi. Bir yurtdışı turnesinden getirdiği, kurulduğu anda iki eline (maymunların eline ne denirdi yahu?) takılmış zilleri şıngırdatarak birbirine vuran maymun uzun süre apartmanın gündeminden düşmedi. Sinemaya gider gibi Emel ablalara gider, "Maymunu kursana" diye boynumuzu bükerdik. Hiç kırmazdı sağolsun, oyuncağı kurar, sehpanın üstüne şıngırdaması için bırakır, mutfaktaki işine dönerdi. Kurmanın devri bitip şıngırdama kesilince tuvalet eğitimine yeni alışmış bebeler gibi "Bitti Emel ablaa" diye bağırırdık, garibim yine gelir yine kurardı. Seyretmek serbestti, ellemek yasak.
Maymun dışında bir ziyaret sebebimiz daha vardı Emel ablanın evini, zira dekorasyondan başka bizde olmayan bir şey mevcuttu o evde, "telefon". Evlere telefon bağlatmanın yıllar sürdüğü zamanlardı, bunu başarmış aileler parmakla gösterilirdi. O yüzden apartmanın PTT şubesi gibi çalışırdı Emel abla. Vakitli vakitsiz çalan telefonların muhatabını çağırmak için gece-gündüz demeden hizmet verir, bundan da hiç gocunmazdı. Uzaktaki ahbaplarımıza kendi evimizinmiş gibi verirdik Emel ablaların şimdilerde unuttuğum telefon numarasını. Kimi zaman da acil bir şehirlerarası görüşme için ayak basardık girişteki o mavi peluşun üstüne. Santrala numara ödemeli yazdırılır ve beklenirdi. o kadar uzun beklenirdi ki tekrar eve dönerdik. Telefon bağlandığında Emel abla yine tırmanırdı bize çıkan merdivenleri.
O evde oturduğumuz sürece telefonumuz olmadı, Emel ablalarınki gibi bir ev dekorasyonumuz da. Onlar ne zaman taşındılar hiç aklımda kalmamış. Yıllar var ki ne gördüm, ne de hakkında bir şey duydum. Yine de kalbimde yeri farklıdır. O zaman bu çiçekler Emel ablaya ve o sitedeki bütün güzel komşularımıza gitsin:
Çok hoş bir anı. Ne güzel anlatıyorsun sen de örtmenim<3<3<3<3<3
YanıtlaSilÇok güzel bir anı kalemine sağlık.
YanıtlaSilmaymunlu oyuncağı bi yerde görmüştüm :)
YanıtlaSilAhhh sizin bu eski anılarınız ve güzel insanlarınız ♥
YanıtlaSil