.

.
.

15 Şubat 2018 Perşembe

PERŞEMBE İŞTE, BİLDİĞİMİZ PERŞEMBE

Kitap bitti, yüreğimi paralayarak bitti. "Dünya Ağrısı"ndan fenası olmaz diyordum, varmış. Umut ve Sanem'in birbirlerine söyleyemedikleri meğer bırak dünyayı, kainat ağrısıymış. Bir de Sophie var ki, diz ağrıma taktığım Cevriye adını getirdi aklıma evlerden ırak. O Cevriye ki, Sophie'nin yanında sütten çıkmış ak kaşık kalır. Kitap-zaten ikinci adı da böyle-"Yazı" ve "Tura" olarak iki bölüme ayrılmış, "Yazı" 1, 3, 5... diye numaralanarak Umut'un ağzından, "Tura" 2, 4, 6... diye numaralanarak Sanem'in ağzından anlatılıyor. Birkaç sayfalık son bölümde ise anlatılar içiçe geçmiş. Kısacası Ayfer Tunç kendi yazınının şahikasına ermiş bu kitapla, içimi parçalasa da, yüreğimi dağlasa da, unutmaya çalıştığım anıları beynime üşüştürse de çok beğendim "Aşıklar Delidir"i. Kitabın kahramanı aslında ne Umut, ne de Sanem, kitabın kahramanı Sophie, Sophie bir hastalığa takılmış ironik bir isim (Sophie'nin Seçimi filminden hareketle) ve bu genetik hastalıkla birlikte, bir şekilde yolları kesişen Umut ve Sanem'in umarsız öyküsü. Bir de Cathy var mesela, Umut'un Amerika'da kaldığı pansiyonun evsahibi, Alzheimer hastası, giderek ilerliyor hastalığı. Umut bir gün eve geldiğinde Cathy'yi neredeyse çıplak bir durumda yere oturmuş ve hayatında yer etmiş bütün objeleri bir daire  şeklinde etrafına dizmiş ağlarken buluyor. Canımı nasıl yaktı bu paragraf okurken anlatamam, aile geçmişimizde Alzheimer yok çok şükür, üstelik çoğunlukla canavar gibi bir hafızayla göçüp gitti neneler dedeler ama belli mi olur? Beni Alzheimerden ziyade tüm ömür boyunca biriktirilen, ölümle ve hafıza yitimiyle öksüz kalan eşyalar incitti. Annem öldüğünde geride bıraktığı, daha elinin izi, teninin kokusu bile kaybolmamış eşyalarını getirdi aklıma. Çantasının cebinde buruşuk birkaç kağıt para, keyfi yerindeyken arada bir yaktığı, tütünleri dökülmüş bir paket sigara, üzeri taşlı bir çakmak, gözünden sakındığı, kılıfını kirlenmiş minnak bir tavşanın süslediği cep telefonu, sık sık burnu kanadığı için evden eksik etmediği, her çekmeceden, her dolaptan çıkan kağıt mendiller, karton bir poşette başlayıp da bitiremediği ağ ipinden perde, perdenin üstünde elinin şeklini almış, yamru yumru tığı, vestiyerde ceketi, ayakkabılıkta parmak kemiğinin izi çıkmış, "hiçbiriyle bu kadar rahat etmedim" dediği sokak terliği, epeyce aradıktan sonra bulduğumuz bir kutunun içindeki üç-beş takısı,  tıpkı babasınınkine benzeyen sağa iyice eğik, uzun harfli yazısıyla "Bunlar Funda'nın" yazdığı kareli  kağıda sarılmış bir küpe, yakın gözlüğünün camında parmak izleri... Hepsi 12 yıl öncesinden geri gelip kalbime asit damlaları gibi aktılar. Bilinç manyak bir şey, unutmuyor. Sadece üstüne bir örtü örtüyor, en ufak esintiyle de o örtü havalanıp altında ne varsa döküyor ortaya. Kısacası "Aşıklar Delidir" üzerimden buldozer gibi geçti dostlar ama yine de okuyun diyorum, ısrarlıyım.

Hüzün yaptım değil mi, olsun. "Hüzün ki en çok yakışandır bize/Belki de en çok anladığımız" dememiş mi Hilmi Yavuz. Neyse, bugün oğlum e-devletten soy kütüğümüze bakıp bana yollamış. Büyük emellerle geçtim başına, hayal kırıklığıyla kalktım. Fazlaca yerli ve milli çıktık :) 7 sülale Niğde civarında dolanmış, yav bir hava alın, bir açılın açık denizlere değil mi? Hasan dağıyla, Bor ovasıyla, Ulukışla tren hattıyla biter mi koca ömürler. Hani diyordum ki acaba Balkanlardan, Kafkaslardan, bilemedin Afrika'dan, Orta Asya'dan kopup gelen bir dede, bir nene vardır, bir uzak kuzen, yakın yeğen falan bulunur da yaz tatillerini beleşe getiririz. Yok ki yok. Kocamın Arnavut'un hası, orada doğmuş, ergen olana kadar orada yaşamış, Türkiye'ye gelince yufka ekmeği kağıt sanmış nenesi bile Antalya doğumlu çıktı iyi mi :)))) Hay bin kunduz, anam sağ olsa yakasına yapışacaktım, "hani babama övündüğün Horasan'dan gelme sülale?" diye, ya babam "Ne oldu Harputlu atalarına, zaten akıl olsa seninkilerde, eller Amerika'ya yerleşirken Ulukışla'yı mesken tutmazlardı". Yok, yedi sülale İç Anadolu dolaylarından çıktı ama bir sevindirici haber var ki nenemin, nenesinin nenesi 1834 doğumlu Afife nenem zombi imiş, hala sağ görünüyor, adresini bulursam gidip mubarek elini öpeceğim, belki uzun ömür bulaşır. Ah bir de nenelerimden birinin adına bittim, torunum olursa onun adını koymayı düşünüyorum: "Küçükkadın" :)))) Sonra öğrendim ki bu neneler, dedeler hepsi Yengeç burcu, topu 1 Temmuz doğumlu. Denizcilik ve Kabotaj Bayramı kutlamaya gelmiş canını sevdiklerim akın akın. Sonuç itibarıyle bizim oğlan, bizim kız, farklı bir şey çıkmadı piyangodan. Ne edecen ölen ölür, kalan sağlar bizimdir. Haydi kalın siz de sağlıcakla, Snoopy geçmiş Valentininizi valentinler :)


5 yorum:

  1. Okusam mı okumasam mı tereddütte kaldım Nurşenciğim. Acı şeyleri; hele de bir buldozeri kaldıracak ruh halinde değilim bu aralar.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yorum adsız gelince kim olduğunuzu bilemedim, o yüzden bir şey diyemiyorum ama her şeye rağmen okunmalı, herkeste aynı etkiyi yapmayabilir...

      Sil
  2. Ağlamak iyi geldi.Anneciğim gideli dört yıl oldu.Ne güzel anlatmışsınız geride kalanları.O kadar çok benzeşiyor ki,tığ,kağıt mendiller,terlik,takılar...Sanki ben yazmışım...Ne güzel bir şey bu hüznü de paylaşabilmek.Ayfer Tunç da Sema Kaygusuz gibi benim özel yazarımdır.En kısa sürede sizin kitabınızla birlikte onu da okurum umarım.Sevgiyle kalın.

    YanıtlaSil
  3. Kitabı öyle güzel anlatmışsınız ki çok merak ettim... Bizim soy kütüğünde baba tarafı bildiğimiz gibi Batum'lu çıktı ama anne tarafımın Samsun'lu olduğunu hiç bilmiyordum. :D

    YanıtlaSil
  4. ay bizde de bilmediğimiz bir şey çıkmadı. ana tarafı kırım tatarı, baba tarafı bulgaristan göçmeni... bi kaç enteresan isim var, anlamlarını bulunca döneceğim. :))

    YanıtlaSil