Kaçıp geldiğimiz Antalya sıcağı Ankara'da da eksikliğini göstermiyor bu aralar sağolsun. Özellikle benim uyuduğum-daha doğrusu uyumaya çalıştığım-oda saunadan hallice oluyor geceleri. Serinlik ve hava girsin diye açtığım pencereden içeriye dolunayda kurt adama dönüşmüş canlılar misali geceyarısından sonra basları son ses açarak patinajlı araba turu yapanların cıstakları, düğün ya da alem dönüşü eğlencenin dibine vurup yolüstünde uyumaya çalışanları da mahrum etmeyelim diyenlerin kornaları ve naraları, çöp kamyonlarının kokuyla karışık tangırtıları ve cep telefonunda kavga eden birilerinin tek taraflı bağırtıları doluyor. İşlek bir caddeye bakan apartmanda oturmanın getirisi de sabah ezanı bitkin düşüp sızmak oluyor böylece. Uykusuzluk bu gece tavan yaptı:; sıcak ve gürültüye rutubetten midir nedir bilmem sızlayan dizlerim (anneanneme dönüyorum yavaştan, anneme benzeme aşamasını transit geçtim:) de eşlik edince yanan gözlerle Gün Benderli'nin "Su Başında Durmuşuz" isimli anılarını hatmettim. 2-3 saatlik huzursuz bir uykunun ardından başağrısı ve kazan gibi bir kafayla kalktım yataktan. Balkondaki sebzelerle günaydınlaştım, bir dolu kızarma aşamasında cherry domates, 3 saksı ürün vermeye başlayan sivri biber, iki kök minimal boyutlu meyvesini büyütmeye çabalayan salatalık ve geçen yıl dökülen tohumlarla gümrah bir şekilde çoğalan fotoğraftaki semizotları hazırola geçtiler beni görünce. "Rahat" dedim onlara ve içeriye yönelip sehpanın üstündeki saksıda beklentili gözlerle beni süzen fesleğenimin kafasını mıncıkladım. Parmaklarımı koklayarak gittiğim mutfaktan tostum ve sallama çayımla gelip ev ahalisi henüz uykudayken bilgisayar başına çöktüm. Faideli bir internet turu yaptım; bir dostun doğumgününü kutladım, bir diğerinden kitap önerisi aldım ve tostumun son lokmasını mideye indirip bilgisayardan tablete geçiş yaptım. 10 gündür uğraşıp bir türlü 147. leveli geçemediğim Candy Crush Saga'da birtakım şekerleri patlatıp jöleleri eritmeye çalıştım ama 5 canımı da heba ettiğim halde yine vuslata eremedim. Kader utansın deyip yeni bir 5 canın meydana gelmesi için gereken süreyi geçirsin diye tableti bir yana bıraktım, yan apartmanın altındaki laundryden gelen mis gibi yumuşatıcı kokusunu izleyerek yine balkona çıktım. İnsan az, araç çoktu. Soldaki apartmanın pembe giysileriyle göz alan gündelikçi kapıcısı merdiven yıkıyordu, köpüklü sular asfalta kadar ulaşmıştı. 3-4 yıldır kirli bir çorabın dallarında seyrana durduğu akasya ağacını tımarlamışlar, artık çorap da üzerine yerleştiği dallar da yok. Sıkı bir budamaya kurban gitmiş. Çiçek petallarinin dökülme zamanı geldiğinde evin içine hücum eden kuru petal sayısında bu sayede bir azalma olacağını umuyorum. Ben akasyalarla meşgulken neredeyse tavuk boyutuna ulaşmış iki güvercin balkon saksılarını didiklemek umuduyla parmaklığa kondular, korkuluk olarak beni görünce vazgeçip karşı komşunun sardunyalarına doğru pike yaptılar. Hele bir tanesi öyle şişmandı ki Mısır'da yaşasa kesin pilav üstü kebap olarak bir sofrada yerini almıştı. Yıllar önce okumuştum Colette Rossant'ın "Tadı Damağımda Kalan Ülke: Mısır" isimli yemek-anı kitabında, güvercin eti Mısır'da çok makbulmüş, neyse ki öyle alışkanlıklarımız bıldırcınla sınırlı. Onu bile nasıl yerler şaşarım, bir lokma şey.
Şaka maka Haziran ayı da bitiyor, gündemin yoğunluğuyla nasıl geçti anlamadık bile, bakalım Temmuz bize neler getirecek; umarım huzur, barış ve hoşgörüyle gelecektir...