Bir hafta daha beklentiler, hayal kırıklıkları, umutlanmalar, dertlenmeler, kızgınlıklarla gelip geçti. Ara ara küçük mutluluklar da sığdırmasak güne, kapatıp hayatı gideceğiz. Yetmedi, bitmedi şu güzel ülkenin bize yaşattıkları.
Bu pek sevimli olmayan girizgahtan sonra görelim kendi küçük yaşantımızda neylemişiz. Ankara'yı Nisan ayında vuran karın soğuğu buralara kadar geldi haliyle. Güneş, ayaz, rüzgar, yağmur dörtlemesiyle karışık günler yaşadık perşembeden bu yana. Cumartesi günü "Yedik-İçtik" podcastinde Şirin Payzın sohbetini dinleyerek bir tencere dolma yaptıktan, elektrik süpürgesiyle odalararası bir gezinti düzenledikten, saçlarımı yıkayıp ojelerimi yeniledikten sonra dışardan gelen Kocam Bey'in "Hava güzel" tebliğine uyup yürüyüşe çıktım. Pek de güzel değilmiş, tamam ısı düşük değildi ama bağrıma bağrıma vuran rüzgâra maruz kalınca anneannemi hatırladım. Önünde uzun bir kavak ağacının yükseldiği balkonuna oturur, kavağın hışırdayan yapraklarına dalıp "Es kara bağrıma es" diyerek rüzgârı çağırırdı. Muhtemel ki Niğde'nin yemyeşil bağlarında geçen çocukluğuna dönerdi. Bense anneannemin tersine "Çekil git bağrımdan be!" diye çemkirdim, hasta olup bir parti daha yatmak gibi bir arzum yoktu doğrusu. Montumun fermuarını çektim, uygun adımlarla sahile doğru yürüdüm. Derken aklıma geldi, parkın ilerisinde içinde erguvanların ve mor salkımların içiçe geçtiği bir yar var, bu mevsimde bütün çiçekleriyle coşar ve olağanüstü bir görüntü sunar gören gözlere, gidip bir bakayım dedim. Gel gör ki mor salkımlar geçmiş, erguvanlar da yapraklanmış. Geç kalmışım anlayacağınız. "Kısmet" diyerek yönümü parka çevirdim. Parkın da en sevdiğim, el değmemiş, hüdayinabit bitkilerin yetiştiği kısmına yürüdüm.
Beklerim her gün bu sahillerde
Biraz oyalandım parkta, rüzgâr yemeyi göze alarak falezlerin üstünde çiçeklenmiş sarı papatya ve üzüm sümbüllerinden üç-beş tane topladım, şimdi yanımdaki vazoda bana eşlik ediyorlar.
Eve dönerken yoluma safi çiçeğe kesmiş yalancı orkide ağacı çıktı. Bir süre durup seyrettim, fotoğraflamadan gitmeye gönlüm razı olmadı:
Akşama doğru bir şeyler atıştırdım ve hazırlanıp çıktım, zira "Don Kişot" balesinin prömiyerine günler öncesinden alınmış biletim vardı. Lakin 20.00'de başlayacak gösterim "ulaşım güçlüğü nedeniyle" 20.30'a alındı. Geç kalıyorum diye taksiye bindiğimle kaldım, epey bekledikten sonra başlayan temsil beklediğimize değecek kadar iyi kotarılmıştı. Bizim balenin bildiğimiz dansçılarının yaşları yavaş yavaş kemale erdiği için yerlerini genç balet ve balerinler almaya başlamış, çoğunluğu da Japon. Bazıları minicik, bilmeseniz çocuk sanırsınız. Başroldeki balerin de Japon'du ve çok iyi bir performans sergiledi:
Hıh! Ne var sanki şu sıçrayışta, ben de yaparım 😂😋
Çıkışta yağmur başlamıştı, karşı durağa geçtim ve evin önünden geçen otobüsü beklemeye başladım. Durak kalabalıktı, üniversite öğrencisi olduğunu aynı otobüse binince anladığım iki genç kızdan biri diğerine, "Don Kişot Alman mıydı?" diye sordu, diğeri bilmediğini söyledi, merak eden ısrar edince Google aramasına niyetlendi arkadaşı. Yormayım diye "İspanyol" diyerek bilmişlik yaptım. "Aaa" dedi soruyu soran, "temsildeki flamingo danslarından anlamalıydım". Peki! Aslında o flamingo değil penguendi ama neyse 😂
Ve Pazar günü geldi çattı, resmen siftindim evde doğru dürüst bir iş yapmadan. Sonra bir film izleyeyim bari dedim. Prime Video'da yeni eklenmiş "Holland" isimli bir film gördüm. 2025 yapımı, başrolünde Nicole Kidman ile Gael Garcia Bernal'i görünce iyi bir şeydir diye düşünüp başladım ama çok kötüydü. Nicole galiba parasızlık çekiyor bu filmde oynamayı kabul ettiğine göre, gözüme de pek kötü göründü, yanakları kırmızı, dudakları ördek, saçları saçma bir sarı, Gael Garcia da yaşlanmış, köy kahvesinde okey oynayan emmilere dönmüş 😂 Filmin adı "Holland" ama Hollanda'da değil ABD'nin Michigan eyaletindeki "Holland" şehrinde geçiyor. Şehri Amerika'ya yerleşmiş Hollandalılar kurmuş, aynı oradaki gibi değirmenler, lale tarlaları ve evler var. Filmi beğenmesem de bir şey öğrenmiş ve görmüş oldum.
Ve yine bu yazıyı arkadaşların yolladığı leylak fotoğraflarından biriyle bitireyim. Pelinpembesi yollamış sağolsun:
Yazı yine harika çoğu yakistirmalarinıza güldüm ve beğendim. Anneanneniz ve anneniz şimdi hayatta olsaydı eminim yenimahallenin şimdiki haline çok üzülürdü.
YanıtlaSilKonuk gelmişim buraya :)
YanıtlaSilHolland karşıma çok çıkıyor, Nicole olunca iyi olur diye düşündüm ama
notu 5 civarı görünce vazgeçtim. Sen de böyle yazınca hiç bakmayayım..
Yalancı orkide ne güzelmiş. :)
YanıtlaSilLeylak da çok güzel, keşke kokusunu da alabilsek. :)
Yapraksız orkidenin bu dönemi kısacık ve şahane oluyor. Bu ağaca şaşırıyorum ben çünkü hem -20’leri bulan Almanya’nın hem de 45’i bulan Antalya’nın ortak bitkileri arasında! Bu bile mucizevi geliyor bana <3
YanıtlaSilHolland'a ben de epey şaşırdım. Nicole'ün bu robot hallerinden zaten gına geldi. Ortalık oyuncu kaynıyor, nedir bu ısrar? Koyun oraya genç bir yüz, her yerde tekel var sahiden.
YanıtlaSilOrkide ağacına bayıldım ne kadar güzel. Nicole'ün son bir dizisini izlemiştim cidden robot gibi hiç surat ifadesi kalmamış. Hülya
YanıtlaSilMerhabalar.
YanıtlaSilSayfanızı inceleyip okuduğum da cıvıl cıvıl baharın renklerinin yansıdığı, güzel manzaralardan etkilendim. Rahmetlik annenizin şarkısı, Don Kişot bale gösterisi... MaşAllah günleriniz ne güzel dolu dolu geçiyor. Siz de zamanın nasıl geçtiğini bilmiyorsunuzdur. Pelinpembesinin gönderdiği leylak resmi, doğada yetişen leylak mıdır? Leylakları ben de çok severim.
Evet bir hafta sonuna daha geldik.
Size sağlıklı ve iyi bir hafta sonu dilerim.
Selam ve saygılarımla.