.

.
.

13 Eylül 2024 Cuma

İSTANBUL, 3. GÜN / 13 EYLÜL

Her güzel şeyin sonu var, biz de geldik son güne. Güzel manzaralı terasta veda kahvaltımızı yapıp akşamdan hazırladığımız valizleri resepsiyona emanet ederek hesabı kapatıyor ve gitmeden bir de Beyoğlu diyerek Karaköy iskelesine yürüyoruz. Anadolu yakası güneşli, lakin Avrupa semalarında kara bulutlar var. Otelden çıkmadan şemsiye mi, şal mı ikilemi yaşayıp ağırlık olmasın diye tercihi şaldan yana yapmıştım, çok geçmeden pişman olacağımın henüz farkında değildim. Vapura biniyor ve bir daha nerede göreceğiz diyerek rüzgara rağmen açıkta oturuyoruz. Karşımızda tüm görkemiyle Haydarpaşa, geçen yılki sabahlığını çıkarmış, transparan geceliğiyle poz veriyor gelene geçene:

"Üşüteceksin, dikkat et" diyerek el sallıyorum, arkamdan "Sen kendine bak, birazdan yağmuru yiyince görürsün gününü" dediğine eminim 😀

Rüzgar saçlarımızı havalandırıyor, denizin yüzü kırışıyor, bulutlar kararıyor, aklım valizde bıraktığım şemsiyede. Yağmur sevmeyen biriyim ben, kapalı bir yerdeyken, tercihan evdeyken yağsın, sözüm yok ama dışardayken yağmura yakalanırsam ruh halim değişiyor, kurt kadına dönüşüyorum, nursuz ve mutsuz oluyorum, panikliyorum. Nitekim tehlike yaklaşıyor:



Ve vapur tam iskeleye yanaşırken iri iri damlalar düşmeye başlıyor. Koşturarak karşıya geçiyor ve sahildeki cafelerden birine atıyoruz kendimizi. 



Yağmur kaçağı iki sokak köpeği ve bir fotoğraf grubuyla birlikte yağmurun dinmesini bekliyoruz. Beklerken birer kahve içiyoruz, yandaki gruptan bir kadın getirdiği kahveleri masa arkadaşlarının üstüne deviriyor. Yağmurdan kaçarken kahveye yakalanmak deyimi gerçekleşiyor. Dışarda bir meczup ıslanmaya aldırmadan kıyı boyunca yürüyor, ıslak tenhalıkta İstanbul'u dinliyorum gözlerim açık.

Yağış hafifleyince kalkıyor ve Tünel'e yürüyoruz ama o da ne? Tünel yok. Vallahi de yok, billahi de yok. Sağa sola soruyoruz, tarif ediyorlar, yağmur tekrar başlıyor. İki adamın elinde şeffaf baston şemsiyeler, evde aynılarından 5 tane sıralı ama alayım hadi diyorum, saçma sapan bir fiyat söyleyince "Abartsaydın bari" deyip dönüyorum, arkamdan söyleniyor. Tarif edilen yere geliyoruz, Tünel yine yok. Kuş olup uçmuş sanki ve birden jeton düşüyor, Önünden geçip durduğumuz kapalı kepenk Tünel. Ne kadar ayıp, şu yağmurlu havada, üstelik Ankara'dan gelmiş konuklar varken kapı çekilip gidilir mi komşu? Niye kapalısın ayrıca, saat olmuş neredeyse 11.00. Çaresiz eski dost Kamondo Merdivenleri'ne yürüyor söylene söylene çıkıyoruz, daha doğrusu ben söyleniyorum, kız kardeş yağmur düşmanı değil, üstünde yağmurluk var, dizleri de orijinal (maşallah, hep öyle olsun) 😀 Biz tırmanırken yağmur duruyor, güneş çıkıyor, bir buhar banyosu hasıl oluyor bu defa, kendimi Antalya'da hissedip memleket özlemimi gideriyorum 😋 Saçlarımın tepesinden belime kadar sırılsıklam durumdayım, yağmur, nem, ter karışımı bir parfüm kullanıyorum 😂 Galata'ya erişiyoruz, Kule'ye bir selam çakıp İstiklal'e yönleniyoruz. Hava açtı, biraz kurusam keyfim yerine gelecek. Yol üstü Galata Mevlevihanesi'ne giriyoruz, lise yıllarıma dönüyor ve "Hihi ben bu okula atanamazdım ama torpilim vardı" diyen saftirik edebiyat öğretmenimizle birlikte Şeyh Galib'i anıyorum. Uzun zamandır aklıma gelmeyen "Sebk-i Hindi" akımını hatırlayıp gülüyorum. Kız kardeş hazirede mezar taşları arasında dolanıyor, ben etrafa bakınıyorum, bir çocuğunki kadar küçük mezarları olan kadınların ismini okuyorum. 

Mevlevihane çıkışı kendimi ilk gördüğüm güneşli kafeye buyur ediyorum. Pek de renkli, çiçekli bir mekan, dünyayı pespembe görmek için birebir. Kız kardeşi Botter Apartmanı'nı gezmesi için yolluyor, güneş alan bir masaya yerleşip kurumaya çabalıyorum.



Fuşya güllü masada sade kahvemi içip bir miktar kuruyunca keyfim yavaştan yerine geliyor. Tuvalete girip sağıma soluma kağıt havlular yerleştiriyor ve yanıma gelen kardeşle tekrar Casa Botter'e gidiyoruz, niyetim onu balkondan Cadde-i Kebir'e doğru fotoğraflamak, geçen yıldan benim var, neden onun da olmasın. Çekiyorum fotoğrafı, üstüne bir de selfie, o kadar cefa çektik gelmek için, sefasını sürelim madem. Sonra da çirkin restoreli Narmanlı Han'a girip ünlülere yılışıyoruz. Sağolsun Bedri Rahmi, Tanpınar Beyler ve Aliye Hanım hatırımızı kırmıyor poz veriyorlar bizimle 😊


İstiklal henüz tenha, Pazar mahmurluğu ve yağmurlu hava yerlileri caydırmış, mevcut nüfusun büyük çoğunluğu turist. Buraya ilk gelişimle şimdinin arasında 20 yıl var ve bir o kadar da farklılık. O güzelim dükkanlar, pastaneler, cafeler, kitapçılar yok olmuş. Kuzenle Markiz'de oturuşumuz geliyor aklıma, içim burkuluyor. Bir kitap almak niyetim, rutinimdir her gittiğim şehirden alırım, girdiğim iki üç kitapçıdan ziyade cafe özelliği ağır basan yerde çok satan saçmalıklardan başkası çarpmıyor gözüme. Sonra İş Bankası Resim Heykel Müzesi'ne giriyoruz, önce satış mağazasına dalıyoruz. Biz iki kardeş çok severiz müzelerin satış mağazalarını, burası da pek şükela. Karpuzlu bir magnet kapıyorum, tam buzdolabıma layık, kışın bakar yazı özlerim. Süleyman Seyyit Bey'in "Karpuzlu Natürmort"undan alıntı. İki de kartpostal, biri Galata Köprüsü'nden bakan kırmızı şemsiyeli bir kadın, tam bugünkü ruh halime uygun. Mustafa Nuri Paşa'nın "Galata Köprüsü" tablosundan bir detay. Kız kardeş biraz abartıyor ve büyükçe bir reprodüksiyon alıyor, çok güzel, bu arada sempatik satış görevlisiyle sohbeti koyultuyor ve orada kalış süremizi uzatıyoruz ve müzeyi gezmeyi bir dahaki gelişe bırakıp ayrılıyoruz. Acıktık, lokanta arayışındayız. İki yanlı sıralanan Koska'ların ve giyim mağazalarının arasından gözümüzün tuttuğu bir mekan bakınıyoruz. Sonunda "Otantik Anadolu Yemekleri" yazan bir yere giriyoruz, "Yer mi Anadolu çocuğu?" diyerek 😂 Ve yiyoruz, ısmarladığımız keşkek ve yuvalama çorbası gerçekten güzel. İlk kez içe sinen bir yemek yemiş oluyoruz üç günün sonunda. Saat giderek ilerliyor, Tünel'e geri dönüyoruz, bu sefer açık neyse ki, kendisine biraz sitem ediyor ve yandaki İstanbul Kitapçısı'na giriyoruz önce. Almak istediğim kitabı buradan temin ediyorum. Pek şirin bir şey, Ali Nazima Bey'in 2. Abdülhamit döneminde çıkan Maarif Dergisi'nde yayınlanmış kuşlar hakkındaki makalelerinin toplanıp yeniden basıldığı, resimlerle süslü "Kuşlar Kitabı". Sıkı bir fiyat ödüyorum ama pişman değilim Hakim Bey 😀

Tünel sabahki kabahatinden özür bile dilemeden bizi Karaköy'e bırakıyor, oradan vapura geçiyor, yorgun ayaklarımızı uzatıp önce klasik, sonra halk türküleri çalan müzisyenin nağmeleriyle Kadıköy'e ulaşıyoruz. Kadıköy Çarşı'ya girip Beyaz Fırın'dan yolluk karbonhidrat alıyor ve otele yollanıyoruz. İlk işim valizden kuru giysiler alıp üstümü değiştirmek oluyor, sonra da tekerlekleri tıkırdatarak Yeldeğirmeni cafelerinden birine "Leke Cafe"ye oturup kahvemizi içmeye başlıyoruz. Niyetimiz trene bir saat kala yürüyerek Söğütlüçeşme'ye gitmek. O sırada eski blogdaşlarımdan İlknur arıyor ve yerimizi öğrenip az sonra yanımıza geliyor. İki lafın belini de onunla kırıyoruz ve sağolsun bizi arabasıyla tren garına bırakıyor ki onca ıslanma ve yorgunluğun üstüne büyük lüks oluyor. Çok yaşa İlknurcum 💗

17.30'da vedalaşıyoruz İstanbul ile, tüm kaosunla seviliyorsun, biz var yine gelmek...



9 yorum:

  1. yine gelin, hep gelin :) ankara'da da buluşmak üzere öğretmenim

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Fırsat çıkarsa hiç kaçırmayız inan :) Ankara'da rahat rahat buluşalım Şulecim...

      Sil
  2. İstanbul huysuz sevgili gibi, size de kendi usulünce cilve yapmış işte. :))
    Yine bekleriz. 💜

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Son gün fena cilve yaptı valla, olsun varsın, çekeriz nazını. Biz de sizleri bekliyoruz efendim :)

      Sil
  3. Yağmurlu havadan değil Nurşen Hocam artık orada turistler yaşıyor. Tekrar bekleriz Istanbul a. Hülya

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Turistler bile azdı Hülya Hanım o saatte, yağmur yeni dinmişti çünkü. Umarım en kısa zamanda tekrarını yaparız Hülya Hanım çok sevgiler...

      Sil
  4. Bu şimdiki zaman kipini çok sevdim. Sizinle yürüyor geziyor görüyorum.
    Yağmurla ilgili sanki beni yazmışsınız. Dışarıda yakalanmaya tahammülüm yok, içeride kuru kuru romantikçe izliyorum. İstanbul'un kuzeylerinden sizi kucaklıyor, tekrar kavuşmak üzere şehrimize yine bekliyoruz. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ya gezi yazılarını öyle yazmayı seviyorum. Ben de yeniden geziyor gibi hissediyorum.
      Yağmur konusunda benim gibi biri olduğuna çok sevindim, herkes kızıyor bana böyle söyleyince ama sevmiyorum arkadaş, ben evdeyken yağsın :) Kocam diyor ki küresel ısınma senin yüzünden :)))
      Ben de Ankara dolaylarından kucaklıyor sizleri burada görmek dileğiyle sevgiler yolluyorum...

      Sil
  5. Ne güzel gezmişsiniz öğretmenim, bizi de gezdirdiniz :) İyi ki gelmişsiniz, kısacık da olsa iyi ki yüz yüze tanıştık. Yine gelin şehr-i yar'a, hep gelin, bizi de gezdirin.. Kardeşe çok selam..

    YanıtlaSil