.

.
.

23 Mart 2024 Cumartesi

ANDIKÇA GEÇEN GÜNLERİ*

Bir cumartesi gününe yakışmayacak kadar erken kalktım. Hoş bana her gün cumartesi. İki kişilik hane halkının yarısı uykuda. Ev sessiz, sadece zemin kattaki tabelacının yaşına inat yüksek volümle dinlediği rock şarkıların basları duyuluyor. Orhan Pamuk romanı gibiyim, "Kafamda Bir Tuhaflık", ben buradayım da beynim seyahate çıkmış sanki. Gidip kahve yapıyorum, kahve tenekesinin üstündeki magnette "Kahve içen yorulmaz" yazıyor. Mehmet Efendi ve Mahdumları öyle buyurmuş, vardır elbet bir bildikleri, kaç yılın kahvecileri onlar bilmeyecek de içen ben mi bileceğim. Son yudumda dipdiri olmayı bekleyerek kafamdaki tuhaflık ve elimdeki kahveyle odaya dönüyorum. Evin en sevdiğim yeri, kitaplıklı odam. Raflara ve eve temizlik için gelen yardımcıların tozlarını alırken şikayet ettiği objelere göz gezdiriyorum. Her biri beni ayrı bir yere, farklı bir ana ışınlıyor. İşte. TV'nin üstündeki rafta, oğlumun mezuniyet fotoğraflarına eşlik eden minnacık Volkswagen minibüs ve siyah tavanlı sarı kaplumbağası. 2006 yılıydı, uzun yıllar sonra İstanbul'a, kuzenimi ziyarete gitmiştim ve ilk kez tek başıma çıkmıştım. Annem yeni ölmüştü, oğlum askerdeydi ve hayat pek sevimli gelmiyordu haliyle. Üsküdar'dan bindiğim vapurla Beşiktaş'a geçmiş, oğlumun arzusu üzerine kumpir yemek için Ortaköy'e yürümüştüm. Kumpiri aldığım satıcıya bir de fotoğraf çektirmiştim oğluma yollamak için, o da benden aynını istemişti, "Sen de beni çek abla, oğlun kumpiri kimden aldığını görsün" 😊 Haydi siz de görün, "Ali Baba" yazan stand:

Kumpiri yiyip ara sokaklara dalmış, bir seyyar tezgahtan da iki minyatür Volkswagen'i almıştım. Günün anısı olarak 18 yıldır o rafta durur.

En üst rafta bir sıra kaktüsüm var, gerçek değil ama her görenin gerçek sandığı seramikler. Hemen yanlarında onlara eşlik eden, içinden kendisinden büyük mavi bir çiçek fışkırmış plastik sarı bir saksı, minicik. Pandemiden önceki yıl Denizli'ye gitmiştik, orada çalıştığımız yıllardan arkadaşlarımızda misafirdik. Yeni açılan teleferiğe binmiş, Bağbaşı'nda kahve içmiş dönüyorduk ki arabanın lastiği patladı. Kocalar lastikçi aramaya gitti, biz de yürüyerek eve dönüyorduk ki ayağım kaldırımda bir şeye takıldı. Eğildim, mavi çiçek "Beni de götür" diyordu. Kırar mıyım hatrını, şimdi raftaki yerinde bana o günü hatırlatıp durur.

Teleferikten kuşbakışı Denizli, önde baraj gölü, uzaklardaki beyazlık Pamukkale...

Kitaplığın ikinci bölmesinin üst rafında Şuşu'mun boyadığı Frida çizimli bir taş, Burgazada Sait Faik Müzesi'nden aldığım "Lüzumsuz Adam" kitabının mini replikası ve oğlumun çok küçükken bana doğum günü hediyesi olarak verdiği Çin işi, ufak bir tabak var. Üçü de benim için çok anlamlı.

Her yılbaşı kendime aldığım ya da hediye gelen melek biblolarının ve Snoopy sülalesinin bulunduğu rafları geçip en alta indiğimde bej rengi, tabanında ve üst kısmında kahverengi çizgiler olan uzun bir kupa görüyorum. İçinde oğlumun nikahında anı olarak dağıttığımız kalemlerden artanlar duruyor. 70'lerin sonları, henüz seramik işleri bu kadar yaygın değil, mevcutlar da çok pahalı. Cinnah Caddesi'nin girişine Çanakkale Seramik bir mağaza açmış. Uzun bir kuyruk bekleyerek kısa zaman önce faaliyete geçen Akün Sineması'nda "Rüzgar Gibi Geçti" filminin restore edilmiş versiyonunu izliyor, çıkışta aklımızda Scarlett O'Hara ve Rhet Butler merak ettiğimiz mağazaya gidiyoruz. Söz konusu kupa o günün yadigarı.

Yan duvar, en üst raf. Köşede birbirine sokulmuş beyaz porselenden bir tavşan ve bir kedi biblosu var. Kuyrukları ve tepeleri kürklü. Tavşanın patilerinde bir demet çiçek, kedide yün yumağı var, çok şirinler. Bu iki biblo ilk maaşımla kendime aldığım ilk süs eşyası. Kızılay'ın Kızılay olduğu zamanlarda, Bulvar'ın Sıhhiye yönündeki bir züccaciye mağazasından almıştım. Şimdi yerinde Divan Pastanesi var.

Raflararası seyahatime şimdilik ara verip kendime bir kahve daha yaptım. Fincanın içinde "Today is your special day" yazıyor. Fincan da günleri şaşırdı, onun da benim gibi kafası karışık, dün geceki haberlere kulak verip de kafası düzgün olan pek yoktur zannımca. Moskova'dan söz etmek istemiyorum asabım bozuluyor zira, huzura hasret kaldık. İsmet Nedim ölmüş. Yeni nesil bilmez onu. Benim çocukluğumda ve yeni yetmeliğimde pek meşhur bir ses sanatçısı ve bestekar idi. Besteleri biraz fantezi türünde idi, Hafif Türk Sanat Müziği diye bir tür uydurmuşlardı, o türe dahil ederlerdi bestelerini ve fakat çok ünlüydü. Şarkıları Yeşilçam filmlerinin değişmeziydi. Birini dinleyelim:


Bizim evde şarkılarından ziyade başka bir yönüyle konuşulurdu. Babamın kısa bir süre çalıştığı işyerinde oda arkadaşı olan bir kızla nişanlanmiş ve sonra da evlenmişti. Sözkonusu kişi bunca ünlü olunca halkın beklentisi de ünlülerden biriyle evlenmesi yönünde oluyor. O yüzden uzun sür bu konu gündemimizden düşmemişti, bize neyse. Bana hep İngiliz lordlarını hatırlatan görüntüsüyle çocukluğuma renk katan kişilerden birini daha yolcu ettik öbür tarafa. Huzurla uyusun...


*Andıkça Geçen Günleri: Sultaniyegah şarkı/Beste: Lemi Atlı

4 yorum:

  1. Leylakcığım,
    Senin en ufak objeyi nasıl da ayrıntılı hatırladığını her okuyuşumda, kendi eşya hafızamın zayıflığına hayıflanıyorum inan. :)
    Şimdi dilime "hey gidi günler" takıldı, söyleyip duruyorum. :))

    YanıtlaSil
  2. Anı koleksiyoncusu canım Leylakdalım, sayende ne güzel hislerle doluyor okuyanın içi..

    YanıtlaSil
  3. minicik bir obje ne çok şey çağrıştırıyor değil mi? çok seviyorum böyle anı yüklü nesneleri...çok yaşayın siz, ne güzel anlatmışsınız öğretmenim

    YanıtlaSil
  4. Bugün ben de eşim sağolsun bir cmt gününe yakışmayacak kadar erken, sabahın(?) 5'inde uyandım. Kendisi balığa gidecek diye tüm ev halkı uyanmak zorundayız 10 kez çalan alarm sebebi ile. Neyse biz yazıya dönelim; raflar arasında çıktığınız yolculuk pek keyifli :) İsmet Nedim'i isim olarak bilmiyordum ama parçaların hepsini Türk filmlerinden tanıyorum :)

    YanıtlaSil