Koşturarak başladığım Ağustos ayının ikinci haftasında oturdum kaldım. Anneannem olsa "Çok koşan çabuk yorulur" derdi. Sıcak bir yandan, Covid'le yaşadığımız iki aylık balayının sona ermesi bir yandan, memleket halleri bir yandan insanda gülümseyecek hal kalmıyor. Ben de kendimi film ve dizilere vurdum birkaç gün. 4 ciltlik Napoli romanlarının diziye uyarlanmış halinin 3. Sezonunu izledim. Lenu ve Lila büyüdüler, çocuk sahibi oldular, bir sürü şey yaşadılar, zaten biliyordum bunları ama kitaba son derece sadık kalarak çekildiği, karakterler ve mekanlar çok iyi seçildiği için keyifle izledim. 4. Sezonu da iple çekiyorum. Sonra Antalya'da başlayıp ilk bölümünü izledikten sonra unuttuğum bir dizi geldi aklıma, GAİN'de yayınlanıyordu, Duygu Asena'nın bir romanından uyarlanmış: "Aslında Özgürsün". Aslında ne oyuncuları, ne de diziyi sevdim ama Duygu Asena'nın hatrına dişimi sıkıp bitirdim bölümleri. Bir sürü dijital mecraya üyeyim, yine de dönüp dolaşıp Netflix ve Mubi'ye takılıyorum. Verdiğim paraya yazık. Amazon Prime'ın kaç aydır yüzüne bakmadım mesela, BluTV dersen keza. GAİN'i de nihayet hatırladım. Bitsin süre, devam etmeyeceğim.
Filmlere gelince, Ağustos ayının ilk filmi Tilda Swinton sevgimle MUBİ'de yayınlandığı gün başına konuşlandığım "Memoria" oldu. Kendisi Cannes'den ödüllü imiş efenim. Cannes'deki bu yarışma sanırım yılın en sıcak günlerinde yapılıyor, jüri üyeleri de oh klimalı salona yayılıp her sekansı on yüz milyon bin dakika sürdüğü için uzadıkça uzayan filme serin serin ödül veriyorlar 😀 Film başladı, çok geçmeden otoparktaki arabaların alarmları çalmaya başladı, alarm bu çalar tabii ki, çalsın diye takılmış zaten. Ama kardeşim gerçek hayattaki alarmın çalma süresi boyunca çalmak zorunda mı? Zır zır zır, susmuyorlar, koro halinde ötüyorlar. Kalktım mutfağa gidip su aldım, döndüğümde hala çalıyorlardı. "A-ha" dedim, "tipik festival filmi, haydi kolay gele". Neyse efenim hastanede yatan kardeşini ziyaret için Kolombiya'ya gelen esas kızımız orkideci Tilda duyduğu sesin kaynağını, sebebini, ne olduğunu araştırmak için girişimlerde bulunmaktadır, hem ziyaret, hem ticaret yanisi. Bir ara şehir meydanına geldi ve bir banka oturdu. Kadın oturdu kalkmaz, ööyle oturup hülyalı hülyalı ufka bakıyor. Gittim ojemi aldım, her iki elime de iki kat sürdüm, kadın hala oturuyor yeminle. Ekranı dürttüm kalksın diye oralı olmadı. Ojelerim kurumuştu ki kalkmaya karar verdi, oh şükür. Bir başka böyle gerçek zaman tamamlamalı sahnede de ayak tırnaklarımı kestim söylemesi ayıp. Benim dizler protez olduğundan bu tarz işleri çok zor yapıyorum, hem zahmetli, hem uzun sürüyor. Ankara'da yakınlarda bir pedikürcü ayarlayamadığım için de iş başa düşüyor. Eğile büküle neredeyse 10 dakikada hallettim, sahne hala aynı, e ama ayıptır yahu. Seyirciye de yazık. Sonra efendim bir sahnede Tilda'nın muhabbet ettiği adam uyudu. Uyusun tabii de uyansa da olur hani. Adam uyudu, kıpırdamıyor. Laptop dondu galiba dedim, orasını burasını kurcaladım, yok laptop sağlam adam uyuyor. Yönetmen kıyamadı galiba, yazık uyusun film bitince uyandırırız dedi. Hasılı kelam film bitti ben de bitti, bir şeyler vardı filmde ama uzatmalara odaklanmaktan ne olduğunu anlayamadık 😀 Laf aramızda Tilda da mezardan çıkıp gelmiş gibiydi:
"Memoria" dışında yine Mubi'de "Hayat Boyu" isimli 2013 yapımı bir yerli film, bir de 1999 yapımı Tayfun Pirselimoğlu imzalı, Ahmet Uğurlu'nun başrolünü oynadığı "Dayım" isimli bir kısa film izledim.
Dün yine ameliyat sonrası göz kontrolü vardı Kocam Bey'in. Sabahın köründe yola düştük ki işimiz bir an önce bitsin ama nerede? Giriş yaptır, görme alanı çektir, doktorun kapısında sıra bekle, muayene yaptır, diğer doktora yönlendiril, diğer doktorun kapısında bekle, sonra bilgi verilmediğini ve boşa beklediğini öğren. Asistan kızın fark etmesiyle sıraya alın, göze damla damlatılsın, bir daha damlatılsın, bir daha damlatılsın. göz bebeği büyüyüp askerlik çağına gelince muayeneye çağrıl, offfff!! Eve geldiğimizde saat 14.00'dü. Neyse ki olumsuz bir durum görülmedi de beklediğimize değdi. Dönerken markete uğrayıp alışveriş yaptık, aldıklarımın arasında barbunya vardı. Geçenlerde yaşadığım bir olayı hatırladım. Bizim caddeyi Kızılay'a bağlayan üst geçidin bitiminde ara sıra alışveriş yaptığımız bir manav var. Bir seferinde "Barbunya var mı?" diye soracak oldum, adam patladı adeta. "Yok" dedi, "yok". Buraya kadar anladık, yokmuş. Ama o devam etti: "Toptancıyım ben". Toptancı barbunya bulundurmaz mı, yasak mı, ayrıca toptancıysan şimdiye kadar aldıklarımız toptan alışveriş miydi? Fikirlerimi kendime sakladım haliyle, "Peki" deyip yoluma gidecektim ki uzattı: "Yok, satmıyom ben, pazara git. Cumartesi günü pazar var oraya git". Fesuphanallah, cümle arızaları çeken bir paratonerim ben. Ekonomik kriz adamın başına vurmuş anlaşılan çatacak yer arıyor. Yol üstü önünde durup elimde barbunyayla "Barbunya var mı?" diye sormamak için kendimi zor tuttum 😀
Barbunyayı aldım ama pişirmedim, sadece ayıkladım. Onun yerine kısır yaptım. Kısırı yaparken Spotify'da Zeki Müren'den şarkılar dinledim. Böyle bir ses bir daha gelmez herhalde, zaten Türk Sanat Müziği dinleyen de pek kalmadı. Dinledikçe çocukluğumda ve ilk gençliğimde gittiğimiz gazinolar geldi aklıma, şimdiki zamanla kıyaslayıp hüzünlendim biraz. Neyse gazino zamanlarını başka bir yazıda anlatayım, zira çok uzadı. Filmli, dizili, şarkılı, türkülü ve barbunyalı günler dilerim efendim 😀
kahkaha attım vallahi öğretmenim. Filmi seyretmedim ama seyretmiş kadar oldum sayenizde :) Toptancı manav'ın zor bir günüydü herhalde, ramazan olsa "oruç başına vurmuş" diyeceğim ama o da değil :)
YanıtlaSilGüzel bir film deneyimi olmuş:)) barbunyayı kuru olarak severim yaşını bir türlü sevemedim.
YanıtlaSilTildalı yazının bir kısmını ekmekçimdeki yorumda okuyup gülmüştüm, buraya alman çok iyi olmuş hakikaten çok güzel tesbitler :))
YanıtlaSilBu tip ters adamlar neden insanla iş yaparlar yahu (hoş adam toptancıymış niyeti aslında halka inmek değilmiş ama olmuş işte bir şeyler demek ki). Geçen (dediğim 12 gün önce, hastalanmadan yani) trafikte birine çattım. 50 ile gidilecek yoldayım, adam arkamda kıllanıyor geçemiyor da tek şerit. Yol genişledi hah dedim gelir bu yanıma şimdi, aynen de öyle oldu. Yanıma geldi camı açtı tam ağız dolusu sövecek L. yan koltuktan adama dönüp hellooooo dedi. Adamın tüm öfkesi içinde kaldı :)) Ben de dil çıkarttım adama :)) Ay birimiz 5 birimiz 43.. Kafalar güzel, adam açtığı camı aynı hızla kapattı ve ışık yeşile dönünce de horrrrr diye gazlayıp önümüze geçip çekti gitti. Senin pazarcıya pardon toptancıya da uğrayalım Leylakcım sen adresini eşgalini ver, biz oğlanla hallederiz gerisini :)))))
Film yorumuna yine güldüm, burada okurken de. :))
YanıtlaSilBarbunya hususu mühim tabii, kim bilir adamcağızın tavuğuna kim kışt dediyse... ;)
Kısır ben de dün yaptım, sonra atladık öğle arası kızlarla arabaya, bir parkta öğle arası pikniği yaptık :) Bizim kafalar aynı çalışıyor. Zaten Türk Sanat Müziği de dinliyorum. Hep demişimdir, bence senin fahri evladın olabilirim :)
YanıtlaSil