Bir sabah uyanacağım ki Gregor Samsa gibi bir spor salonuna dönüşmüşüm ya da kütüphaneye. Ameliyattan sonra hayatımı üç faaliyet belirliyor, kutsal üçleme: Egzersiz, Kitap okuma, Tablette oyun oynayıp şeker patlatma. Yatağın yüksekliğinden dolayı kendimi çileye çektiğim, önce anamla babama, sonra kardeşime, ardından oğluma ve şimdi de bana ait olan odada kardeşimin ergenliğinden kalma gardroba bakarak başlıyorum mesaiye. Salona geçtiğim ender zamanlar dışında gardrop sürekli manzaram. Hatta üstünde iki adet de koli var, zamanında oğlumun aldığı ses sistemlerinin şimdi içinde ıvır zıvır olan kolileri, DJ Wheels yazıyor üstlerinde, baka baka ezberledim. Evle ilgili yegane faaliyetim arada çamaşır yıkamak, bir-iki dağınık toplayıp bulaşık makinesi boşaltmak. Bir-iki kere yemek de yaptım ama geçen hafta çok ağrım olunca fizyoterapistim ayakta uzun süre kalmayı, yemek yapmayı, fazla oturup kalkmayı yasakladı. Oturup kalkmam şu nedenle kısıtlı, layık olduğum yüksek bir makama yerleşmemişsem oturduğum yerden kalkmam çok acı veriyor. Ağırlık dizlerime bindiği için adeta bıçaklar saplanıyor. O yüzden mümkün olduğu kadar çilegâhımdaki yüksek yatakta yatıp oturmayı tercih ediyorum. Annemin iç salonda duran bir koltuk takımı var, minderleri olağanüstü yumuşak, normal şartlarda pek keyifli olur üstünde yatması ama benim durumumda adam yiyen bitkiye dönüşüyorlar. Geçenlerde boş bulunup kanepesine oturacak oldum, kanepe benim etrafımı kapladı adeta. Ters dönmüş hamamböceği gibi debelene debelene kalkamadım oturduğum yerden, aile efradı seferber oldu, çekiştire ittire ayırdılar kanepeden, yoksa ebediyen orada kalacaktım 😃
Her ne kadar fazla hareket etmesem de bu oturup kalkmalar ve egzersizler beni epey yoruyor, ameliyat sonrası kondüsyon düşüklüğüm de var haliyle, akşam saat 9 civarı gözüm kapanmaya başlıyor. Geçen haftaya kadar gece uykum adeta hiç yoktu, ağrılarla bölünmüş, beynimin uyanık, gövdemin yarı uyur olduğu, kesik kesik bir şeydi uyku dediğim. Sadece dizlerimi suçlamıyorum tabii, babamın bizlere yaptığı kötü sürpriz de ruh halimi dibe vurdurunca ara da bul uykuyu. 2 gündür biraz uyuyabiliyorum. Ama erkenden yattığım için gece yarısı pat diye açılıyor gözlerim. Bu gece 2 de uyandım mesela, sağa dön debelen, sola dön debelen, baktım dizleri ağrıtacağım yine yaktım gece lambasını oturdum. Sadık dostum tabletimi aldım elime, Toyblast, Candy Crush Saga, Candy Crush Soda canlar bitene kadar oynadım. Uyku gene yok, kitabımı aldım elime. Aaliya isimli Lübnanlı bir kadının öyküsünü okuyorum "Lüzumsuz Kadın" isimli kitapta. O kadar güzel ki sabahın 5'ine kadar elimden bırakamadım. Sonra gidip çay koydum ve gardrop manzaralı mesaiye başladım: 1 no'lu egzersiz. Egzersizler günde 4 defa, her bir hareket 15'er kere olmak üzere tekrarlanıyor. Bunlar yetmezmiş gibi bir de Fizik Tedavi seansları başladı, haksız mıyım spor salonuna dönüşeceğim yakında demekle. Fizyoterapistim bir de ağırlık çalışması ekledi hareketlere. Evde ağırlık yok, çareyi mercimekte buldum. Açılmamış bir kiloluk mercimeği bağlıyorum bileklere, bir karış yüksekliğinde kaldır, 5'e kadar say, 15 kere. Aferin kızım. Bu işi bile isteye kendin açtın başına, iyi de ne yapaydım? 6 aydır neredeyse kötürüm olmuştum. Şimdi sıkacağım dişimi ve seneye Avrasya Maratonu'na katılacağım...dersem inanmayın tabii ki. Normal şartlarda ağrısız sızısız, dizlerdeki beton dökülmüş hissi olmadan yürüyebileyim bana yeter.
O bileğimde mercimekle yaptığım her harekette içimden "Şairler Terbiyetin Beyan Eder" diyorum. Niye? Çünkü Mercimek Ahmet Efendi yazmış söz konusu kitabı. Aslında "Kâbusname"si içinde bulunduğum duruma daha uygun ya neyse 😀 Edebiyatımın ne kadar iyi olduğunun farkındasınız değil mi? Bunlar lise bilgilerim 😀
Fizik tedaviyi ameliyat olduğum hastanede alıyorum. Eşim götürüp getiriyor araba ile, ayrıca bir de bastonum var. Yürütecim "Aliye"yi çoktan emekli ettim, şimdi dış mihraklara karşı tedbiren baston kullanıyorum, zira millet üstüme üstüme geliyor, ayrıca merdiven inip çıkarken ve hastane ile otopark arasındaki hafif yokuşta yardımcı oluyor. Bastonumun adı "Füreya". Gördüğünüz gibi Şakir Paşa ailesi ile aramızda kopmaz bir gönül bağı var, kendileri bana destek oluyorlar, ben de onlara şükran nişanesi olarak isimlerini yaşatıyorum 😀
Uzun uzun yürüyüş yapabilecek hale gelsem ilk işim Ankara'nın ara sokaklarına dalmak olacak. Hastaneye gidip gelirken geçtiğim sokaklarda aklım kalıyor çünkü. Ankara'nın o kişilikli, eski apartmanları, çiçekli bahçeleri, sokakları yeşil bir tünele çeviren bina boyuna ulaşmış ağaçları öyle güzel ki. Bizim caddenin devamında kaldırımlarda çınarlar var, devasa büyümüşler, caddeler, sokaklar hep gölge sayelerinde. Ara ara iğde, kokar ağaç, akasya, çam da karışıyor aralarına. Hastaneye paralel sokak şahane, akasyalardan bir tavan oluşmuş adeta. Onu dik kesen sokak da ise Sevgi Soysal'ın bir dönem oturduğu ev var, altına cafe açmışlar. Önünden her geçişte oturup bir kahve içmek ve yazarı anmak geçiyor içimden, umarım bir gün gerçekleştiririz.
Benim cephede durumlar böyle dostlar, gündeme özellikle değinmek istemedim, dört taraftan kuşatıldık zaten, ruh sağlığımıza mukayyet olalım (anneannem olsa bu cümlenin başına bir de "aman diyim" eklerdi). Bilgisayar başında uzun süre oturamadığım için sık açmıyorum, o nedenle yorumlarınızı cevaplayamıyorum. Bağışlayın ve bir süre beni böyle idare edin. Hepinize sevgiler yolluyorum. Aşağıdaki foto hastanenin fizik tedavi bölümünün egzersiz salonu. Çeşitli şekillerde yürütüyor beni fizyoterapistim orada 😀
Aklında olsun canlar bittiğinde tabletin saatini ileri alırsan yeniden çıkıyor, bir ara çok yapıyordum öyle. Harry Potter Puzzles and spells oynuyorum şu aralar, candy crash benzeri o da.
YanıtlaSilAh o dizlere bıçak sokulmalar. Belki rahatlatır diye kilo vermeye çalışıyorum ama çok da bir şey değişmiyor.
Geçti geçti.
Az kaldı Leylakcığım, pek az kaldı. Dayan dizlerim dayan diyor ya türküde, öyle diyeyim ben de dizlerine. :)
YanıtlaSilÖyle esprili, öyle güzel anlatıyorsunuz ki gülmekle halinize üzülmek arasında gidip geliyorum okurken. Gülünce hafif bir suçluluk duyuyorum. Acil şifalar ve ağrısız, sızısız günler diliyorum size :)
YanıtlaSilCağğğğnım Leylakcığım, ne çektin be… Ama o dizler açılınca, ağrılar geçince, o filler ağırlık yapmayı bırakınca sıfır kilometre yepyeni dizlerinle hepimizden dinç olacağına inanıyorum ben.. Çoğu gitti azı kaldı ne olur dayan!
YanıtlaSilSen bize cevap vermesen de biz seni okumaktan çooook mutlu oluyoruz. Dualarımızdasın🧿🥰🍀
Leylak Dalı'm ben ağırlık olarak yarım kiloluk pet şişelerden iki tanesini de suyla dolduruyorum aklında bulunsun.
YanıtlaSilZorluklar üst üste yığılmış.
Geçsin gitsin hepsi, ferah günler gelsin.
Sarılıyorum!
bu alet edevata verdiğiniz isimler çok şahane oluyor hep :) dilerim hepsi çok iyi gelir size de tez zamanda onlara ihtiyacınız kalmaz :)
YanıtlaSil