Efendiiim, uzun zamandır boş kalmış bu arsa, hemen üstüne bir inşaat, en azından bir gecekondu yapmak farz oldu o zaman 😀 Bu kadar niye ara verdin derseniz, önce tembellik, sonra ne yazacağını bilememe hali, can sıkıntısı ve son olarak da beni 5 gün ciddi ciddi yatağa fırlatan grip. Gribin kışlık olanına bulaşmadan bu yılı geçirdik diyordum ki hınzır yazlık kostümlerini giymiş Ankara'da beni bekliyormuş. Hoş Ankara'da ilkbahardan sonra kış geldiği için hastalanmamak mümkün değil zaten, neredeyse on gündür hafif tempolu bir kış mevsimi yaşamaktayız. Kiminle konuşsam hasta, kime rastlasam ya burnunu çekiyor, ya öksürüyor. Ben sanırım yol verdim arkadaşa, ufak tefek eşyasını bıraktı giderken ama onları da kısa zamanda postalarım sanırım arkasından 😊
En son Sille'yi ve çektiğimiz çilleyi anlatmışım, gelelim ardından neler yaptığıma. Doğal olarak 20.000 adıma yakın yürümenin getirisi diz ağrısı olunca Sille sonrası iki günü evde dinlenmeye ayırdım. Elimde sürünen 2 kitabı bitirdim ve hafta sonuna kadar 2 tiyatro oyunu izledim. İlki Ziraat Sahnesi'ndeki, ne zamandır aklımda olan "Kontrbas" idi. Olcay Kavuzlu'nun muhteşem performansıyla izlediğimiz tek perdelik, bir saatlik oyunu çok beğendim. Cumartesi günü ise Akün Sahnesi'nde bir salon dolusu ergen ile "Beyaz Balina-Moby Dick" için yerimi almıştım. Almıştım almasına da bileti iyi alamamışım. Oturduğum yer ışık ünitesi ya da kapıdan kaynaklı bir çıkıntının hemen dibinde idi ve bu nedenle ön koltukla arasındaki mesafe normalden daha dar idi. Ağrıyan dizimi rahat ettirebilmek için ne yapacağımı şaşmışken bir de ergen kıpırtısı eklenince bu kadar uzun bir oyunu sonuna kadar huzur içinde izleyemeyeceğime karar verip ilk yarıda ayrıldım tiyatrodan. Sanatçılar bu defalık kusuruma bakmasınlar. Pazar günü de Anneler Günü idi malumunuz, annesiz bir kocaman evlat olarak pek taktığım yok kendisini ama çocuklarla birlikte olmak güzeldi yine de. Ertesi günü kısa bir yürüyüş için çıkmıştık ama ayaklarımız bizi Hamamönü'ne kadar götürdü. Nar-Keyf'de kumda kahve, Yeşilçam'da çay içtik 😀 Şöyle bir mekan Yeşilçam Kahve Evi:
Her masa bir ünlüye ayrılmış, bize Zeki Müren eşlik etti sağolsun. Bir dahaki sefere Tarık Akan'la içmek istiyorum kahvemi, hem o koltukları mor ve kadife :)
Sonra efendim bunca etkinlikten, hava değişiminden ve bir soğuk-bir sıcak şokundan yorgun düşen bünye "Ben grip oldum arkadaş, sen ne halin varsa gör" dedi ve yatağa girip yorganı tepesine çekti. Çaresiz ardından ben de gittim, hafta sonuna kadar adaçayı, portakal suyu, çay, çorba, ilaç, kitap, Candy Crush Soda eşliğinde zorunlu istirahate çekildim. Pazar günü nisbeten aklım başıma gelince çıktım yataktan. Çocuklarla birlikte ATO Congresium'a, "Kahve-Çikolata Festivali"ne gittik. Gitmesek de bir şey kaybetmezmişiz. Adam başı 20 şer lira bayılmak için bilet kuyruğunda beklerken yaşlı bir kadının girişteki görevli genç kızla tartışmasına önce tanıklık sonra "odun kırıcının hık deyiciliğini" yapmak durumunda kaldım ama "hık" demedim, "cık" dedim, kadın bana da kızdı. Tartışma dikkatimi çektiğinde kadın kıza ısrarla bir şeyler söylüyor, kız da ısrarla "hayır, böyle bir yetkim yok, yapamam" diyordu. Sonra kadının yükselen kızgın sesi koca girişte yankılandı: "Allah işini gücünü rast getirmesin". Kızcağız bu bedduanın üstüne komaya giriyordu neredeyse, ağlamaklı oldu, ne diyeceğini şaşırdı. Kadınsa kendinden gayet emin yanıma yanaşıp "Haksız mıyım ama?" dedi. "Ne oldu ki, ben anlamadım" dediğimde ise "Kahve çok güzel koktu burnuma, 20 lira vermeyeyim boşa, çıkıp bir kahve içeyim döneyim dedim, kabul etmedi" dedi. "E o zaman kusura bakmayın haksızsınız, o burada çalışan bir görevli, böyle bir yetkisi yok, ayrıca neden beddua ediyorsunuz?" deyince iyice sinirlendi, söylene söylene çekip gitti. Umarım bana da etmemiştir aynı bedduadan, gerçi itin bedduası tutsa gökten kemik yağarmış. Girişteki alanda da ilaç için kahve kokusu falan yoktu. Kadının yaptığı belli ki fırsatçılık. Gerçi kapıda ödediğimiz 20 lira da başka bir fırsatçılık ya neyse. Çıktık yukarı, standları dolaştık, bir-iki kahve içtik. Pek çikolata yoktu ya da ben görmedim. Kahvelerin kimi tam boy, kimi iki-üç yudumluk tadımlıktı. Festivalin en cömert ekibi ise Kuru Kahveci Mehmet Efendi standı idi. Herkese Türk kahvesi ikram ettikleri gibi bir poşet içerisinde fincan, 6'lık poşet kahve, magnetler ve broşürler verdiler. Eh olması gereken de bu zaten. aşağıda festivalden birkaç görüntü var:
Yeni haftaya başlarken ayaklandım ve Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali'ne iştirak etmek için Alman Kültür Merkezi'ne yollandım. Grip nedeniyle öncekileri kaçırmış olsam da dün ve bugün üç güzel film izledim. Tek sıkınta salonun soğukluğu idi, umarım benim grip hortlamaz 😀
İlk film "Sınırda Nalu" Brezilya yapımı bir film idi. Annesi doğumda ölen Nalu büyükannesini de kaybedince gözleri görmeyen babasıyla yalnız kalır. Ergenlik çağı problemlerine evin ve babasının yükü de eklenince Nalu epey bocalar. Psikolojik yönü ağır basan bir filmdi. Hemen arkasından izlediğim "Paris Beyazı"nı ise ilginç konusuyla çok beğendim. 40 küsur yıl önce Cezayir'den Fransa'ya çalışmaya giden ve o zamandan beri hiç görmediği kocasını bulmak için Paris'e yolculuk yapan Rekia'nın öyküsünü anlatıyor film. Göçmenlik sorununun da göze sokulmadan ele alındığı filme bir yerlerde rastlarsanız izleyin derim. Ve bugün izlediğim ve çok beğendiğim son film ise "Benim Mesut Ailem" idi. Gürcistanlı kalabalık ve ataerkil bir ailenin ve aileden kopup yalnız yaşamaya seçen Manana'nın öyküsü, denk gelirseniz kaçırmayın.
Haftanın ortasını bulmuşken son olarak "The Crown" dizisinin ilk sezonunu hatmetmiş ve "4 Hane 1 Teslim" isimli şahane bir kitabı yarılamış bulunuyorum. Her ikisini de tavsiye eder ve kaçarım. Kalın sağlıcakla...
Buraları sensiz olmuyor. Özledim vallahi. Kendi kendime inatla bir şeyler yazmaya çabalıyorum. Sanki herkes elini eteğini çekti gibi hissediyorum çoğu zaman. Sille'den sonra yok oldun. Vücut güçsüz düştü tabii: Bol yürüyüş, açlık, çaysızlık... Evden ayağı uzatıp dılarıda bir yerlere gitmiyorum biliyor musun? İstanbul'da kaybolacakmış gibi hissediyorum. Zaten buralar tam bi' şantiye alanı. Yıkılmadık ev kalmadı tüm şehirde. Pahalı pahalı evler yapıyorlar eskilerini yıkıp :) Taş, toprak altın sahiden. Aynı Ankara gibi burada da bahar yok. Sonbahar gibi mevsim. Bugün güneş azıcık çıktı ama hafif de bir rüzgar. İşe gitmeden seni öperim; zira çayım da bitti. Artık işe gitmem lazım.
YanıtlaSil:)
Kitaplar, filmler, sergiler, şehirler, köyler...
YanıtlaSilSiz hiç hastalanmayın!:)