Dün yataktan kalktığımda günlerdir üzerimde olan ataleti silkeleyip atmak, hastane günlerinin getirdiği ve hala beni terketmeyen huzursuzluğu yenmek, hayatı biraz daha güler yüz ve hoşgörüyle kabullenmek gibi niyetlere sahiptim ama çok geçmedi Sultanahmet patladı. Anladım ki bu memlekette yaşıyorsan her zaman cebinden sıkıntıyı, tedirginliği, mutsuzluğu, endişeyi eksik etmeyeceksin, gerektiğinde çıkarıp üstüne takmana da hacet yok zaten o kendiliğinden yerleşiyor bünyeye. Bir süre izlediğim TV ruhumu iyice kıskaca alınca bastım kumandanın düğmesine ama kurtulmak mümkün olmadı, sosyal medya olayları gözüme sokmaya devam etti. Çareyi kendimi sokağa atmakta buldum. Kitap okumakla, kargoya gitmek, sinemada unutup telefonla gişe görevlisine emanet ettiğim şemsiyemi almak ve alışveriş yapmak arasındaki gelgitlerim böylece otomatik olarak birinci şıkkı eledi ve yürüyerek evin yakınındaki kargoya ulaştım. Elimdeki paketi verirken görevlileri haşlayarak iki gündür içimde biriken siniri de boşalttım. Arkadaşımdan gelen kargoyu bir hafta bekletip evde bulamadık diye geri yollamışlar, ne ihbar, ne telefon. Eve uğradıklarından bile şüpheliyim. Özürümü alıp cebime koyduktan sonra şemsiyem ve alışverişim için dolmuşa bindim. Dolmuş ve otobüs için kullandığımız kent kartları üçüncü seferdir değişiyor. Muhtemelen değişen karttaki 20 liranın üstündeki meblağ elimde patlayacak, haydi ondan geçtim yeni kart için bir sürü uğraşacağız. Sürücülerin değişiklik işlemini yapan bizmişiz gibi attıkları posta da cabası. Dolmuşun şoförü emekli olduğumu söyleyince bir lira ücret alıp (aslında 1.20 ama adam para üstü vermekten bıkmış olmalı) Pandora'nın kutusunu açmış gibi derdini dökmeye başladı. Dinlemeye hiç niyetim yoktu geçtim arkaya oturdum, o havayla dertleşmeye devam etti. Bir sonraki duraktan binen yaşlı karı-kocanın kadın olanı 65 yaş deyip oturdu ilk sıradaki koltuğa (kadınlar her zaman daha pratik), kocası para vermekle eski kartı kullanmak seçenekleri arasında tereddütlüyken şoför "Sen de büyüksündür herhalde 65'ten, para verme geç otur, 70 var mısın?" diye sordu, adam "evet evet 70" derken karısı "75" diye düzeltti. Adamcağızın cemazüyelevvelini tüm dolmuşca öğrenmiş olduk.
Hiç alışveriş havamda değildim, vitrinlere dahi bakmadım, almam gereken şeyler için bir-iki mağazaya girip çıktıktan sonra D&R'a bile uğramadan sinema gişesine gidip şemsiyemin akibetini sordum. Kız söyler söylemez "Rengarenk şemsiye mi?" diyerek getirmeye gitti. Az sonra karşılığında bir makbuz imzalayarak şemsiyeme kavuşmuştum. (Bu arada yanımdaki koltuğun üstünde ısrarla gezinen, koltuğun renkleriyle son derece uyumlu bir örümcek var, ikinci seferdir öldürmeden yakalayıp balkona bırakmayı düşünüyor ama başaramıyorum. Üçüncüde affetmeyeceğim galiba) Şemsiyeme kavuşunca eski bir dosta kavuşmuş gibi oldum, biraz daha keyfim yerinde olsaydı "Üsküdar'a gider iken" türküsünü bile mırıldanabilirdim. Şemsiyenin gelmesini beklerken yandaki insanların konuşmasından alt katta balmumu heykel sergisi olduğunu işitmiştim, gelmişken göreyim bari dedim. Kayda değer bir şey yoktu; uzun oturan bir Einstein, sırıtan bir Shrek, iyice zayıflamış Obama, sevimsiz baba Bush, yıllardır aynı pozisyonda şarkı söyleyen Freddy Mercury, Karaip korsanı Johnny biraderimiz, koca dudak Angelina ile muhterem eşi Brad efendi arasından sadece şu aşağıdaki ikisinin hatırını sordum, Tolstoy ile Dostoyevsky. İyilermiş, "burası dünyadan daha sakin" dediler.
Dışarı çıktığımda hava kararmış, inceden, tükürür gibi bir yağmur başlamıştı. İlk gelen dolmuşa binip bu defa 1,20 ödedim, sarışın bir genç kız bana "teyze" demeden yerini verdi, dese de önemli değildi, paketlerimle ayakta durmaktansa "nine" bile diyebilirdi. Yanlışlıkla bir durak erken indim, şemsiyemi açmaya üşenip yağmur üstüme tükürürken Ortadoğu ve Balkanların en iyi kuruyemişçisine yollandım. Niyetim çocuklara yollamak için üzüm pestili almaktı ama yoktu, meğerse depoda varmış, hemen getirdiler. Bu hizmetleri karşılığı olarak ekstradan zencefil şekeri, ıhlamur, şamfıstığı ve erik kurusu da alıp çıktım. Yağmur tükürmeye devam ediyordu, inatla açmadım şemsiyeyi, bu defa Ortadoğu ve Balkanların en iyi peynirlerini satan markete yollandım. Kendim için bir şey istiyorsam namerdim, yine çocuklara yollamak için içinde aile boyu cevizler olan şahane tulum peyniri aldım ve bir kez daha kargoya yollandım. İlk uğradığımda şubede olmayan ama geri yollama işinden esas sorumlu olduğunu düşündüğüm genç görevliye bir diskur çekip paketimi yolladım. Etkisi olmuş ki sabah erkenden şubede teslim kargomun geldiğini bildirmek için telefon etti. Eve dönerken yağmur terbiyesini takınmış tükürmekten vazgeçmişti.
Yemekten sonra uzun zamandır ilk kez bir dizi izlemeye karar verdim. Yeni başlayan bir diziydi ve izleme sebebim ana rollerden birinde oynayan Uğur Polat'tı. Lakin Uğur Polat'ın rolü çok sevimsiz, dizinin konusu da çok klişe idi, sıkıldım. Bir daha izleyeceğimi sanmıyorum. "M Treni"ni elime aldım ve Patti Smith'le hasbıhal etmek üzere yatağıma gittim. Hasbıhal uzun sürmedi, kitabı etajerin üstüne zor bela koyup uyuyakalmıştım ki ne kadar geçti bilmiyorum çığlıklarla uyandım. Kendimi terliksiz balkona attığımda travestinin biri kimbilir kime kızmış, nasıl canını yakmışlarsa çığlıklar ve küfürlerle sokakta koşuyordu. Bunca yıllık hayatımda hiç duymadığım galizlikte, yakası açılmamış, mahalleyi inleten küfürleri bir süre dinleyip travesti arkasından koşan arkadaşı tarafından zorla götürülünce yatağıma geri döndüm. Bu ara hayat çok aksiyonlu, gece-gündüz. "M Treni"nden çok keyif alarak okuyorum, Patti Smith'in anekdotları çok ilginç, Özlemcim teşekkür ediyorum ve bugün bitirmeyi planlayarak kitabıma geri dönüyorum. Güzel günlere uyanmak dileğiyle...
Ufak tefek aksiliklerin olduğu ama yine de dolu dolu geçen bir gün olmuş. Bu arada yağmuru anlatışınızı yüzümde kocaman bir gülümse ile okudum.
YanıtlaSil"Çocuktum. Mahallemizin üst yanında bugün esamesi bile kalmayan koca bir çayırlık ve ortasında Sütçü Teyze'nin evi... Tamamen ahşap... Kapısı açıldığında içeriden taşan taze süt kokusu... Ve yağmur. Çisil çisil. Hani şu "ahmak ıslatan" dediklerinden. Ama o ahmak ıslatan elinde süt kabı mutlu hayallerini gülümsemesine yapıştırmış yüzünü bulutlara çevrili gözleri kapalı usul usul yürüyen küçük bir kızın hülyalarını şenlendiriyordu." Belki ondandır çisildeyen yağmuru bu kadar çok sevmem. Belki o günlerin hatırınadır ahşap evleri böylesine canıma sarasımın gelmesi... O çocuk bendim.
YanıtlaSilM Treni'ni ben de okumak istiyorum. Yağmurun tükürmesi çok hoşuma gitti:-)
YanıtlaSilMerhaba leylak hanım...bu kuruyemişçi Karagöz mü acaba? Değilse adı nedir? Ve peynircinin adı??? Pestil ve peyniri çok severim de��☺️Çok tşk ederim şimdiden...sevgilerimle..hoşçakalın...
YanıtlaSilHülya hanım merhaba, evet iyi tahmin etmişsiniz Karagöz tabii ki :) Peynirci ise Çağlarsoy, belki onu da biliyorsunuzdur. Sevgiler...
Sil