Uzun yıllar tek çocuktum ben. Dünyaya geldiği için binlerce kez şükrettiğim kızkardeşim aramıza benden 14 yıl sonra katılmıştı. Tek çocuktum ama yalnız değildim. Dedemin genç yaşta ölümünden sonra bir süre yaşadığımız anneannemin evinde ağabey eksikliğini aratmayacak iki tane dayı vardı. Büyük olanı yatılı olarak Hava Harp Okulu'nda okuduğu için ancak tatillerde görürdüm. Bilhassa yazları üniformanın ekstradan arttırdığı olağanüstü yakışıklılığıyla gelir, mahalle kızlarının gönlünü çalıp sonbaharda arkasında bir dolu kırık kalp bırakarak dönerdi okuluna. Küçüğüyse hem başımın belası, hem dertlerimin devasıydı. Aramızda 9 yaş vardı, haliyle bir çeşit rekabet de. Anneannemin deyim yerindeyse Allah'tan sonra taptığı ikinci yaratık, anneminse kıymetlisiydi. Eh, rekabetin dozunu siz hesabedin artık. Babası öldüğünde 12 yaşında olduğu için kazık kadar adamken bile anneannemin "öksüzü, tırnak kadar eti"ydi. Tüm ilgiyi üstünde toplamasına ilaveten doğuştan sahip olduğu karizma ve ender kişiye nasip olan "şeytan tüy"lerinden biri ona bahşedildiği için her türlü yaramazlığı affedilir, her kusuru hoşgörülür ve herkes tarafından çok sevilirdi. Onunla ilgili hayalimdeki ilk resim dedemin öldüğü güne aittir. Bir süre sonra istimlak edilecek evin maviye boyalı oda kapısının eşiğine birlikte oturmuştuk, o ağlamaklı gözlerle pirinç karyolada yatan babasının cenazesine bakıyordu, ben de onun traşlı kafasının daha da sevimlileştirdiği esmer yüzüne. Sonrasını hatırlamıyorum. Orası istimlak edilince yenisi yapılana kadar oturduğumuz ev demiryoluna yakındı. Küçük dayım yaz tatillerinde ya da okuldan kaçtığı-ki bu sık sık olurdu-günlerde istasyona gidip sakız satardı. Sakızların içinde balon olurdu ama o balonların çoğu satışa sunulmadan dayım tarafından itinayla paketinden çıkarılır ve küçük yiğenine sunulurdu. Balon rüşvetini alarak sahtekarlığına ortak olduğum zamanlarda dayımı çok severdim, ufak-tefek yaramazlıkları aramızda sır olarak kalırdı. Lakin çoğu zaman fena halde kavga ederdik, böyle zamanlarda anneannem bir koruyucu melek gibi oğlunun önüne gerilir, yerden göğe haksız olsa da onu savunurdu, bu hayatı boyunca böyle sürdü zaten.
Derken anneannemin ölene kadar oturacağı eve taşındık ve büyük dayım tüm yakışıklılığıyla aramıza avdet etti, okulu bitirmiş genç bir pilottu. Apartmanın ve mahallenin genç kızlarının yürek tıpırtıları arttı haliyle. Bana kırmızı kumaş kaplı, üzeri sırma işlemeli bir çift oyuncak takunya getirmişti. Kapının pervazına yerleştirmiş, sabah uykudan uyanıp kendisini gördüğümde de "beni unutmadın değil mi?" diyerek kucaklayıp takunyalara ulaşmamı sağlamıştı. Ben memnundum gelişinden, mahallenin kızları da keza ama küçük dayımın işi zordu, daha doğrusu büyük dayımın işi zordu. Anneannemin yıkayıp ütülediği gömleklerini, kazaklarını giyip kirletip atıyor, içmesin diye kalemle işaret koyduğu viskisini içip üzerini suyla doldurup hizalıyor, ders çalıştırmak istediğinde kaytarıyordu. Anneannemle büyük dayım bu yüzden birbirine düşerken bunları yapan o değilmiş gibi dik saçları yatışsın diye limonlu suyla ıslatıp kafasına bir çorap giyiyor ve yatıp uyuyordu. O bisiklet tepesinde ayakta durarak sürüş talimleri yaparken eline aldığı her enstrümandan istediği melodiyi çıkarabilen dayım akerdeon çalıyor ve daha o yaşta kulağıma yer eden şarkılar söylüyordu. O soyadı "Bezmez" olan okul müdürü için daha kayıtta söylediği "Ben onu çabuk bezdiririm" sözünü gerçekleştirmek istercesine okuldan kaçıp minibüslerde muavinlik yaparken dayım filonun en iyi pilotlarından biri olma yolunda ilerliyordu. Büyük dayım evlenme hazırlıkları yaparken o flörtlerini tesbih gibi ardarda diziyordu, takip edemiyorduk. Dayım evlendikten kısa bir süre sonra da kendi gibi 18 yaşındaki sevgilisiyle nişanlanmaya kalkıp anneannemi zorla kız istemeye gönderiyordu. Anneannemin öncülüğünde ailecek reddedileceğimizden emin olarak gittiğimiz evde kızın babası dayımın paraşüt okulundan hocası çıkıyor, krallar gibi karşılanıyor ve sözü alıp dönüyorduk. Şeytan tüyü bir değil birden fazla verilmişti anlaşılan dayıların küçüğüne. Hoş nişanlılık uzun sürmüyordu ama dayı durur mu çok geçmeden yeni bir nişan için başka bir ailenin kapısını çalacaktık, neyse ki bu diğeri gibi olmayacaktı.
Diyeceksiniz ki nereden çıktı şimdi bu dayılar, az önce elektrik süpürgesini açmış yerleri süpürürken dilime eskilerden, neredeyse yıllardır duymadığım bir şarkı takıldı, farkettim ki büyük dayımın söylediklerinden biri. Laf lafı açtı derler ya düşünce düşünceyi açtı, küçük dayımın babası gibi erkenden gittiği tarihin 15 gün öncesi olduğunu hatırladım. Bıraktım süpürgeyi daldım gittim, hayat işte ne yapsak boş, ardı ardınagidiyor sevdiklerimiz, bize anıları kalıyor. Bu upuzun yazıyı Ali Cengizkan'ın dayıma çok yakıştırdığım (ve affına sığınarak biraz değiştirdiğim) şiiriyle bitireyim:
"Dayım gül takardı gömleğinin yakasına
Ve canlıymışcasına, hergün onu sulardı.
Yağız tenindeki su buharlaşsın diye
Düğmeleri en bıçkın küfürlerle açardı:
Çiçekçiydi, yaprak bitlerini öldürmeyen.
Fotoğrafçı, savaş yıllarına rötuş yapan.
Meddahtı, her akşam eve gülücükle gelen
Esmerdi, çocukları hep karısına çeken.
Uzun boylu, kendisine palto diktirmeyen.
Sebzeciydi, domatlarını hiç yemiyen.
İşadamı, hasırdan başka minder bilmeyen.
Dindardı, ezan okunurken rakı içmeyen.
Gözlüklüydü, gözleri daha da büyüyen.
Gezgin, Ankara'nın parkelerini denetleyen.
Balıkçıydı, elleri suyla nasır tutan.
Nikotinman, sigarası bağlanarak uzayan.
Diplomattı, kokteyle pantolonla giden.
Yatırımcı, geceleri ailesini besleyen.
Dayım gül takardı gömleğinin yakasına
Seni görse, eminim mutluluktan ağlardı."
Yağız tenindeki su buharlaşsın diye
Düğmeleri en bıçkın küfürlerle açardı:
Çiçekçiydi, yaprak bitlerini öldürmeyen.
Fotoğrafçı, savaş yıllarına rötuş yapan.
Meddahtı, her akşam eve gülücükle gelen
Esmerdi, çocukları hep karısına çeken.
Uzun boylu, kendisine palto diktirmeyen.
Sebzeciydi, domatlarını hiç yemiyen.
İşadamı, hasırdan başka minder bilmeyen.
Dindardı, ezan okunurken rakı içmeyen.
Gözlüklüydü, gözleri daha da büyüyen.
Gezgin, Ankara'nın parkelerini denetleyen.
Balıkçıydı, elleri suyla nasır tutan.
Nikotinman, sigarası bağlanarak uzayan.
Diplomattı, kokteyle pantolonla giden.
Yatırımcı, geceleri ailesini besleyen.
Dayım gül takardı gömleğinin yakasına
Seni görse, eminim mutluluktan ağlardı."
"Fotoğraftaki dayımı bulunuz" demeye gerek var mı bilmiyorum :)
Ne güzel bir anı ahh bu sayılar neden bu kadar çok sevilir ki? Mekanı cennet ruhu şad olsun ...
YanıtlaSilSağol Özlemcim...
Silgene aldın götürdün o günlere Nurşen Abla...
YanıtlaSilİşte arada bir bana geliyorlar, ben de götürüyorum :)
SilMekanı cennet olsun..Aysel G.
YanıtlaSilSağolun, tüm giden sevdiklerimizin...
Silne güzel anılar işte sonunda insana kalan..
YanıtlaSilEvet, anılar da olmasa...
SilEeee sonra ne oldu dayılarına? En meraklı yerinde bıraktın anlatmayı:-)
YanıtlaSilOoo o zaman tefrika yapmam lazımdı hepsini yazarsam :) Dayılarımdan büyük olanı sağ, THY'den kaptan pilot olarak emekli oldu, diğeri ise genç yaşta şanına yakışır bir tarzda öldü, 13 yıl oluyor, o çok acıklı bir hikaye :(
Silnasıl güzel dökmüşsünüz satırlara...
YanıtlaSilYeni bir kitaba başlamış gibi okudum yazınızı, bitince de üzüldüm.Keşke daha uzun uzun yazsanız ve biz de okusak. Mekanı cennet olsun küçük dayınızın.Büyük dayınıza da Allah uzun ömür versin.
YanıtlaSilanılar anılar demişsin ya Nurşen Abla,seninle uzuuun sohbet etmek gerek...
YanıtlaSilDayına çok üzüldüm, Allah rahmet eylesin
Valla bu yazıdan bir hikâye çıkar. Çok güzel yazmışsınız.
YanıtlaSilYattığı yer cennet olsun eminim bu şeytan tüyüyle orada da iyi yerdedir.
YanıtlaSil