.

.
.

24 Ağustos 2015 Pazartesi

HAFTAYA BAŞLARKEN

Kahveyle aramıza kara kedi girdi sanki, az evvel kocaman bir kupadan bir yudum alıp kalanını lavaboya döktüm. Sıcaklardan mı acaba, kışın tekrar barış imzalayacağımızı düşünüyorum. 

Geçen haftayı toz, toprak, gürültü içinde geçirdik. Kaldırım yenileme çalışması vardı bir süredir mahallede ve sıra bizim cepheye gelmişti. Neredeyse 5 gün sürdü, sabah bağırış çağırış ve makine sesleriyle uyanıyor, ardından toza dumana belenip apartmandan caddeye geçebilmek, caddede yürüyebilmek için de bir nevi cambazlık yapıyorduk. Üstüne bir de cuma akşamının sağanak yağışı eklenince tadından yenmedi. Sel gibi akan sular kaldırım için yığılmış ne kadar kum, deşilmiş ne kadar toprak varsa evin girişine getirip yığdı, tahliye borusu henüz bağlanmadığı için ortalık adeta bataklığa döndü. Neredeyse dizlerimize kadar suya girmeden apartmana girmek mümkün olmadı. Ancak dün akşamüstü temizlenip normale dönebildi. 

Bütün eziyetine rağmen çalışan işçileri izlemek zaman zaman yüzümüzde gülümsemeye neden olmadı değil. Adını bilmediğim, minik bir dozere benzeyen ve kaldırım taşlarını taşıyıp yerine yerleştirmeye yarayan bir makine vardı mesela, şunlardan arkadaki:


Sürücüsü bıçkın görünümlü bir gençti, oldukça havalı bir biçimde kullanıyor, boş kaldığı her an telefonunun kulaklığını kulağına yerleştirip müzik dinlemeye başlıyordu. Nitekim aracın arka camına yanına "baba" sözcüğü ekleyerek adını yazmış, yanını da niyeyse noktalarını öne alarak bir ünlem işareti kondurmuştu: (**** Baba ...!). İsmin altında daha küçük harflerle şu cümle yazılıydı: " Müzik bir uyuşturucuysa Gökhan Doğanay torbacıdır". Önce Gökhan Doğanay'ın aracın sürücüsü olduğunu düşünmüştüm ama Google'da yaptığım küçük bir arama arkadaşın şarkıcı olduğunu ortaya çıkardı, bir şarkısını dinlemek gafletine düştüm ve ben de uyuştum :) Gökhan Doğanay hayranı arkadaş kaldırım taşlarını teker teker yerine yerleştirirken yanında vızzt diye bir otomobil durdu, sürücü kapısı açıldı, içinden elindeki cep telefonu kamerasını açmaya çalışan genç bir adam indi ve arka camda yazan yazının fotoğrafını çekti. Sonra dönüp aynı ismi taşıdıklarını, yazının pek hoşuna gittiğini belirtti. Yanda duran daha yaşlıca işçi "Noolmuş yani adınız aynıysa, niye çektin yani şimdi resmi, çerçeveletcen mi?" derken adaş arkadaş çoktan arabasına atlayıp yola düşmüştü bile. 

O yoluna devam edip Gökhan Doğanay hayranı taşları yerine yerleştiredursun yaşları 20'ye henüz değmiş iki işçi-ki bir tanesi diğerleri siperlikli kep takarken fiyakalı bir kovboy şapkası taşıyordu-yerdeki kalasları kucaklamış bir çeşit kılıç dövüşü yapmaktaydılar. Eğlence uzun sürmedi, beton kamyonu gelince hayli yorucu işlerine devam ettiler güneş altında. Kaldırım taşlarının harcına ağaçlardan dökülen akasya çiçekleri de karışırken izlemekten vazgeçip kitabıma döndüm. "Parfümün Dansı"nın yazarı Tom Robbins'in oldukça eğlenceli bir üslupla yazılmış biyografisini okudum geçenlerde: "Tibet Şeftali Turtası". Ardından Agah Özgüç'ün yazdığı bol dedikodulu "Türk Sinemasında Yeşilçam Aşkları"nı ve son olarak konusu Ankara'da geçtiği için severek okuduğum Serhan Ergin'in "Bize Kalsa Böyle Geçerdi Akşamlar"ını. Sonuncunun konusu "Bizim Büyük Çaresizliğimiz"i hatırlatmasa daha çok sevebilirdim belki. Şu anda elimde Ursula K.Le Guin'in Yerdeniz serisinin ikinci kitabı var: "Atuan Mezarları". Bitti biter, bizimki Ursula ile geç bir tanışma oldu ama güzel oldu. 

Şimdi huzurlarınızdan ütü yapmak üzere ayrılıyorum. Yeni haftanız dertsiz, tasasız, üzüntüsüz geçsin, kalın sağlıcakla...

3 yorum:

  1. Amin Nurşen Abla, sana da dertsiz, sağlıklı v keyifli haftalar.
    Sanırım sıcaklardan. Eğer döktüğün nescafe ise. Çükü aynı dertten bende muzdaripim. Ki çok severim nescafeyi, Türk Kahvesi kadar. :)
    Ben de Mülksüzler ile tanımıştım yazarı ve o kitabını tek kelime ile harika bulmuştum.
    Keyifli okumalar, iyi akşamlar öpüyorum.

    YanıtlaSil
  2. Yine sohbet tadında anlatımınızla keyif verdiniz:)) Sevgiler, selamlar Begonvilli Ev'den.

    YanıtlaSil