Bu sabah erken kalktım, kahvaltı dahi etmeden pazara yollandım. Pazarda günün stil ikonunu gördüm. Pantolonuyla hafif bir ton farkı olan bej takım elbisesinin içine parlak fuşya rengi kocaman kravat takmış, kravatıyla aynı renk iri bir karanfili sapıyla birlikte ceket yakasına iliştirmiş, üç tel kalmış saçlarını tepe kelinin üstüne yandan yatırarak briyantinlemiş emekli amcaya "Bizimlasın" bile diyemeden seçtiğim domatesleri bırakıp bakakaldım. O ak pak olmuş gür bıyıklarının altından sağa sola gülücükler savurarak kendinden emin uzaklaştı da satıcının araya sokuşturduğu ezik domatesleri bertaraf edebildim. Domateslerimle birlikte köylülerin sergi açtığı iki sokağa yöneldim. Bahçesinden topladığı yeşilliklerin yanısıra yine bahçesinden topladığı çiçekleri de satan hayli yaşlı satıcının tezgahına geldim. Baktım arpa çiçeği ve şebboy var. Antalya'da frezyaya arpa çiçeği derler ve saksılarda, bahçelerde yetiştirirler, çiçekçilerde satılanlardan biraz daha küçüktür ama çok daha yoğun bir kokusu vardır. İki demet arpa çiçeği istedim, çiçekleri uzatırken "şebboy da alsana" dedi. "Yok almayacağım şebboy" dedim, ısrar etti. Şebboy annemin çok sevdiği bir çiçekti ve kolonyasını çok kullanırdı, o yüzden şebboy kokusu bana annemi anımsatıp hüzünlendirir. Amca ısrarlarına devam edince bu açıklamayı ona da yaptım. Sen misin bunu söyleyen, adamcağızın bir ağlamadığı kaldı. "Vah benim hassas kızım, vah benim hayırlı bacım" diye dertlenmeye başlamasın mı, arpa çiçeklerinin parasını tezgaha atıp dar kaçtım. Arkamdan hala "bakar mısın ya, annesini hatırlatıyormuş, vah yavrum vah" diye söyleniyordu. Böylece ben de günün hassası ilan edilmiş oldum :) Daha fazla kimselerle muhatap olmadan günün sebzesi seçtiğim enginarı ve iç baklayı alıp kaçtım o sokaktan. Son anda çarkedip elma yanaklı bir teyzeden bir naneyle, bir demet yeşil soğan alarak tadı daha çok salatalığa benzese de önceden gözüme kestirdiğim çilek tezgahına doğru ters istikamette yola koyuldum. Çilekler ufak çaplı bir dolma biber boyutundaydı, kokuları bile yoktu, sadece görüntüleri güzeldi ama olsun. Tadına bile bakmadan alıp peynir alışverişimi yaptığım markete yöneldim. Bu market bir peynir Cenneti. Kendimi arpa ambarına düşmüş aç tavuk gibi hissediyorum oraya girince. Diyette olduğumdan her çeşite saldıramadım, mesela bayıldığım cevizli tulum peynirine için gitti ama elim gitmedi. Az tuzlu Ezine ve dil peyniri ile yetinip tatlı krizlerim için de hurma alarak çıktım. Eve geldiğimde hayli yorulmuştum. Kendime diyette ne kadar mükellef olabilirse o kadar mükellef bir kahvaltı hazırladım, çiçeklerimi suya koyup kahvaltının keyfini çıkardım.
Birkaç gündür bahara meyleden hava bugün biraz bulanık. Üşütmüyor ama sıkıntılı. Güneş arada "ce" dese de çoğunlukla buluttan yatağında istirahatte. Bulgar yazar Dimitri Dimev'in "Melek Dili" isimli kitabını çok beğenerek okuyorum. Şu adresteki blogger arkadaşın tavsiyesiyle almıştım, kendisine buradan tavsiyesi için teşekkür ediyorum. İki film izledim, biri sinemada izlediğim "Bir Varmış Bir Yokmuş", filmden ziyade Mert Fırat'ın seslendirdiği şarkılar ve müziklere bayıldım. Film düşüp bayılacak cinsten olmasa da izlenebilir nitelikte. İkinci film ise 2 saat süren ütü performansıma eşlik etti: "Kumun Tadı". Ütü yapmıyor olsaydım Timuçin Esen'in hatrına bile tahammül edemez yarıda kapatırdım ama ütü filmden daha sıkıcı olduğu için dişimi sıkıp sonuna kadar seyrettim. Ayrıca kendimi sokaklara atıp denize karşı arkadaşlarla kahveler içerek güzel havanın tadını çıkardım. Yukarıdaki fotoğraf da öyle bir günden. Baharınız çabuk gelsin...
Sevgili Leylak Dalı, ne kadar zarifsiniz! ben teşekkür ederim size.
YanıtlaSilsevgiler
Ben de bugün pazardaydım. Bir yığın yeşillik yüklenip geldim Akşama da bezelyeli enginar yaptım. Mutluyum yani.
YanıtlaSilBen de bugün pazardaydım. Bir yığın yeşillik yüklenip geldim Akşama da bezelyeli enginar yaptım. Mutluyum yani.
YanıtlaSilcanım memleketimin içli insanı. başka yerde eşini benzerini imkan yok bulamazsın. seviyorum ulennnnnn! seviyorum!!!!
YanıtlaSil