Hava açtı bugün, ayrıca ısındı da. Normal Antalya kışlarına döndük yani, hatta derin bir nefes çekerseniz hafiften bir bahar kokusu bile almak mümkün. Artık silkinip kış uykusuna yatmış ayı modundan çıkmalı, bu soğuklar her bakımdan vurdu bizi. Evde oturup sıkıntıdan atıştırmaktan, KDE 1, 2, 3 nedeniyle yiyip içmekten ve aldığım yakıtı yakamamaktan dolayı terazinin ibresi sağa doğru hafif bir meyil göstermekte. Tiz yürüyüş yapıp enerjisi düşük yakıtlara yönelmeliyim. Birazdan çıkıp kendimi sokaklara atacağım, sonrasında denizi kuşbakışı gören bir cafede çay içmek gibi hain bir planım da var.
Parfümle yaptığım dans sonunda nihayete erdi, bu kadar uzun sürmemeliydi aslında ama araya Oscar adayı filmleri izleme etkinliği ve doğumgünü kutlamaları girince süründü kaldı elimde. Aslında bunlar "oynayamayan gelin yerim dar dermiş" hesabı bahaneler, yine de daha erken bitebilirdi, ağırdan aldım açıkcası. Kitapta henüz ilk günlerini eda etmekte olduğumuz Şubat ayı hakkında çok güzel betimlemeler yapılmış, bayıldım. Diyor ki yazar: "Şubat ayı en kısa aydır derler ama yanılıyor olabilirler, biliyor musunuz? Takvim sayfalarını karşılaştırdığınız zaman evet, en kısası oymuş gibi gözükebilir. Şubat, ocakla martın arasında sandviç peyniri gibidir. İki yanındaki dilimlerin kabuklarına değemez. Ayağında lastik şosonlar varken (zaten şubatı çıplak ayakla yakalamanıza imkan yoktur) aralıktan bir kafa boyu kısadır. Ama artık yıllarda filiz verdiği zaman nisanın burnuna kadar gelebilir. Kuzenlerinden ne kadar daha ufak-tefek görünürse görünsün, hepsinden uzun sürüyormuş gibi bir inanca sahiptir. Kışın en gaddar ayıdır. Çok zalim oluşu, maskeli baloya gidiyormuş gibi ilkbahar kılığına girebilmesinden, bunu birkaç saat sürdürüp sonra maskesini sadist bir kahkahayla çıkarmasından, herkesin suratına buzlar tükürmesinden ileri gelir ki, buna uzun süre dayanmak gerçekten güçtür. Şubat acımasızdır. Aynı zamanda da can sıkıcıdır. Sayfasındaki kırmızı rakamları topladığınız zaman sıfır eder. Bu sakin şampanyanın tek canlı köpüğü Sevgililer Günü'dür. Atalarımızın Sevgililer Günü rozetini Şubat'ın gömleğine takmaları bir kaza değildir. Bu frijit ayda kendine bir sevgili bulacak kadar şanslı olan kadın veya erkeğin gerçekten kutlayacağı birşey var demektir. Şubatın rengi çavdarın üstündeki domuz yağı gibidir, kokusu ıslak yün pantolonlar gibidir. Sesine gelince, gıcırdayan bir kemanla çalınan soyut bir ezgidir. Ey Şubat, sen her iki anlamda da küçüksün! Eğer boyun şimdiki bıktırıcı boyunun iki katı olsa, içimizden pek azı o şen Mayıs ayına sağ çıkardı."
Şubat gücenmesin, ben demiyorum valla, Tom Robbins diyor, ben onun yalancısıyım. Efendim ben konsepte uyması ve Lale ile eşgüdümlü gidebilmek adına "Rus Kışı"na başladım. Görüşlerimi ilerleyen yazılarda paylaşmak dileğiyle yürüyüşe gidiyorum. Çav, arividerçi, gudbay, afiderzeyn, eyvallah, kalın sağlıcakla gurbanlar...
Merak ettim bu alıntıyı kitaptan bakarak mı yazdın Leylak ablacım.
YanıtlaSilbizim burası Antalya ya yakın ama hiç orası gibi değil soğuk,kış...izleyiciniz oldum,kitabı çok merak ettim..en kısa zaman da edinicem..sevgiler..seda
YanıtlaSilBugün İstanbul'dada bahar vardı. Bu soğuklar bize iyi gelmedi Leylakcım. Benim terazide de baya bi kayma var.
YanıtlaSilHüznün Tadı,
YanıtlaSilNetcez peki, teraziyi kırmak nasıl fikir:))
Seda,
YanıtlaSilHoşgeldin. Kitap eğlenceli, tavsiye ederim.
Sevgiyle...
Mavi Balon,
YanıtlaSilTabii ki bakarak yazdım, o kadar şeyi aklımda tutacak kadar akıllı değilim ya:))
yok e-kitaptan ctrl+a sonrada ctrl+v mi yaptın sandım ama yine de emeğine sağlıkk kuzummm..
YanıtlaSilHımm, Rus Kışı'nın konusuna baktım, hoşuma gitti, okuyun bakalım, yorumları bekliyoruz...
YanıtlaSilBiz bugün diyete başladık karı-koca... Öğlen köyceğiz gölü kenarında yürürken lokmacı ablanın olduğu yerden geçmeyelim, dayanamayız dedik, sonra korkularımızın üstüne gitmeye karar verdik. Derken, bu aralar doğum yapacağı için geçen sefer lokmalarımız kızarırken kendisiyle bir aylığına vedalaşmış olduğumuzu hatırlayıp sevindik. Ama sonra bize inat olsun diye yapıyormuş gibi yanından geçerken haşlanmış mısır kazanının kapağını açıp kapatan ve o kokuyu ciğerlerimizin derinlerine kadar ulaştıran satıcı kızı, kazandaki mısırların yerine yerleştirmek, kapağı da üstüne kapatmak istedik. Sonunda çorbacıda birer kase çorba içmek suretiyle kendimizi bozmadan karnımızı doyurduk. Garson, içerde aldığım bariz kokuya rağmen zeytinyağlı dolma pişmekte olduğunu ısrarla inkar etti. Garsona inanmadığım kadar açlığın bana bu derece büyük bir oyun oynayabileceğine inanmadım tabii ki... O an beni sinir eden bir başka şey de onca ev yemeğinin arasında etsiz hiç bir şey bulunmaması, tüketebileceğim tek şeyin kaşarlı pide olmasıydı. Çorbayı içip kan şekerimi dengeleyince pamuk gibi oldum, onları affettim; kabul, zaten biraz fazladan sinir yapmış olabilirim... Herşeye rağmen göl harikaydı, manzaralar harikaydı, umarım sen de yürüyüşte ve çay içerken harika vakit geçirmişsindir...
Öpüyorum ablam,
Sevi
Bakalım sen ne düşüneceksin ama çeviri bir romanı vezir de rezil de edebiliyor. 100.sayfadayım hala roman kahramanları ile tanışıyoruz. Du bakali ne olacak.
YanıtlaSilBurada da bahar havası vardı bu gün.
Lale,
YanıtlaSilSevdim kitabı bacım, iyi gidiyor...
Sevi,
YanıtlaSilE hadi kolay gelsin diyeyim diyetine. Ara ara bilgi ver nasıl gittiği konusunda:)
Kitap güzel gidiyor, bakalım ilerleyen sayfalarda neler olacak, fikrim değişecek mi?
Öpüyorum seni Sevi'cim...
Mavi Balon,
YanıtlaSilAy ben yanlış anlamışııııım:))