.

.
.

14 Mart 2010 Pazar

YOORGUNUM DOSTLARIM...

Hayli yorucu bir gündü bugün, öyle ki öğleye doğru çıktığım eve ancak hava karardıktan sonra girebildim Lakin sanmayın ki inşaatta amelelik yapmak ya da taş taşımak için yoruldum. Benimki keyfe keder bir yorgunluk oldu. Dışarda yediğimiz öğle yemeğinden sonra tiyatroya gitmek için bindiğimiz taksinin pek konuşkan bir sürücüsü vardı. Yanımdaki arkadaşla bankalardan, kredi kartlarından ve bankalara yakayı kaptırdın mı kurtarmanın zorluğundan bahsediyorduk ki şoförümüz dikiz aynasından görüş açımıza girerek "iznimizle" sohbetimize dahil oldu ve şöyle bir saptamada bulundu: "Eski bir şair demiş ki, Türk milletini hiçbir şekilde batıramazsın, batırmanın tek yolu halkı borçlandırmaktır." Anladığım kadarıyla bu şair esasen ekonomist olan fakat hobi olarak şairlik yapan bir zat-ı muhteremmiş. Borçlanmanın dışında batmayacak dirayette bir milletin üyesi olduğum için de ayrıca mütehassis oldum. Mecburen katılmak zorunda kaldığımız bu muhabbet diyalogdan ziyade sürücünün monologu olarak devam etti, sonunda tiyatronun önüne gelebildiğimizde ambale olmuştuk.

Küçük Tiyatro'da en son gelip bir oyun izlediğimde genç kızlığa henüz adım atmış bir yeni yetme idim. Aslında sıkı bir tiyatro izleyicisi olmama rağmen o yıllarda genellikle özel tiyatroları ve bilhassa "Ankara Sanat Tiyatrosu"nu yakın takibe alırdık, Devlet Tiyatroları ile daha seyrek bir muhabbetimiz vardı. Yoksa bu güzel, tarih kokan tiyatroyu çok severdim. İlk kez bir çocuk oyunu izlemiştim bu salonda: "Peter Pan". 7 yaşındaydım ve sanırım ilk tiyatro deneyimimdi. Sırtından asıldığı tel marifetiyle uçması sağlanan "Çınçın Zil" (Tinker Bell) karakterini sevmiştim en çok. Biraz geciktiğimiz için locaya alınarak izlediğim son oyun ise başrolünü Hepşen Akar'ın oynadığı "Gecikenler" idi. Araya giren 30 u aşkın yıldan sonra heyecanla girdim salona, hatırladığımdan pek farklı değildi. Üzerini kabartma yaldızlı nakışlar ve yuvarlak vitrayların süslediği oval kubbeli bordo tavan, bordo perdeler ve koltuklar, ahşap duvarlar, benim tiyatro salonlarında aradığım görkemli görüntü. Tekrar 16 yaşıma döndüm ve oyun başladı.

"Geç Kalanlar"; kendisi de oyuncu olan Pervin Ünalp'in yazıp Nesrin Üstkanat'ın sahneye koyduğu bu oyun "Yasamın geç kalmayı affetmeyecek kadar kısa ve sürprizlerle dolu olduğunu" konu alıyor özetle. Başroldeki Füsun Günuğur dışında vasat diyebileceğim bir oyundu, beni pek etkilemedi. Ancak tiyatroya harcanan emeği kutsal sayarım, bu nedenle yine de takdirle izledim.

Tiyatrodan çıkınca Rahmi Koç Müzesi'ne gittik. Müzeyi 5.kez, "Minyatür Odalar Sergisi"ni ise ikinci kez gezmeme rağmen hiç sıkıntı duymadım. Çengel Han'ın atmosferi beni her zaman olumlu etkilemiştir ve sergilenen objeleri her seferinde ilk kez görüyormuşum gibi zevkle seyrederim. Bu arada ilgilenenler olursa "Minyatür Odalar Sergisi" Haziran'a kadar uzatılmış, görmeyenler için güzel bir fırsat, kaçırmayın derim.

İlk iki görsel: Buradan.

2 yorum:

  1. Şofor size mini bir oyun sergilemiş zaten.Güzel bilgiler.Teşekkürler.

    YanıtlaSil
  2. bu ne güzel bir yorgunluk böyle. Üstünede akşam ayaklarınızı uzatıp bir kahve içseydiniz keşke alırdı tüm yorgunluğunuzu.

    YanıtlaSil