Güz geldi, nar da geldi yakut benzeri taneleriyle. Sadece nar gelmedi, nar çiçeği çayı sezonu da açıldı. Haa bir de Altın Portakal Film Festivali'ndeki gösterim için "Nar" filmine bilet alındı. Eh o zaman iş kaldı Neşet Ertaş'ı dinlemeye:
5 Ekim 2011 Çarşamba
BUDUR!..
Yılların dostlarıyla geçirilen keyifli saatler, Antalya öncesi veda buluşması, çocuklaşıp hep bir ağızdan konuşma, ölçüye vurulmadan atılan kahkahalar, aramıza katılan seneler öncesinden çıkıp gelmiş bir ortaokul arkadaşı, anılar, kendini hala lise yıllarında gibi hissetmek, hayattan bir güzel gün daha çalmak, ömür defterinin kâr hanesine atılan çentik, masanın üstünde armağan kitabım, çantamda şans getirecek at kestanesi; mutlu muyum neyim?
4 Ekim 2011 Salı
BU DA BİR GÜNDÜ İŞTE; HEM GÜZEL, HEM BURUK...
Sonbaharın kendini hissettirmesiyle bünyede ortaya çıkan kırılma dökülme hallerini ilaçlayıp tersledikten (bu hastalık kısmını şımartmamak gerekir, adamın tepesine çıkarlar yoksa) sonra yürüyerek Sanat Cafe'ye gittim. Orada bir öğle tatili süresince üç şeker kadınla oturup yedik içtik. İki şekeri işyerlerine yolcu ettikten sonra üçüncü şekerle üst kattaki sergiyi gezdik. Elele Sanat Galerisi'nin 2010-2011 Atölyeler Karması Sergisi idi gezdiğimiz, en beğendiğim eserleri sizler için fotoladım aziz ve muhterem izleyicilerim:) Ressamların ismini kaydetmeyi unutmuşum, kendilerinden özür diliyorum.
Aşağıdaki seramikleri ise bu temayı çok seven biri için fotoğrafladığımı tahmin etmişsinizdir. Umarım beğenir:)
Ve diğer birkaç tane daha
Öğle kaçamağı, sergi, yürüyüş vs derken günün ikinci yarısına geçildi, aynı zamanda da dünyevi işlerden manevi işlere. Sabahleyin vefat ettiğini öğrendiğim çok eski bir aile dostunun evine başsağlığı ziyaretine gittik. Oldukça yaşlıydı rahmetli ama Cemal Süreya'nın dediği gibi "Her ölüm erken ölümdür", içim buruldu yine de. Elinden yediğimiz bazlamaları, su böreklerini, ilerlemiş yaşına rağmen özenli giyimini, ağır işittiği için bağıra bağıra yaptığımız sohbetleri, zorlansa da hiç geri kalmadığı gezmeleri, aramızda şaka konusu olmuş "Pek severim armudu" cümlesini, onlarca defa girip çıktığım onsuz kalmış evini düşününce ruhum daraldı. Her gidenle anılarımızın bir bölümünü yitiriyoruz. Hele de kapıdan çıkınca kaldırımda gördüğüm bir çift siyah ayakkabı kıymık gibi battı yüreğime. Ne diyeyim güle güle git Fatmanım teyzem, umarım huzur bulursun gittiğin yerde...
GÜNDELİK
Çay, tost, blog, banka, metro, simit, ayran, Ankamall, Migros, Tchibo, kahve, konuk, çay, pasta, öksürük, eklem ağrısı, ıhlamur, karanfil, tarçın, kuşburnu, bamya çiçeği, mandalin, limon, çay, ilaç, "Fay Kırığı2", battaniye, yastık, çorap, hırka ve yarın için gezme programı, kih kih kih...
3 Ekim 2011 Pazartesi
PAZARIN GETİRDİĞİ
-Uyanmam öğleni bulduğu için kendimi kutlayarak(!) kalktım yataktan. "Porsuk" derdi büyük dayım çok uyuyana. Yorumsuz bırakıyorum ben.
-Çamaşır yıkama eylemim annemin emektar makinesinin yine kendini at sanıp şaha kalkmasıyla kesintiye uğradı, kapıya kadar geldi ama dışarı çıkmasını son anda müdahale ederek engelledim.
-Dünkü yorgunluğun acısını bütün gün oturarak çıkardım, zaten gün dediğin öğlen kalktığım için yarıya inmişti.
-"Umutsuz Ev Kadınları" dizisini Hatice Meryem'in senaryosuna güvenerek izleyim dedim ama 15 dakika zor dayanabildim. Senaryoda sadece isimler değişmiş, orijinaliyle aynı birşeyi seyretmek son derece sıkıntı verdi.
-Bunun üzerine film izlemeye karar verdim. Başrollerini Kate Winslett ve Jennifer Connelly'nin paylaştığı "Little Children" (Tutku Oyunları diye sapır saçma bir isimle Türkçeleştirilmiş) oldu seçimim. Başlangıçta "Aman Tanrım, yeni bir Umutsuz Ev Kadınları vakası" diye izlemekten cayacakken güvenilir tavsiyeler ve akışın değişmesiyle sonunu buldum. Güzeldi ama hayatımı değiştirmedi:)
-Günün son aksiyonu "Emine-Fay Kırığı 2" isimli tuğlayla muhabbetti. 569 sayfa içeren kitabın 400. sayfasına ulaştım sağ-salim. Akıcı, bilgilendirici, etkileyici, düşündürücü ve benzeri sıfatları hakedecek bir roman. Okumaya niyetlenirseniz önce birinci kitabını alın lütfen: Fay Kırığı 1/Mehmet Eroğlu.
-Şimdi ben gidip biraz daha okuyayım. Huzurdan ayrılmadan önce bir kez daha: "10 Ekim'de TRT 1'de Mor Menekşeler, izleyiniz efendim"
-Set işçisi Şirin kızkardeşten, ufuktaki Altın Portakal macerama eşlik etsin diye:)
-Set işçisi Şirin kızkardeşten, ufuktaki Altın Portakal macerama eşlik etsin diye:)
2 Ekim 2011 Pazar
HAFTASONU
Aman nasıl yorgunum nasıl yorgun, ayaklarımın altından ateş fışkırıyor. Saatler geceyarısını geçmiş, Pazar gününün ilk dakikaları ve gidip yatacağıma birşeyler yazmaya çabalıyorum, benimki de akıl işte.
Ankara'da geçecek son hafta sonu, önümüzdeki Cumartesi bu saatlerde Antalya'da olmayı ummaktayım. Kızkardeşle birlikte geçirelim dedik Cumartesiyi ve uzun süredir plandığımız birşeyi gerçekleştirip öğlen yemeğimizi "Minna's"ta yedik. "Minna's" Lübnan, İtalyan ve Akdeniz yemekleri yapan bir restoran. Kendimize birer karışık Lübnan tabağı ısmarladık ve yaklaşık yarım saat kadar bekledik, sonra önümüze aşağıdaki kocaman servis geldi.
Soldan sayarsak: Humus, Kıbbe, Felafel, Tabule ve önde bildiğimiz patlıcan salatası ama patlıcanlar Lübnan doğumlu olabilir:)) Humusu bilmeyen yoktur doğal olarak, "Kıbbe" bir çeşit içli köfte (Gamzee kulakların çınlasın). Normal şartlar altında da içli köfteyi çok aramayan biriyim, bu bana biraz ağır geldi. "Felafel"i severim, "Tabule"den sonra tabaktaki en güzel şey oydu. Maydanozlu, naneli, soğanlı, bulgurlu bir çeşit salata olan "Tabule" ise tabağın en lezzetli yiyeceğiydi, miktarı biraz daha fazla olmalıydı zannımca:) Lübnan doğumlu patlıcan salatasının ise sıradanlık dışında bir özelliği yoktu. Sonuçta her zaman yapmayacağımız (ki felafeli hayatımda bir kez deneyip bir daha uğraşmamaya karar vereli epeyce yıl geçmiştir) birşeyleri yemiş, hem de bol bol sohbet etmiş olduk. Sefamız olsun.
Üstüne köpüklü, sade kahvemizi de höpürdettikten sonra kalktık. Tunalı'ya doğru bir yürüyüş, D&R'da bir tur, Gloria Jeans Coffee'de bir kahve molası daha derken kızkardeşle vedalaştık. Günün geri kalan kısmı ihtiyaç olan bir halı bulabilmek için nafile çabalarla geçti. Sonuç olumsuz ve karar verdik ki Türkiye'de üretilen halıların %80 i değil satın almak, bakılmayacak kadar zevksiz. Yahu siyah suni deri üstüne bordo sakallı yünden üretilmiş ve aralarına lame iplikler atılmış bir halıyı kim alır da serer evine?
Kısacası halı peşinde çok yorulmuşum, ayaklarım ağrıyor. İyisi mi ben "Emine-Fay Kırığı 2"yi alayım elime yatağıma doğru yollanayım. Pazar gününüz keyif içinde geçsin efendim. Haa 10 Ekim'de TRT 1'de Mor Menekşeler'i izlemeyi unutmayın...
30 Eylül 2011 Cuma
AZ KALDI
Ankara'da havalar soğur, sonbahar yerleşirken Leylak Antalya'daki yazdan kalma günlerin hayalini kurar...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)