Gece neredeyse hiç uyumadım, adetim hilafına geç yattım, uyku tutmadı, dön baba dönelim gelmedi o uyku, Tam biraz dalmak üzereydim ki berbat bir gıcıkla en az 5 dakika öksürüp tekrar kovaladım gelen uyku perilerini. Sabah ezanına yakın uyumuşum ama bu defa da telefonun alarmı uyandırdı, açılmayan gözlerimi ellerimle açıp sürünerek kalktım yataktan, yüzümü yıkamak için banyonun yolunu tuttum. Zaten sabah falan da değildi gelen, kapkaranlık bir görüntü, sadece saat doğruluyordu sabah olduğunu.
Kız kardeşin hastanede bir işi vardı erken saatte, bir gün önce oralarda buluşup Kale civarına gitmeye karar vermiştik, bunca sabah eziyeti o yüzden. İyi kötü giyinip hazırlandım, iki lokma bir şey attım ağzıma, düştüm yola. Uzun zamandır ilk kez dolmuşa bindim, dolmuş da dolmuştu hani, dolmuş demek hakaret olur, bundan sonra kendisinden "VIP Halk Taşıyıcısı" olarak söz edeceğim 😂 İlk gözüme çarpan ön cama yapışık tabela oldu, "Güzelin dedikodusu çok olur" yazıyordu. Haklı, gördüğünüz gibi ben hemen başladım dedikoduya 😉 Sonra tavanın, koltuk arkalarının ve aracın iç çeperlerinin lacivert renkli, kapitone bir materyalle kaplı olduğunu fark ettim. Kapitone zeminin üstünde etrafı altın varaklı yapraklarla çevrili "VIP" yazan yuvarlak süslemeler ve aracın yanlarını, tavanını ve şoför mahallinin arkasını fırdolayı dönen mor ışıklar vardı, VIP Pavyon'a hoşgeldiniz 😂 Şoförün hemen arkasındaki koltukta oturuyordum, müzik setinden Türkçe bir pop şarkısı yayılıyordu ama baslar o kadar kuvvetli vuruyordu ki sözlerini duymam mümkün olmadı, şoför duyuyor olsa gerek ki kafasını ritme uygun bir şekilde sallıyordu. Mor ışıklı, pavyon stayla VIP Halk Taşıyıcısı'nda önüme alevli malevli bir şeylerin gelmesini beklerken kafamı bir kaldırdım ki ne göreyim, sürücü koltuğunun sol direğinde şapşik kedi Sylvester, sağ direkte ise tırmanan bir maymun. Her ikisinin üstünde de küçük boy bir led TV. Çocuk ruhlu, pavyonsever, first class özentili bir şoföre denk geldiğimi düşünürken ineceğim yere geldiğimi fark ettim, kendimi dar attım "VIP Halk Taşıyıcısı"ndan. Kız kardeşe telefon ettim, buluştuk ve Kale'ye doğru tırmanmaya başladık.
Hava soğuk, yerler geceden kalma ince buz örtüsünün kırıntılarıyla kaplı, yokuş dikti. Üşüdük ve yorulduk. Neyse ki kayıp düşmeden Kale'nin kapısına ulaştık, saat 9.30'du ve etrafta in cin top oynuyordu. Bizden başka bir-iki esnaf gördük o kadar, dükkanlar kapalı, gitmeyi plandığımız cafenin kepenkleri bile sıkı sıkı örtülüydü. Bir deja-vu hissi geldi oturdu bünyeye, biz geçen yıl bu vakitler de Rus Kültür Müzesi'ni gezmeye gelmiş, yine ıssız Kale sokaklarıyla karşılaşmış, pazartesi olduğunu hesap etmediğimiz içi müzeyi de kapalı bulmuştuk, üstelik hava daha da ayazdı. Aferin bize, nush ile uslanmayanı etmeli tekdir, tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir demiş Ziya Paşa. Kötek yemeden kaçtık kapalı Kale gezimizin ikinci yıldönümünde mekandan. Bari dedik eski Hıfzıssıhha, yeni Halk Sağlığı Merkezi'ne gidip nostalji yapalım. Malum babamız yıllar yılı orada çalıştı, yöneticilik yaptı ve oradan emekli oldu. Bizim çocukluk ve ilk gençlik yıllarımız da o Ankara taşından yapılma kunt binaların koridorlarında, odalarında, bahçesinde geçti. Bahçesinde muhteşem leylak ağaçları vardı, baharda çiçekleri duvarlardan kaldırımlara taşardı. Japon elmaları vardı ekşi ekşi, minik ve kırmızı, kopartır yerdim. Zaten herkes etrafımda pervane olurdu çocukken. Babam ve arkadaşları cam beherler içinde çay demlerlerdi. Bayılırdım onunla işyerine gitmeye (daire denirdi o zamanlar babaların işyerlerine). Benden sonra kardeşim devraldı bayrağı, o nedenle bir gidip gezelim, hem de babamı anarız dedik. Gelgelelim öyle el kol sallayarak girilmez olmuş oralara biz görmeyeli. Kapıda güvenlik var, görevli genç kızdan babamızın yıllarca burada çalıştığını, çocukluğumuzun buralarda geçtiğini ve bir görmek istediğimizi söyledik. Amirine telefon edip izin aldı ve yanımıza pek bir şey bilmeyen, gönülsüz bir güvenlikçi takıp kabul etti içeriye. Gezdik, hüzün ve hayal kırıklığı yaşadık. Aşı üretim merkezi garaj olmuş, babamın bazen pazar günleri piknik yapmaya götürdüğü arka bahçedeki yeşil alan kaybolmuş, alınlığında Hijyen Tanrıçası Hygieia'nın rölyefi olan Hıfzıssıhha Okulu'nun kapısındaki vitraylı camların bir kısmı kırılmış ve leylak ağaçları yok olmuş. Bina taşınacakmış zaten, hiçbir şeyden haberi olmayan güvenlikçi öyle söyledi, teşekkür edip ayrıldık. Bir devir çoktan kapanmıştı da tasdiklemiş olduk:
Görsel: Buradan
Çok yorulmuştuk, bir kahve içelim bari dedik ve Konur Sokak'taki eski Dost Kitabevi'nin yerine, yani Mimarlar Odasının zemin katına yeni açılan Süper Coffee'ye konuşlandık. Ay pek güzel olmuş, pek beğendik. Noel Baba bardaklı kahvelerimizi içtik, dinlendik ve sonra evli evine, köylü köyüne, evi olmayan sıçan deliğine diyerek ayrıldık.
2025'in ilk hafta sonunun eli kulağında, güzel geçmesi dileğiyle...