.

.
.

13 Kasım 2024 Çarşamba

GİTTİK/GEZDİK/GELDİK 1-UTRECHT / 13 KASIM

Dikkat: Hayli uzun bir yazıdır, söylemedi demeyin 😉

Leylak Dalı olarak da tanınan Alice, Harikalar Diyarı'ndan pazartesiyi salıya bağlayan gece yarısı itibarıyla dünyaya iniş yaptı 😀 Şu aralar yol yorgunluğunu atmaya çalışmakta 😊

Efendim bu anonstan sonra gelelim geçen hafta neler olduğuna. Takipçilerim bilirler, biz belli zamanlarda kız kardeşle gezginlik yaparız. Bu yaz için kendimize daha geniş kapsamlı bir plan yapmış idik, kardeşim Hollanda'ya doktora için giden iki öğrencisinin davetlisi idi, kambersiz düğün olmayacağı için ablasını da yanına alması bir nevi farz olmakta idi (Nalınca keseri gibi kendime yontmakta üstüme yoktur 😀) Gelgelim benim değilse de kardeşimin önünde bir vize duvarı vardı ve bu duvarı aşmak yaz itibarıyla mümkün olmadı, daha doğrusu duvarın yanına yanaşmamız sonbaharı buldu. Vize de tuttu kış başında çıktı. Ucu ucuna bilet bulduk, yazlık valizlerle gelmiş ben zavallıcık mağazalardan kışlık kazak, alışkın ayaklarımın rahatlığı açısından ta Antalya'dan bot ve neyse ki bir zamanlar getirip Ankara'ya bıraktığım eski bir manto ile seyahat gardırobumu düzdüm. Ankara'dan direkt uçuş bulduk ve 4 Kasım günü saat 17.00'de bir uçak dolusu gurbetçi kardeş ile gökyüzüne revan olduk. Koltuk aralarının darlığı, gurbetçi kardeşlerimizin avaz avaz sohbetleri, bebelerinin uçak koridorunda koşturmaları ve koltuk arkalıklarına yediğimiz tekmeleri saymazsanız 4 saat sonra Avrupa kentlerinin ışıklarına baka baka Amsterdam Schiphol Havaalanı'na vasıl olduk. Yolculuğun başında gökyüzünün bize sunduğu güzelliği de es geçemeyeceğim, yeni ay altında uçak uçağa karşı:

Havaalanında bizi kardeşimin öğrencilerinden M. karşıladı. Daha sonra karşıya geçip pek çok kez kullanıp detaylarına vasıl olacağımız "Amsterdam Centraal Station"a girerek uçak yolculuğundan ve gürültüsünden yorgun gövdemizi tren koltuğuna attık ve yaklaşık 40 dakika sonra gençlerimizin oturduğu Utrecht'e ulaşmıştık. Bu defa Utrecht Centraal Station'daydık ve giderek burayla daha samimi olacaktık. Tren istasyonunun alt katı otobüslerin toplanma merkezi ve bir merdivenle aşağı inip trenden otobüse geçiş yapıyorsunuz. Pek hoş, pek güzel. Daha biz ülke değiştirmeden indirimli kartlarımız M. tarafından hazır edilmişti sağolsun. İlk binişten sonra otobüslerin huyunu, suyunu öğrendik. Tam lisansı bitirmiş, yükseğine başlayacaktık ki dönüş günü geldi 😀 Otobüslerde ve istasyon turnikelerinde hem binerken, hem inerken kart basılıyor. Sebebi şu imiş, binişte son durak parası alınıyor, inerken artan kısım iade ediliyor. Nasıl ama çözmüşüz sistemi değil mi? Yalnız otobüsler soğuk, bu noktada Utrecht Belediyesi'ne sitemliyim 😀 Neyse ilerleyen yazılarda bu konulardaki daha gelişkin görüşlerimi sunacağım sizlere (Bir haftada uzman(!) oldum yahu)

Biz de trenden inip kalacağımız eve gitmek için otobüse bindik. Saat ilerlemiş ve hava kararmış olsa da yol boyu gördüğümüz evlerin ışıklarının yanık ve perdelerinin sonuna kadar açık olması dikkatimizi çekti. Geniş pencerelerden evlerin içi olduğu gibi görünmekteydi, meğer Hollandalıların adeti imiş ve bunun Kalvinist gelenekten geldiği söyleniyormuş, ben onların yalancısıyım. Yanisi, gösterişli bir hayatımız yok, bakın da görün merak ediyorsanız demek istiyorlar anladığım kadarıyla. Bu gelenek evlerin pencerelerine bakarak kimlerin Hollandalı kimlerin göçmen olduğunu anlamak için belirleyici bir durum, göçmenlerin perdeleri basbayağı kapalı. Nitekim biz de şehir merkezinin biraz dışında, genellikle göçmenlerin yaşadığı mahallelerdeki sosyal konutlardan birindeki öğrenci evine konuk oluyoruz. Sağ olsun N. bizi bir hafta boyunca ailesinden biri imişiz gibi ağırlıyor. Bu sosyal konutlar ya bitişik nizam, iki-üç katlı, kale duvarı gibi uzun binalar ya da oldukça yüksek ve çok daireli apartmanlardan oluşuyor. Çok fazla göçmen var Hollanda'da, genellikle kasiyerlik, inşaat işçiliği, tamirat vs gibi işlerde  çalışıyorlar ve gördüğüm kadarıyla herkes birbirine alışmış, tabii bu benim dışardan gördüğüm, kısa süreli gözlemim. 

Ertesi sabah farklı bir ülkede olmanın heyecanıyla açıyoruz gözlerimizi ve kahvaltının ardından kendimizi otobüse yerleştirip istasyonda M. ile buluşuyor, Utrecht'i keşfe çıkıyoruz. Gün boyu taban tepiyoruz, ben gezinin sonlarına doğru gençlere ayak uydurmakta biraz zorlansam da gıkımı çıkarmadan devam ediyorum. "Bas bas tabanları yollara/Bi daha mı gelicez Hollanda'ya?" 😀

Zaten yeteri kadar yazmışım, artık daha çok fotoğraf koyayım ki sıkmayayım sizi, arada açıklamalar yaparım bildiğim ya da öğrendiğim kadarıyla:





Kanalları ve sivri çatılarıyla oyuncak evlere benzeyen binaları görünce keyifleniyoruz. Çocukluğumdaki çok sevdiğim tahta bloklu yapı oyuncaklarım geliyor aklıma, hafiften bir nostalji yaşıyorum. 




Sonra efendim Dom Kulesi ve Katedrali ile tanışıyoruz. Kendisi Hollanda'nın en yüksek kulesi olma ünvanına sahipmiş:


Bu tanıştığımız ilk kule ama son olmayacak, gittiğimiz her şehirde benzerlerinden ve boydaşlarından bir veya iki-üç tane göreceğiz. Kule'ye varmadan önce küçük bir kitapçı görüyor ve adetimiz üzere hemen dalıyoruz (kendi küçük ama avizesinin maşallahı var):


Aydınlık ve çok sevimli bir kitapçı bu ve arka tarafında küçük ama yemyeşil bir bahçe var, insanın içi açılıyor:


Kitapçıdan bir-iki ayraçla çıkıyor ve Kule'ye doğru ilerliyoruz.


Katedrali geziyor, meydanda dolaşıyor ve Utrecht Üniversitesi Rektörlüğü'ne girip öğrenci olmak istediğimizi söyle...miyoruz tabii ki ama bu gördüğüm en şık rektörlük binalarından biri. 


1636'da kurulmuş ve hala taş gibi! Biz de 30 yıllık binaları kentsel dönüştürüyoruz. Aslında bu binayı yıksalar yerine ne güzel bir AVM olur, tam da meydanda 😀

İçi de dışı kadar güzel, üstelik muhtemelen bir tez savunmasına denk geliyoruz, şık giyimli kadınlar, erkekler, üniversite senatosu üyeleri falan toplanmış. Salonlar çok güzel, merdivenler, vitraylar şahane, bahçe derseniz krallara layık. Bayılmadan çıkalım şuradan en iyisi:


Ve fakat acıktık, kendimize birkaç unlu mamul, birer de bira alıp şehri çevreleyen şahane parka dalıyor ve kuru yaprakları çıtırdatarak köpeklerini ve bebeklerini gezdiren sarışın Hollandalıların yanından geçip bir banka konuşlanıyor, kanala, kanalın kıyısındaki bebek evlerine, rengarenk sonbahar yapraklarına ve ağaçlara bakarak karnımızı doyuruyoruz. 


Sudaki yansımaları resmedenler var...


Karnı doyanın gözü yolda olurmuş, tekrar merkeze dönüyoruz. Hollanda'ya gelmişiz, peynir almadan mı gidelim?


Çaktırmayın, içerisi fena kokuyor ama peynirler çok lezzetli. Ortaokuldaki coğrafya öğretmenim- komiktir ki kendisi ortaokuldayken de babamın coğrafya öğretmeni imiş, yaşını siz hesap edin artık-derdi ki: "Hollanda peynirinin iyisi ayak kokar". Iyk!


Yolda şu arkadaşa rastlıyoruz, Kanal'a bakıyordu, dönerken de bakıyordu, eminim hala bakıyordur. 

Hava biraz soğuyor ve soba görüntüsü verilmiş ama esasen tüpgaz alevinden ibaret camekanlı zımbırtıların olduğu bir cafeye oturup ısınıyormuş gibi yaparak birer kahve içiyoruz, etraf kalabalıklaşıyor. Utrecht halkı için piyasa vakti...

Bizim başımız kel mi, kahvelerimiz bitince katılıyoruz piyasacıların arasına. Birer külah patates kızartması alıyoruz, malum buralarda ve komşusu Belçika'da meşhur bu uyduruk yemek. Zaten patatesi satan yer de Brüksel kökenli olsa gerek, çişli bebenin adını taşıyor: "Mannekenpis". Patates kızartması bildiğimiz kızartma, olayı üstüne dökülen sosta. Lakin ben sosundan hoşlanmıyorum, yumuşatıyor patatesi, bundan sonrakileri sossuz yiyeceğim zaten.



Hava hafiften kararmaya ve soğumaya başlıyor, biz de dönüşe geçiyoruz ama eskiden postane olan, şimdilerde kütüphaneye dönüştürülen binayı gezmeden de gitmiyoruz:



Binanın dışı ve içi. Heykeller, vitraylar ve kubbe çok görkemli. Burası lobi gibi kullanılıyor, gençler gelip müzik yapabiliyorlar. Üst katlarda kitap ve çalışma salonları var. Ayrıca her yaştaki çocuklar için ayrı bölümler düzenlenmiş, veliler çocuklarını kapıp gelmişler. Fena halde imreniyorum.


Üst kat pencerelerinden şehre bakış...

Çıkışta üzerimize gelen bisiklet nehrinden kendimizi zor kurtarıp karşı kaldırıma atlayabiliyoruz. Sanırım bütün ömrümce görmediğim kadar bisiklet gördüm bir günde.

Günü şununla bitireyim; şehrin değişik yerlerindeki bu ters çadır benzeri madeni koniler pisuar, çişi gelen beylerin kullanımına amade 😀


Otobüsümüze biniyor ve Hollandalıların perdesiz pencerelerinden görünen soft ışıklı, şık evlerine göz atarak geçici yuvamıza dönüyoruz.

Buraya kadar geldiyseniz size benden bir Hollanda bileti demeyeceğim tabii ki, sadece okuyan gözünüze sağlık diyeceğim. Bakalım ertesi gün nereye gideceğiz?








4 yorum:

  1. Hoş geldiniz. Evlere bayıldım ne kadar güzel görünüyorlar. Bu perde kapatma sadece bizim gibi toplumlarda galiba yabancı dizilerde de görüyorum hep öyle. Devamını bekliyorum sizi okumak çok zevkli. Hülya

    YanıtlaSil
  2. Heyecanla bekliyordum bu yazıları, ba-yıl-dım! 🧡

    YanıtlaSil
  3. ay ne güzel gezmişsiniz ve de yazmışsınız öğretmenim :) fotoğraflar da şahane (ben de nilay örnek gibi ne çok şahane diyorum :P)
    gurbet ellerdeki bu temiz, ferah, sakin ve yeşil ortamlar nasıl huzurlu...iyi ki gitmişsiniz. devamını tabii ki bekliyoruz

    YanıtlaSil
  4. Sefanız olsun,alışınca durulmuyor tekrar yola çıkarsınız, yeni yerler sizi bekliyor 🥰

    YanıtlaSil