Anneannemle birlikte oturduğumuz yıllara küçük dayım vuruyor damgasını. Haşarı ötesi bir ergen, babasını erken kaybetmesinin getirdiği eksiklik hissini anneannemin dalgalı ruh hali de arttırıyor. Kimi zaman "Öksüzüm, tırnak kadar etim" diye severken, kimi zaman her yaptığına karışıp, her şeyine söyleniyor. Dayım kimseleri dinlemiyor. Anneanneme yalvar yakar aldırdığı bisiklete sadece ilk gün normal biniyor, geri kalan zamanlarda ya ayakta, ya amuda kalkarak ya da en olmayacak şekillerde sürüyor. Anneannemin itirazlarına, yalvarışlarına kulak asmadığı gibi evin önünden geçerken de dalga geçer gibi el sallıyor. "Ne olacak bu çocuğun hali, şuna bir akıl verin uşaak" diye önüne gelene sızlanan anneannem oğluna biraz sert çıkılsa bu kez suratını asıp oğlundan yana tavır alıyor. Biz de bir gün "Sevgili dayıcığım", "Canım yiğenim" durumundayken ertesi gün birbirimizin gözünü oyacak duruma gelebiliyoruz. Yine de bir türlü yatışmayan sert ve dik saçlarına her gece limon suyu sürüp naylon çorap giyerek yatan dayım çok sevimli.
Annemle anneannem hemen hemen her hafta Niğdeli ahbaplarının kabul günlerine gidiyorlar, haliyle beni de yanlarına alıyorlar. Annemin devrin modasına uygun kendi diktiği giysileri var. Özellikle mavi üzerine ince çizgileri olan, belden büzgülü, aynı kumaştan kemeri olan elbisesini çok seviyorum. Büyüyüp benzer kıyafetler giyme hayalleri kuruyor, yüksek topuklu ayakkabılarını ayağıma geçirip deniyorum. Vaziyeti fark ettiği anda annem üstüme atılıp "Belini kıracaksın" diyerek ayakkabıları çıkarıyor ayağımdan. Ayakkabının beli mi olurmuş ki kırılsın, ne diyor bu kadın?
Kabul günlerine gittiğimiz ahbapların bana komik gelen isimleri var: Kümsarın Meliha, Pamuğun Sayime, Vıdıvıdıların Türkan, Baba Teberiği Tayibe. Tayibanım ile bir akrabalık durumu da mı var bilmem, anneannem pek hürmet ediyor ona. Tek katlı, geniş bir evde oğlu, gelini ve iki kız torunu ile yaşıyor. Ufak-tefek, akça pakça, tombulca bir kadın Tayibanım, ne zaman gitsek kapının karşısındaki sedirde oturur oluyor, pek ender ayağa kalkıyor, yaşı da epeyce var. Annemler büyüklerle muhabbet ederken benim payıma küçük torun düşüyor. Büyüğü ergen olma yolunda emin adımlar attığı için bize pek yüz vermiyor, hoş küçüğünün de pek yüz verdiği söylenemez. Sarışın, renkli gözlü, Kuzey ülkelerinin havasını taşıyan bir kız yaşıtım olan küçük. Kocaman üç boyutlu bir kitap getiriyor, "Uyuyan Güzel". Kitaba içim gidiyor, lakin küçük hanım "Elimde bak" havasında, dokunmama bile izin vermiyor. Uzun süre aklım o kitapta kalıyor. Kümsarın Meliha Tayibanımların bitişik apartmanında oturuyor. Onların kabul gününde daha kalabalık bir çocuk grubu oluyor, bizim burnu havada sarışın demirbaş haliyle ama çok sevdiğim Tülin de var, kara bir kız, alnının iki yanında iki iri beni var. "Güzellik mi, Çirkinlik mi?" oynuyoruz bahçede. Sarışın ebe olduğunda güzel de olsam, çirkin de olsam beni asla seçmiyor. Aramızda adeta bir soğuk savaş var. En sevdiğim kabul günü Pamuğun Sayime'lerde olan, çünkü onların şahane bir bahçesi var, kaç saat otururlarsa otursunlar o bahçede vaktin geçtiğini anlamıyorum.
Anneannem memlekete kardeşlerini ziyarete gitme planları yapıyor, gitmeden evvel Sümerbank'a gidip salonun penceresine perde dikilmesi için kumaş alıyor, yola çıkmadan önce de anneme o dönene kadar perdeleri dikmesini tembihliyor. Annem hemen işe girişiyor. O zamanlar yaygın olarak kullanılan, goblen denen cinsten bir kumaş bu. Annem ölçüyor, biçiyor, büzgüleri biraz az tutarsa salondaki somyaya da bir örtü çıkaracağını hesaplıyor, bir heves oturup hem perdeleri, hem somya örtüsünü dikiyor. Anneannem gelmeden perdeleri asıp, somyaya örtüyü örtüyor, bekliyor ki annesi geldiğinde beğenip takdir etsin.
Anneannem memleketten "Kara doktor" dediği ve cebinden eksik etmediği kuru siyah üzümler, Niğde tarhanası ve köfterle dönüyor. Elindeki yükleri bırakır bırakmaz gözü perdelere ve somyaya kayıyor. Yanaşıp perdeyi yakından inceliyor, suratı memnuniyetsizliğinin ifadesi olarak düşüyor. Anneme dönüp, "Niye bunun büzgüleri az?" diyor. Annem somya örtüsü çıkarabilmek için büzgüden kıstığını söyleyince kıyamet kopuyor. O zaman annemi derin bir üzüntüye sevk eden ama yıllar sonra anlatıp anlatıp güldüğümüz olay patlak veriyor. Anneannem delirmiş gibi aynı şeyleri tekrarlıyor: "5 değil, 10 değil, 15 değil, 20 değil, tam 25 lira verdim. Bolamadı (Bol-dökümlü demek anneannemin dilinde) olsun dedim, zengin dursun dedim. Kim dedi sana somya örtüsü dik diye, düdük gibi olmuş, ibik gibi olmuş". Bitmiyor söylenmesi, annem suçlu suçlu köşeye çekiliyor, olay trajikomik. Anneannemin doğrudan 25 demeyip de 5 liradan başlaması komik ötesi. Bir süre sonra ortalık yatışıyor ama anneannem perdelerin yanından her geçişte, somyaya her oturuşta asık bir surat takınıp adeta hem onları, hem annemi cezalandırıyor. Zamanla sadece eğlenmek için gündeme getirdiğimiz bu olay annemin içine fena koymuş olsa gerek ki babam emekli olduğunda ilk işi anneanneme istediği gibi "bolamadı" bir perde yaptırmak oluyor.
Anneannemle geçen günler sona ermek üzere, artık kendimize ait bir eve taşınma zamanı geliyor. Zaten yakında ilkokula başlayacağım. Aşağıdaki fotoğraf taşınmadan önce çekilen son stüdyo fotoğrafı:
Cengiz Sokak No: 69'da yaşananlar haftaya...
Ah bu bazı anaların kızlarına ettiği hele ki bir zamanlar.
YanıtlaSilMaalesef, anneannem biraz zor kadındı ama bir o kadar da şirindi...
SilO goblen perdeleri hatırlıyorum, bizde de divan örtüsü de vardı, aynısından. Demek, böyle takım yapmak, şimdinin deyimiyle kombinlemek moda imiş o zamanlar.
YanıtlaSilBir de anne ayakkabıları konusunda aynı itiraz, "çıkar ayağından belini kıracaksın"! :))
Aynı kuşağız ya Sevincim, goblenler, somyalar ve söylemler çok benzer :))
Silne kadar berrah bir hafızanız var hayranlıkla okuyorum ...))
YanıtlaSilÇok teşekkürler, umarım öyle sürer...
SilO kalın perdelerin ağırlığı yüzünden kornejin yerinden çıkıp üzerimize düştüğünü hatırladım. Çok güzel anlatıyorsunuz devamını bekliyorum. Hülya
YanıtlaSilSağolun, devamı gelecek :)
SilKalemine saglik cok sade ve etkileyici yazmissin👏❤️
YanıtlaSilÇok teşekkürler...
Silokurken, edebiyat öğretmenimizin sesi çınladı kulaklarımda: "bir değil, iki değil, üç değil, tam beş konu gerideyiz" :P
YanıtlaSilfotoğraf eski türk filmlerinden fırlamış gibi :)
Çocuk yıldızmışım ben :) Parla Şenol benim kardeşim diye kandırırdım milleti zamanında :))
SilBu anıları okurken garip bir şekilde içime bir huzur doluyor...
YanıtlaSil