Rize'ye 80'lerin ortasında (sanırım Çernobil'in patladığı yıldı, 86), ilk ve pek sevgili arabamız olan maviş Anadol'umuzla Samsun'dan başlattığımız bir Doğu Karadeniz turunun sonunda uğramıştık. Arkadaşlarımızda kalmıştık bir gece, ertesi gün aksi istikamette Ankara yoluna düşmüştük. Aklımda Çaykur'un yüksek binaları, arkasında çay bahçeleri, şehrin merkezindeki bir lokantada yediğimiz döner ve henüz çok küçük olan oğlumun Lazca konuşan bir çifti görünce "Bunlar turist mi?" diye soruşu kalmıştı.
Kızkardeşle üçüncü günümüzü Rize'ye ayırmaya karar verdik, bakalım 37 yılda nasıl değişmişti şehir, tanıdık bir şey bulacak mıydım? Sabah konağımızda (konakta yaşamak Hanımağa havasına soktu, hemen iyelik ekine geçiş yaptım 😊) kahvaltımızı yapıp Fındıklı'ya gittik. Derneğin binasında kahvelerimizi içtikten sonra yolun karşısında bekleyen Rize minibüsüne yerleştik. Muavin ya da şoför yardımcısı, ne desem bilemedim, genç bir adamdı, sıcağın ve nemin tavan yaptığı saatte kapüşonlu şişme yeleğini giymiş yolculara talimat veriyordu. Ona baktıkça ben ilave terler döktüm. Yola düştük, Ardeşen'de yolcu almak için durdu minibüs, kalıplı bir adam kapıdan içeri bir baktı, her yer dolu. "Geptaaan, geptaaan, hani benim ayırtdiğum yer?" diye seslendi. Kaptandan tık yok. "Geptaaan, geptaaan" seslenmeye devam ama kaptan bakmıyor bile. "Geptaaan, ben iki saat önce iki numarayı ayırttım, hani nerdee?" derken şişme yelekli devreye girdi: "Abicim, arkaya oturuver, senin yerini bu ablaya verdik, Gürcistan'dan gelmiş oğluyla, mağdur kendisi". Kadın mağdur falan değildi, oğlu da kazık kadar herifti ama dönüp bakmadılar bile ne oluyor diye. "Geptaaan" seslenmeleri boşa çıkan adamcağız çaresiz arka koltuğa sıkıştı. Devam ettik yola.
Rize'de iner inmez rastladık ona, Havaalanı'ndan beri aradığımız kayıp ikizi sonunda bulmanın mutluluğuyla kalın beline sarılacaktık neredeyse 😂
Rize'deki çay bardağı aşkı hiçbir yerde yoktur eminim. Yol boyu rastladıklarımı çektim, devamı ertesi gün Havaalanı Bekleme Salonu'nda çıkacaktı karşıma.
Dolgu sahasına yerleştirilmiş devasa bardağın bir fonksiyonu yok, biz çıkmadık ama çıkanlardan duyduk. İçinde asansör varmış, parayı bastırıp biniyor ve Rize'ye kuşbakışı bakıyormuşsunuz, o kadar. Çevresinde de küçük küçük satış yerleri var, oraya da bakmadık. Sadece kapıdaki güvenlik görevlisine Kale'ye nasıl çıkacağımızı sorduk, yardımcı oldu sağ olsun, taksi çağırdı bize, binip Kale'ye yollandık. Çay bardağından daha yüksek ne de olsa, oradan bakarız Rize'ye.
Taksi şoförü yardımsever bir insandı, dönüş için çağırmak üzere kartını aldık. Bize gitmek istediğimiz yerleri gösterdi, almak istediğimiz şeyleri nerede bulacağımız hakkında bilgi verdi ve Kale'nin girişinde bıraktı. İş Sivas'taki Kale'ye döner diye korkmuştuk ama bu Kale replika değildi, gerçek Kale idi, içinde de Belediye tarafından işletilen tesisler vardı.
Benim dizleri biraz zorlayan yüksek merdivenlerden çıktık ve girdik içeri. Kuş bakışına geçmeden içişe geçtik, soda, çay derken dondurmaya kadar uzandık. Tesis kalabalıktı, çoğunluğunu Araplar oluşturuyordu ama hoş bir mekandı, dört bir yandan fotoğraf çektik. Şehir betona kesmiş, onca yılda tek tanıdık gelen yer girişteki Çaykur binası ile lojmanlar oldu.
Bakınız: Çay bardağı
Yeterince dinlenip, yeterince kuşbakışı seyran eyledikten sonra taksi şoförümüze telefon edip bizi almasını istedik, bekletmeden geldi, bu defa istikamet ters yöndeki Botanik Parkı idi.
Botanik Parkı'ndan Kale'ye şahin uçurduk 😀
Botanik Parkı deyince ben de dönümlerce arazi sanmıştım. Orta halli park boyutunda bir mekanmış, çok da fazla bir numarası yokmuş. Anladık ki Rize de bol miktarda manolya yetişiyormuş. Yine de yeşil ve hoş bir alandı. Hediyelik eşya mağazasından tabii ki çay bardaklı bir magnet ile minyatür bir serender kapıp parkı dolaşmaya devam ettik.
Park keşfimizi de tamamladıktan sonra aç karnımızı doyurmak için taksicinin yerini gösterdiği ve methini duyduğumuz Liman Lokantası'na gitmeye niyet ettik. Hayli dik bir yokuşu çıkmıştık taksiyle, bu kez yaya olarak inmeye karar verdik. Yokuş o kadar dikti ki ayaklarımız bizden önce gidiyor, adeta mankenler gibi cat walk yürüyüşü yapıyorduk.
Yol üstündeki devasa apartmanların arasında şuncağıza rastlayınca fotoğraflamadan edemedik, eskilerden kalmış bir ev ve bahçe duvarı:
Sonunda düze indik, tıklım tıklım dolu lokantaya girdik, teras kata tırmandık, Allahım her yer ya yokuş, ya merdiven, zavallı protezlerim. Kendilerinden sizlerin önünde özür diliyorum 😃
Garsondan karışık tabak istedik; kuru fasulye, tas kebap, kara lahana sarması, taze fasulye, İzmir köfte ve aynı tabakta geldiği için ne olduğunu anlayamadığım birtakım karışımlar kondu önümüze. Görüntüsü pek hoş olmasa da lezzetli olduğunu inkar edemeyeceğim. Üstüne pepeçura yemek niyetindeydik ama yokmuş, mecburiyet sütlacı istedik. Ben daha güzel yaparım, üstündeki bol fındıktan başka numarası yok. İki kişi bir kaseyi bitiremeden bıraktık.
Ben pepeçuraya taktım ya, yemezsem Rize'den gitmeyeceğim, öyle taktım. Lokantanın yanında bir pastane var, şansımıza bir soralım dedik, elimizde tek bir tane kaldı dediler. "Getir gardaş" dedik, yemezsem öleceğim. Sanırım tüm tatil boyunca yediğim en güzel şeydi. Isabella üzümünden yapılan bu tatlıyı hep duyardım ama yememiştim. O ekşimsi tadına bayıldım, bulsam her gün yerim vallah 😂
Ben pepeçuraya taktım, kızkardeş ise Sürmene bıçağına. Taksicimiz onun da tüyosunu vermişti bize, büyük marketlerde reyonu var diyerek. Gerçekten merkezdeki bir markette bulduk. Bıçaklarımızı da alınca Rize ile işimizi bitirdik sanıyorduk, meğer iki işimiz daha kalmış. Yol üstü bir kitapçıya rastladık, gittiğimiz yerlerden bir kitap alma ritüelim vardır, onu da gerçekleştirdim, hem de yüzde 50 indirimle. Vee minibüs durağına giderken "RİZE" yazısına rastlayıp pozumuzu da verdikten sonra çay bardağına "Eyvallah" diyerek Fındıklı minibüsüne yerleştik.
O akşam kızkardeşin Gola Derneği'nde sunumu vardı. Sunum vaktine kadar sahilde biraz dolaştık, kahve içtik, fotoğraf çektik.
Üçüncü günümüzü de böyle bitirdik. Yarın son günde buluşmak dileğiyle...
İyi ki şehir bol yeşillikli, yoksa ne öyle binaların hali.
YanıtlaSilYeşil bol ama binalar gerçekten çok biçimsiz, hele denize yakın bölgeler berbat. Yüksekler biraz kurtarmış...
Silyurdum halkının o yörenin nesi meşhursa onun heykelini dikme aşkı beni bezdiriyor :) devasa çay bardakları, dev ekmekler ve dev çatallara takılmış dev zeytinlerle kahvaltı masası oluşturabiliriz belki bir gün :)
YanıtlaSilGerçekten o heykeller çıldırtıcı, bu çay bardağı ise gerçekten saçmalık. Dediğin gibi bir kahvaltı masası oluşturulabilir. Bir yerlerde peynir heykeli de vardır mutlaka :)
SilBeypazar'nda da plastik havuç heykeli vardı hala duruyorsa.. Bir de yeşil plastikten gece de aydınlatılan ağaçları unutmayalım..Nasıl bir zevk ise...
Silİnegölde çatala takılmış dev köfteyi de lütfen unutmayalım :)))
SilAh nerelerde neler gördüm, Kumluca'da elektrik direğine asılmış salkım salkım biber domates, Sagalassos yolunda ceviz olduğunu anlayana kadar 15 dakika düşündüğümüz bir garabet, Finike'de dev Portakal ve daha neler neler :))
SilÇanakkale Masalcılar Buluşması'na Gola Derneği'nden Refika Kadıoğlu gelmişti yıllar önce. Bu yazı dizisini onun şarkıları kulağımda okudum. Dünya küçük galiba :)
YanıtlaSilRefika ile tanıştık, Gola'daki sunumda, son gün gittiğimiz derede, ilk gün Kemalpaşa'daki konserde birlikte idik, çok sevdik kendisini. Dünya gerçekten küçük :))
SilOh afiyet olsun, nihayet pepeçura yemişsin. :))
YanıtlaSilKaradeniz gezimizin üzerinden 22 sene geçti, o vakit bile eski hatırladıklarımla karşılaştırınca şoklar geçirmiştim, şimdi görmemek daha iyi sanki...
Fakat o sondaki iki manzara ne kadar güzel. <3
Yaa pepeçura tam damak tadıma uygunmuş, her gün yiyebilirim :))) Şehir merkezi çok kötü, yaylalar idare eder sanırım. Tam güneş batarken denk geldik o tekneye, gün batımı nefis fon oldu.
Sil2000’de üç kız sırtçantalı gezdik Türkiye’nin pek kız turist almayan yerlerini :)) Yaş 21 karadeniz güneydoğu doğu anadolu.. öyle enfes bir geziydi ki.. düşündükçe duygulanıyorum ve yeniden gidesim geliyor. Sayende en azından bu bölgesini gezmiş gibi oldum teşekkürler..
YanıtlaSilAyrıca dün gece anneme dedim bak Leylak dalı nasıl geziyor şu ikinci dizi de ol seni de tutamayacağız.. Ama korkuyor sanırım geciktirdikçe geciktiriyor.. Şimdiden atıp tutmayayım insan tükürdüğünü yalıyor bu hayatta ama ben ilk tıkta olurum bu ameliyatı gibime geliyor, hayat kalitem yükselir yahu.. Şahanesin maşallah 🧿
Ne güzel etmişsin C'cim kafana göre gezmekle, insan yaş aldıkça gücü de azalıyor. Annene bir yerde hak veriyorum. Dr olduğu için işin yan etkilerini, aksiliklerini bize göre daha iyi biliyor, o da cesaretini kırıyordur. Ben öyle salakçasına atladım ki ameliyata riski var mıdır diye sormak aklıma bile gelmedi. iyi ki de gelmedi, iyi ki de ikisini birden yaptırıp kurtuldum. İyileşme süreci uzun ve sancılı olunca insan aynı şeyi bir daha yaşamaya çekiniyor haliyle. Ufak tefek sıkıntılarım hala var ama eski halimle kıyas kabul etmez. Zaten bu yaşta sağlam dizler bile fire verir, orijinalini bulmak mümkün değil, o yüzden babamın evinde bu da yoktu deyip devam ediyorum. Valla hele bu gezide merdiven, yokuş, iniş saldım gitti. Öperim seni...
SilAyyy bu gezi mükemmel gidiyor bence maşallah. :)
YanıtlaSilMükemmeldi gerçekten ama sıcağı ve nemi saymazsak :)
Sil