.

.
.

12 Eylül 2022 Pazartesi

HİKAYESİ OLAN OBJELER 4 / 12 EYLÜL

 

Bugünkü hikayemiz "Ayna ayna söyle bana" diye başlayacak.  En son ne zaman baktığımı bile hatırlamadığım bu aynaya bugün çamaşır toplamak için balkona çıkarken hızlıca  çektiğim perdenin arkasında rastladım, varlığını bile unutmuşum. Babam da gittikten sonra o oda kırk yılda bir gelen yatılı misafirlere ev sahipliği yapma dışında bir nevi ardiye gibi kullanılıyor çünkü,  Koyacak yer bulamadığımız her şeyi oraya dolduruyoruz. Emektar aynanın kıvrımlarına tozlar dolmuş, hafiften kararmış, "Görücüye çıkaracağım seni, gel biraz temizleyeyim" diye elime aldığımda aynası yere düştü, neyse ki kırılmadı. Baktığımda çerçevedeki tırnaklardan birinin olmadığını fark ettim, esasen biliyordum da unutmuşum. Aynayı yerine takıp silip temizledim, sonra da fotoğrafını çekmek için biraz uğraştım, zira ne yandan çeksem kendim de giriyordum içine, görünmeyeyim diye diz çökmem gerekiyordu ki ona da protezler mani, uğraş, didin bu kadar oldu, bir de baktım ki karşı duvarda asılı büyük ablasını da almış içine, eve aynı yıl girmişlerdi. Ucundan biraz da benim telefon çıkmış, idare edersiniz artık...

Liseyi bitirdiğim yıl taşındık bu eve, Yenimahalle'deki kira evimiz nohut oda, bakla sofa denilen cinsten bir sosyal konuttu ve haliyle o zamana kadar "Kendine ait bir oda"m olamamıştı, zaten henüz Virginia Wolf'la da tanışmamıştım. Taşınma işine en çok sonunda bir odam olacağı için seviniyordum. Annem başlangıçta küçük kardeşimle paylaşmamız için diretmişti odayı ama iki yatak sığmayınca tamamı bana kaldı, zavallı kardeşe salon yolları göründü. Abladan kardeşe geçen bir "odasızlık sendromu" vardı bizim evde ama ablanın küçülenlerini kardeşin giymesi gibi ben evlenip gittikten sonra oda ona kalacak, o da evden ayrıldığında üniversiteye başlamak için Ankara'ya gelen oğlum devralacaktı. 

Daha taşınmadan odanın ölçülerini almış ve nasıl döşeyeceğim üzerine kafa yormaya başlamıştım. Öyle şimdiki gibi meyve markalı genç odası takımlarım falan yoktu, ciddi anlamda mobilya olan tek eşya babamın ben ortaokuldayken aldığı kitaplıktı. Önemli değildi, benim oda da Ankara gibi yoktan var edilmiş bir oda olacaktı. Sanırım Bulgar somyası deniyordu o somyalara, üstü kafes gibi olan, niye öyle deniyordu bir fikrim yok ama o benim için karyola görevi görecekti. Annemle çarşıya çıktık, o yıllarda dekorasyonda en sevdiğim renk portakal rengi idi. Çıkrıkçılar Yokuşu'ndan kadife benzeri fitilli, portakaldan bile daha portakal rengi bir yatak örtüsü ve mimari tül denilen cinsten, iri delikli, yine portakal rengi perdelik aldık, sonra Sümerbank'a uğrayıp kalın perdeler için kumaş bakındık ve üzerinde kocaman portakal rengi ay çiçeği desenleri olan, bejimsi-kahverengimsi bir kumaşta karar kıldık. Dikiş makinesinin başına geçtim hemen, tülleri ve kalın perdeleri ölçüye göre diktim, pencereye takıldı. Sonra babam bana tahta parçalarındın bir tuvalet masası çaktı, üstü bir ucu kesik üçgen biçiminde, üç ayaklı bir şey, çıplakken çok çirkindi haliyle. Bir uzun taburenin ayaklarını da o masanın boyunda kesti. Gerisi bana kalmıştı. Perdenin kumaşından masaya ve tabureye alt kısımları büzgülü, şirin örtüler diktim, aynı kumaştan yastıklar yaptım somyadan karyolamın üstüne. Annem evdeki en sevdiğim halıyı da bana verince çeyizim tamamlanmıştı 😀 Yatak bir duvara, kitaplık bir duvara,  tuvalet masası da pencerenin önüne yerleşti, bir duvar zaten sabit dolaptı, bana göre şahane bir oda olmuştu. Duvara posterler, resimler asıldı, kitaplar yerine yerleşti, lakin bir eksik vardı. Odada ayna yoktu. Her sabah kalkıp okula giderken saçımı bile taramak için banyoya geçiyordum. Maruzatımı bir dilekçe ile babama bildirdim. Babamın alım-satım konusunda eline su dökülmezdi. Genelde her aldığını beğenmesek de eve gelirken pek boş gelmezdi, yolda belde gördüğü, ilgisini çeken her şeyi toplar gelirdi. Bir seferinde evdeki bakırları kalaylamak için kalay malzemesi getirmiş, tüm itirazlarımıza rağmen kalaycılığa girişmiş, mutfağı simsiyah bir tozla kaplayıp tencereleri de alaca bulaca bir hale getirdikten sonra dünyada yapamayacağı tek işin kalaycılık olduğuna karar vermişti. O yüzden ayna talebimi ikiletmedi ve ertesi gün elinde yukarıdaki ile geldi. O yılların en moda aynası. Gönlüm biraz daha büyüğünden yanaydı ama kanaat ettim. Kendisi bana geldiği günden evlenip evden ayrılacağım güne kadar hizmet verdi. Benden sonra annemin odasına taşındı, evin muhtelif yerlerinde gezindi, daha büyük aynalar gelince itibarını biraz kaybetti ve sonunda bir perde arkasında unutuldu. Bugün kendisini gün yüzüne çıkardım, eski günlerin hatırına arada bir mah cemalime bakacağım. Esasen bayağı da güzelmiş, silinip temizlenince eli yüzü açıldı, hem daha ne ister, hikayelere konu oldu... 

17 yorum:

  1. Hem kendisi, hemde karşı duvardaki pek güzelmiş. Eski ama çok hoş birşey bugünlerde vintage instagirller görmesin valla. :D

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Valla insan elinde olunca kıymetini bilmiyor herhalde ya da uzun süre kullandığı için bıkmış oluyor, düşün varlığını bile unutmuşum :)))

      Sil
  2. Tatlı bir masal dinler gibi okudum aynanızın öyküsünü. Yeniden işe yaraması ne güzel. Onun da gençlik günleri vardı elbette. Olgunluk yıllarında yeni yüzlere tanıklık edecek. Onda da olgunluk çizgileri oluşmuştur herhalde.Değeri arttıran da onlar değil midir?
    Sevgiyle.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkürler, kardeşim talip oldu, o götürecek, hiç olmazsa dünya yüzüne çıksın perde arkasından. Bu ev 8 ay kapalı zaten. Haklısınız değeri arttıran o çizgiler, çizikler. Sevgiyle...

      Sil
  3. bence kullanıma sokun siz bu aynayı öğretmenim, ben çok beğendim. yazınız annemlerin evindeki "küçük oda"mı getirdi aklıma (gerçekten küçücük bir odaydı ama sığardım bir şekilde ve arkadaş bile ağırlar, şimdiki gençler gibi de "küçük" diye mızmızlanmaz, kendime ait bir odam olmasından ziyadesiyle mutlu bir şekilde yaşardım orada :))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Aynaya kardeşim talip oldu, iyi oldu, yılda dört ay açılan bir evde mahkum olmasın garip :)) Çocukluğumda annemin teyzesinin bahçesine giderdik yazın Niğde'ye, koca bir bahçe içinde iki göz küçük bir evdi. Ama ne düğünler, ne konuklar, ne bayramlar gördü, 20-25 kişi kaldığımız oldu, bir günden bir güne ay çok sıkışık, ay rahat edemedik demedik. Yıllar sonra bu konu gündeme geldiğinde teyze şöyle demişti: Eskiden evler dar gönüller genişti, şimdi evler geniş gönüller daraldı, çok haklı. Biz o Yenimahalle'deki minnak evimizde hiç darlık hissetmedik, 3 kişiydik ama 7 çocuklu aileler de oturdu o evlerde, hiç şikayet duymadım. Rahata çok çabuk alışıyor insanoğlu...

      Sil
  4. Ayna içi ayna içi ayna içi ayna… sonsuzluk efekti yapmışsınız Leylâk Dalım :)) Bunun 10 numara küçük kardeşleri de vardır ya, genelde gümüşten el aynası (cımbızın ekürisi) olarak hizmet verirler.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yapana kadar ne çektim bir de bana sor :))) Evet var idi öyle bir gümüş aynam, sonra gelin kızçeme hediye ettim kendisini :) Belki bir gün o da onun hikayesini yazar ya da anlatır, zamanında kaynanam hedaye etmiş idi diyerekten :)

      Sil
  5. Aynaya ve hikayesine bayıldım, tam olarak ana başlığı dolduruyor ve bu akım sayesinde ikinci hayatına başlayacak. Ne güzel. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet ya unutulmuş objeleri ortaya çıkarma kampanyası da diyebiliriz :) Funda sahip çıkacak bundan sonra kendisine :))

      Sil
  6. Ayna ve hikayesi çok güzelmiş fakat ben en çok kalaycılığa soyunan babanın yaptıklarına çok güldüm. Mutfağı temizleyenlerin vay haline..Neyse ki çabuk vazgeçmiş..Rahmet olsun..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Siz o işin evveliyatını ve sonrasını da bilseniz delirmek işten değildi. Biz "yapma" dedikçe "babanızın kalaycı olması zorunuza mı gidiyor" diye tersliyordu bizi, sanki babamız kalaycı. O simsiyah nişadır tozu mutfakta ne varsa üstünü ince bir tabaka halinde kapladı, 3 gün temizledik, annem bir hafta küstü babama, şimdi çok komik geliyor ama o zaman çok sinir bozucu idi. Ne diyeyim huzurla uyusun...

      Sil
  7. Kardeşle paylaşılan odada odayı terkeden abla da var, ben :) Evlenmeden evvel kardeşim tam bir ergendi ve o kadar çok oje sürüp çıkarıyordu ki oje ve aseton kokusuna dayanamayıp odayı terkederek salona göçmüştüm :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ahaha odadan kaçıran oje kokusu, iyiyimiş bu :)))

      Sil
  8. Ben sessiz takipçilerinizden biriyim aslında ama o kadar güzel anlatıyorsunuz, bir öykü okuyormuş hissi yaratıyorsunuz ki, sessiz kalmak istemedim artık:) Gerçekten yazılarınızı okumak çok keyifli, umarım uzun süreler daha devam edersiniz anlatımlarınıza.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim güzel sözlerinize, mutlu ettiniz beni. Yazmak bana terapi, niyetim devam etmek. Kısmet diyelim...

      Sil
  9. Ne güzel bir hikaye! Bu aynadan bizim evimizde de vardı. Küçüktü ama epey ağırdı. Fotoğrafa bakınca bir sürü hâtıra gözümde canlandı.

    YanıtlaSil