.

.
.

1 Eylül 2022 Perşembe

AĞUSTOS OKUMALARI / 1 EYLÜL

Anlı şanlı, upuzun Ağustos sıcakla, nemle, bitmek bilmeyen köpek havlamalarıyla, tavuk döner kokularıyla, okunan sayfalarca kitapla, Kocam Bey'in göz kontrolleriyle, iki-üç arkadaş buluşmasıyla ve can sıkıntısıyla geçip gitti. Ankara'yı Ağustos ayında uzun zamandır bu kadar sıcak ve nemli yaşamamıştım, Antalya'yı özlemeyeyim diye yaptı sanırım. Yıllar önce, ben daha lise öğrencisiyken alışkanlığımız üzere hemen hemen her yıl tatilimizi geçirdiğimiz Amasra'ya gidecektik. Babam iznini 15 Ağustos'tan sonraya aldığını söyleyince evde kıyamet kopmuştu. Annem "Ağustosun 15'i yazsa, 15'i kış, üstelik Amasra gibi hemen soğuyan bir yere 15'inden sonra gidilir mi?" diye babamın başının etini yemişti. Ama izin alınmıştı bir kere, mecburen gittik. Gerçekten kaldığımız 15 günün 10 gününde yağmur yağdı, sürekli hırka giyip pansiyonun balkonundan gelene geçene baktık. Toplasan 5 gün, o da iyice soğumuş denize girebildik, annemin kehaneti fena halde tutmuş, babam eve dönüşte geri kalan söylenmelerden nasibini almıştı. Hatta yağmurdan ve annemin dırdırından bezdiği bir gün pansiyonun tahta masasına bıçakla şu mısraları yazmıştı, belki hala duruyordur 😀: "Geldik Amasra denen şehre/Denize girip gezelim diye/Yağmur rüzgar elvermedi/Aklınız mı yoktu enayiler diye". Eminim şimdilerde Amasra bile sıcaktır. 

Sıcak ve bunaltıcı günlerde okudum da okudum, alın terim sayfalara damladı 😀 okuyamadığım zamanlarda da Storytel'den dinledim, pek güzel oldu. Bakalım neler okumuşum:

-Bu ayın ilk kitabı gerçek bir yaşam öyküsünden uyarlanarak Annejet van der Zijl tarafından yazılmış "Sonny Boy" oldu. Surinam'ın Hollanda'nın sömürgesi olduğu yıllarda ailesi tarafından Hollanda'ya yollanan Waldemar kaldığı pansiyonun sahibesi Rika ile evlenir, Rika'nın ilk eşinden olan çocuklarının üstüne "Sonny Boy" doğar. İlk yıllar çok güzeldir ama sonra 2. Dünya Savaşı başlar. Hüzünlü ve bir o kadar da güzel bir öykü Sonny Boy. Bence okuyun...

-Richard Hughes'in yazdığı "Jamaika'da Bir Fırtına" ana yapısı esasıyla "Sineklerin Tanrısı"nı andırsa da bende onun uyandırdığı duyguları uyandırmadı. O kitap beni ürkütmüştü, bunu ise yer yer eğlenceli buldum. İngiltere'nin sömürgesi Jamaika'daki bir grup İngiliz ailesi kopan büyük bir fırtına üstüne çocuklarını İngiltere'ye göndermeye karar verir ve onları bir gemiye bindirip yolcu ederler. Lakin geminin yolu bir korsan gemisi ile kesişecektir, bundan sonrası pek maceralı, merak ediyorsanız okuyunuz efendim, spoiler vermiş olmayayım. Bir solukta okunuyor zaten...

-Ve bu ay pek çok kişide karşıma çıkan "Sinekkuşu". Bu ay Eren Cendey'in İtalyanca'dan Türkçe'ye çevirdiği iki kitap okudum, ikisini de sevdim. İlki "Sinekkuşu" idi. Çocukluk ve ilk gençliğindeki ufak tefekliği yüzünden "Sinekkuşu" lakabını alan Marco Carrera'nın kendisinin ve ailesinin öyküsünü okuyoruz bazı yan karakterler eşliğinde. Bölümler arasındaki zaman kaymaları yer yer kafa karışıklığına sebep olsa da okunası bir kitap "Sinekkuşu"...

-Ve birkaç yıldır rafta okunma sırasını bekleyen devasa "Nazlı Kar". Junichiro Tanizaki'nin dört kız kardeşi anlattığı kitabı elime aldığımda beklentim haliyle kitabın kalınlığıyla doğru orantılı idi. İyi bir çeviri, sakin bir anlatımla-öyle ki ne sel baskını, ne fırtına, ne çıkmak üzere olan 2. Dünya Savaşı, ne de herhangi bir hastalık hali acaba sonu ne olacak diye heyecanlandırmadı beni, Yukiko'nun dest-i izdivacı dışında-yürüyen kitap beklediğimden de çabuk bitti. 800 küsur sayfaya 4 gün. Muhafazakarlıkta ülkemizle olan benzerliklere de şaşırmadım, tahmin ediyordum. Lakin onca olay olup biterken Yukiko'nun bir türlü tamamına eremeyen görücüleri de içimi baymadı değil. Her şeye rağmen 30'ların sonunda yürürlükte olan Japon kültürünü, geleneklerini öğrenmek hoş oldu. Bazılarının hala devam ettiğini de düşünmekteyim. Kız kardeşlerle çiçek seyrine, Kabuki Tiyatrosuna, ateş böceği gözlemeye gitmiş kadar oldum. Okuyup okumama konusunu ise size bırakıyorum...

-Melisa Kesmez'in yazdığı tüm kitapları okudum, sevdiğim bir yazar. "Küçük Yuvarlak Taşlar" çıkınca da sevindim. Lakin önceki kitaplarıyla kıyaslayınca sanki aceleye getirilmiş gibi geldi. Evet, kolay okunan, hoş öyküler ama açıkçası beklentimi karşılamadı. 

-"Kentte Son Yaz" yine bir İtalyan yazarın, Gianfranco Calligarich'in kitabı, çeviri Eren Cendey'e ait. Kahramanı Leo Gazzara Roma'da yarı aylak yaşayan, içmeyi ve kadınları seven, yeterince geliri olmasa da bir nevi tatlı hayat süren bir adam. Güzeller güzeli Arianna ile de tanışınca kelimenin tam anlamıyla tatlı hayatın dibine vuruyorlar. Sonunda ne mi oluyor? Okuyun görün...

-"Miras"ı ilk gördüğümde otomatikman kapağına vuruldum. Ana hatlarıyla konusuna göz gezdirip işin içinde Şili olunca da tereddütsüz aldım, iyi ki almışım. Yazarın adını görmeden okusam bu kitabı Isabel Allende yazmış diyebilirdim. Fransa'dan Şili'ye uzanan bir göç ve kuşak öyküsü, büyülü gerçeklikle sizi sarmalarken birden savaşın kucağına atmaktan da çekinmiyor. Ben çok sevdim, Latin Amerika öykülerini ve Allende'yi seviyorsanız bayılacaksınız...

-Ağustos ayı okuduğum tüm kitapların bende güzel izler bıraktığı bir ay oldu, hemen hemen hepsini çok sevdim. Jenny Erpenbeck'in yazdığı "Gölün Sırrı" Almanya'da bulunan bir gölün etrafındaki bir dizi ev ve onların sahiplerinin yaşadıklarını, İkinci Dünya Savaşı ve sonrasını fon alarak anlatıyor. İnsanı hüzünlendirse de iyi bir edebiyat ürünü, okuyun derim...

-"Hendek" tüm küçük puntolarına rağmen merakla ve severek okuduğum bir kitap oldu. Amsterdam belediye başkanının (tabii ki kurmaca) ağzından okuyoruz anlatılanları. Bir kıskançlık ve şüphe öyküsü, insanı ikircikli düşüncelere sürüklüyor. Ben sevdim, umarım siz de seversiniz. 

-Ralf Rothmann'ın daha önce "Genç Işık", "Süt ve Kömür", "Baharda Ölmek", "O Yazın Tanrısı" isimli Türkçe'de yayınlanmış kitaplarını okumuş ve yazarın tiryakisi olmuştum. Geriye sadece öykülerinin toplandığı "Deniz Kenarında Geyikler" kalmıştı, onu da okudum şükür, şimdi Türkçe'ye çevrilmiş yeni bir kitap beklemekteyim. Rothmann'ın öyküleri de en az romanları kadar güzel ve konuları romanlarından hayli farklı. Seveceksiniz...

-Ve Ağustos'un son günü başlayıp bugün bitirdiğim kitap David Park'ın "Bilinmeyen Ülkede Yolculuk"u oldu. Böylece ayı çok iyi bir kitapla kapatmış oldum. Başka bir şehirdeki hasta oğlunu eve getirmek için çok karlı bir günde arabasıyla çıkan babanın bir nevi babalığını sorgulaması şeklinde devam eden bir yol kitabı. Kitabın kahramanı ile birlikte göz alabildiğine bir beyazlık içinde yolculuk ediyormuşçasına sakin akan bir öykü. Okunası...

Bu 11 kitabı gözümle emek vererek okudum. Bir de kulak emeğim var ki Storytel'i aldığıma beni çok memnun etti. Bakalım bunlar nelermiş:


-Storytel'de ilk dinlediğim kitap Sabahattin Ali'nin öyküleri oldu. Işıl Yücesoy o kadar güzel seslendirmişti ki okusam bu kadar zevk almazdım diye düşünüyorum. 

-"Gaip" Mahir Ünsal Eriş tarafından kaleme alınmış ve Beyti Engin tarafından haftalık bölümler halinde seslendirilmiş. "Teşkilat" olarak adlandırdığı gizli bir görevde çalışan, herkesin çekindiği bir adamın kaza geçirip hafızasını yitirmesi ve yatağa mahkum olması sonucu ortaya çıkan şüpheli haller aile tarafından araştırılmaya başlanır. Bir nevi Susurluk Vakası benzeri bir öykü. Ben dinlediğimde tüm bölümler bitmişti. O kadar iyi bir seslendirme idi ki mutlaka dinleyin derim. Zaten baskısı da yok, sadece Storytel'de...

-"Günlük Ritüeller" bölüm bölüm dinlenecek, sıkıldıkça ileri sarılabilecek hoş bir kitap. Ünlü sanatçıların günlük ritüelleri anlatılıyor yazar tarafından. Şerif  Erol seslendirmiş.

-Teoman benim pek ilgi alanıma giren bir sanatçı değildir, anı sevdiğim halde kitabı "Fasa Fiso"yu da almayı düşünmemiştim. Storytel böyle durumlarda merak giderici oluyor. Kendisinin seslendirdiği kitap özellikle ilk bölümlerde hayli sevimli ve hoş. İlerledikçe biraz sıkmaya başlasa da hayranlarını memnun edecektir. 

-Dinlediğim son kitap Serbülent Şengün'ün "Sesini Biraz Açabilir miyim?"i oldu. Sonuna kadar büyük bir keyif ve nostalji duygusuyla dinledim. Erdem Akakçe de çok güzel seslendirmiş. Yazar çocukluğundan başlayarak-70 doğumlu-Türkiye'de ve babasının görevi nedeniyle gittiği İsveç, İsrail, Almanya ve Gümülcine'de yaşadığı günleri, o dönemin müziklerini, giysilerini, filmlerini, dizilerini, toplumsal olaylarını, politikasını, teknik gelişmelerini bir çocuğun gözünden dönem dönem anlatıyor. Dinlemenizi öneririm...

Ağustos sıcak, nemli, sıkıcı bir ay olsa da kitaplardan aldığım verim açısından gayet başarılıydı. Devamını diliyorum...



1 yorum:

  1. Maşallah ne kadar bereketli bir ay olmuş, bende sizden özenip bir Melisa Kesmez kitabı sipariş etmiş olabilirim. :)

    YanıtlaSil