Benim için sıradan ama çalışanlara nefes aldıran 10 günü geride bıraktık. Bayramdı, seyrandı geçti bitti, seneye Allah kerim. Bitmesi ve gitmesi gereken tatil değil Covid'di ama o inatla direniyor.
Geçen gün yemek yaparken Deniz Yüce Başarır'ın "Ben Okurum" isimli podcastlerinden Ayfer Tunç ile yaptığı Sait Faik söyleşisini dinledim. Sait Faik'i çok severim, Orhan Veli'yi de. Aynı kuşağın yazarları olan bu ikiliyi bazen aynı kişi gibi düşünürüm. Tipleri, yaşam tarzları, hayata bakışları çok benzer. Sait Faik'i severim sevmesine de O'nu gençlik yıllarımda es geçtiğime yanarım. Sanırım bize okul edebiyat kitaplarında yer alan şair ve yazarları o kadar ödev bilinciyle okutup tanıtıyorlar ki okul bitince uzaklaşıyoruz sanki o yazarlardan. Oysa "Hişt Hişt" olağanüstü bir öyküdür ve onun olağanüstülüğünü bize kavratacak olağanüstü öğretmenler gerekir. Tatlı bir Türkçe öğretmenimiz vardı, insanlığına laf etsem çarpılırım, komşu teyze gibiydi. Pazenden paçalı, uzun donlar giyer, sıraların arasında dolaşmaktan yorulunca da birimizin masasına oturuverirdi, işte o zaman o donların paça lastikleri görüş alanımıza girerdi. Ergen için kaçırılmayacak bir dalga geçme fırsatı, ne "Hişt Hişt" düşünürdük o zaman ne sembolik şiirlerin şairi Ahmet Haşim'i. Düşünün en gözde öğrencilerinden biri bendim, ben bile bu fırsatı kaçırmazdım, ne aymazlık. Bahar gelince sınıfın pencerelerini açıp derin bir nefes alır ve "Yenimahallemiz ne güzel!" derdi. Ardından ağaçların çiçeklenme sırasını paylaşırdı. Bademin ilk çiçek açan ağaç olduğunu Tabiat Bilgisi öğretmeninden değil de Türkçe öğretmenimden öğrenmem de ilginçtir. Böyle gündelik bilgiler veren ve haftanın bir gününü kitap okumaya ayıran (Augusta Stevenson'un "Fen Çocuğu George Carver" kitabını okutmak istediği için günlerce aramış, sonunda mahallenin gazete bayiinde bulmuştum, hala kitaplığımdadır), yumuşak huylu, hoşgörülü öğretmenimizin bir tatsız huyu vardı ki canımızdan bezdirirdi. Kitapta yer alan tüm okuma parçalarını kelime atlamadan defterimize yazmamızı isterdi. Can mı dayanır yahu, sayfalarca yaz babam yaz. Elbet işin hilesine kaçar, paragraf atlaya atlaya yazardık. Böyle zoraki bir dikte olayı olunca da okuduğumuzdan da yazdığımızdan da bir şey anlamazdık. Yazarsın, okursun, sonra da metin üzerine çalışırsın. O şahane metin bıktırıcı bir şeye dönüşür. O yüzden Sait Faik'leri de, Ahmet Haşim'leri, Tevfik Fikret'leri, Yahya Kemal'leri de didaktik bir dille incelediğimizden yeteri kadar sindiremedik. Oysa ki en sevdiğim ders edebiyattı ve bulmaca çözer gibi aruz vezni çözerdim.
Edebiyat ders olmaktan çıkıp ilgi alanıma girince, hatta hayata katlanmama en büyük yardımcım olunca Sait Faik'in değerini daha iyi anladım, külliyatını henüz tamamlamasam da elime geçtikçe, fırsat buldukça okuyor, okuyamadıklarımı dinliyorum. Ayfer Tunç O'nun "Havada Bulut" öyküsünden TRT için bir senaryo çalışması yapmış ve bu nedenle Sait Faik hakkında sıkı bir incelemede bulunmuş, çok ufuk açıcı bir söyleşiydi, anlattıklarını büyük bir zevkle dinledim. "Haritada Bir Nokta" isimli öyküsünden ve onun son paragrafından söz etti. Alıntılıyorum:
“Söz vermiştim kendi kendime: Yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da bir hırstan başka ne idi? Burada namuslu insanlar arasında sakin ölümü bekleyecektim. Hırs, hiddet neme gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye, kalem kâğıt aldım. Oturdum. Adanın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkardım. Kalemi yonttum. Yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmasam deli olacaktım.” (Sait Faik, Son Kuşlar, s. 51, Varlık Yayınları, 1956, İstanbul)
Bu bölümü dinleyince bir an bıçağı, kaşığı elimden bırakıp düşündüm. Daha o sabah komşulardan birinin ettiği bir lafa çok kızmıştım, beni çok etkilemişti. Hak edeceği bir şekilde-komşuluk hatrına-cevap veremediğim için kendime de kızmıştım ve o sinirle rahatlamak için ilk aklıma gelen bilgisayarı açıp bir şeyler yazmak olmuştu. Aynı Sait Faik'in öyküsündeki gibi "Yazmasam deli olacaktım". Yo, kendimi Sait Faik'le bir tuttuğumu falan sanmayın, haşa, ben onun yanında, tıpkı bir kitabının ismi gibi "Haritada Bir Nokta" olabilirim sadece ama edebiyatla beslenmenin ne olduğunu o gün daha iyi anladım.
O akşam hala sinirimi geçiremediğim için uykum kaçtı, delik deşik, yarı uyur, yarı uyanık, parça parça rüyalarla bölünmüş bir gece geçirdim. Rüyaların çoğu uçtu gitti, hatırlamıyorum bile ama bir tanesi var ki, gülsem mi, ağlasam mı bilemedim. Sıkı durun anlatıyorum. Rüyamda para sıkıntısı çekmekte idim, ekonomik durumlar malumunuz. Parasal sıkıntımı gidermek için kime başvurdum dersiniz? Bilemediniz efendim, açıklıyorum şimdi: Atatürk'e. Atatürk sağ olsun bana yüklüce birkaç çek imzalayıp uzattı. Ben çekleri alıp ne dedim peki? Yüzüm kızardı bak şimdi bile: "Teşekkür ederim Mustafa Kemal Bey". Yahu Atatürk bu, bana çek imzalamış ikiletmeden, ben O'na banka veznedarı gibi hitap ediyorum. Pıfff, kendinden utan Leylak Hanım. Bu ayıp da sana yeter. Bereket daha fazla abuklamadan uyandım 😌
Ve bu upuzun postu tatilin son günü gittiğimiz bahçeden nar çiçekleriyle bitireyim:
İşin özü "Yazmasam deli olacaktım" cümlesinde :)
YanıtlaSilHak verdim. :)
SilHemen dinlemeliyim o bölümü :) Alıntıladığın paragrafı zaman zaman ben de döner okurum, dediğin gibi Sait Faik'e kıyasla "Haritada Bir Nokta" kadar olabiliriz belki ama yazarak sağalmak diye bir gerçek var. Kaleme, kağıda ve yazıya sonsuz bir minnetim var..
YanıtlaSil