.

.
.

18 Ocak 2022 Salı

SESSİZLİĞİN FERYADI /18 OCAK

30 yılı vardır belki, bir yaz tatili annemlerin evindeki evrak çekmecelerinden birinde bulmuştum aşağıdaki gerçek bir olayı anlatan öyküyü. Daktilo ile yazılmıştı, aradığım şeyi unutup ayaküstü okumuştum, altındaki imzayı görünce de şaşırmıştım, babamın adı yazıyordu çünkü. Çeşitli marifetlerini bilirdim ama yazma konusundaki kabiliyetinden habersizdim. Sonra günün hayhuyunda babama sormayı unuttum, bir daha da bu konu gündeme gelmedi. Yazın, babamın vefatından sonra birdenbire anımsadım o öyküyü, evdeki çekmeceleri karıştırdım, bulamadım. Sonra İzmir'den gelen eşyalarının arasından daktilo ile yazılmış, silik iki kopya olarak çıktı. Dün oturup bilgisayara aktardım, bir-iki ufak imla düzenlemesi dışında hiç dokunmadım içeriğine. Uzun diye buraya koyup koymamakta kararsızdım ama sonra kendisine yolladığım, trenleri seven blog arkadaşım Buraneros teşvik etti, babamın anısına yayınlamaya karar verdim. Sonuna kadar okuyabilirseniz babamın ruhuna bir selam uçurun...

Dedem demiryolcu idi benim, babamın çocukluğu istasyon lojmanlarında geçmiş. Ailecek trenlere, raylara, gar binalarına meftunuzdur. Hele babam, ayda bir gider tren yolu boyunca yürürdü çeşitli istasyonlarda. Hatta çocukluğunda iddia üstüne hareket halindeki bir trenin altına yatmak gibi sonu dedemden yediği dayakla biten bir haşarılığı da var. "O korkunç ses hala kulağımda, bereket panikle kafamı kaldırmadım, tren biçer geçerdi" diye anlatırdı. Öykü aşağıda, umarım sıkılmadan okursunuz. 

Fotoğrafta demiryolcu üniforması ile dedem, babam ve büyük halam. Babamın yakasındaki madalya neyin nesidir, hala çözemedim.

İstasyon tarafından dedemin hayatı boyunca yaşadığı, babamın çocukluğunun geçtiği ilçeye (Ulukışla) bakış. Tahminimce fotoğrafın solunda, dağın eteğine doğru görünen bina trafo olmalı ve dedem bir süre sonra onun biraz aşağısına kendi evini yapacak. Bu fotoğraf çekildiği sırada istasyon lojmanında oturuyor olsalar gerek.

 Ulukışla istasyonundan bir görüntü, öykünün geçtiği yıllarda çekildiğini düşünüyorum.

SESSİZLİĞİN FERYADI

Tüm aile bir feryatla uyandılar. Ne oluyordu? Ne lokomotiflerin tiz düdüklerine karışan haşin gürültüleri, ne tampon gümbürtüleri, ne fren gıcırtıları ve ne de manevracıların komut veren düdük sesleri duyuluyordu. Sadece bir kenarda beklemeye alınmış bir lokomotifin, ağır çekime alınmış hissini veren hava pompasının çalışması “Sessizlik alarmı” veriyordu: “Taaan, Tuuun, Taaan, Tuuun”.

Böyle feryat eden bir sessizlik yaşamamışlardı. Onlar için bu durum güneşin batıdan doğuşu kadar ters ve endişe verici idi. Vakit sabahın alacakaranlığı idi.

Hepsi yarı giyinik halde bahçeye bitişik demiryoluna çıktılar, sormaya gerek kalmadan bir görevli durumu anlattı:

-“Tam baş makasta (tüm yolların, anayola bağlandığı sistem) bir “Rı” vagonu (4 dingilli açık ve uzun vagon) dray etti (yoldan çıktı). Bu nedenle hiçbir lokomotif ve vagon hareket edemiyor, her üç tarafa da ne tren sevk edilebiliyor, ne de üç taraftan tren gelebiliyor.”

Dedi ve endişeli, endişeli uzaklaştı.

Yıl 1943 başları; kış, dondurucu bir ayaz var. İkinci Dünya Harbi’nin en amansız, Türkiye için de pek çok yokluğun olanca şiddeti ile hüküm sürdüğü belirsiz ve endişeli dönemler. Buna karşılık gerçek vatanseverlik ve görev aşkı yüreklerde.

Aile reisi demiryolcu, akşam devraldığı görevinin başında. Demiryollarının iki odalı lojmanında oturmaktalar. Tüm demiryolcular günde en az 12 saat çalışıyor. Bu süre bazı günler 16 saati buluyor ama hiçbiri şikâyetçi değil. Karşılığında ne bir ek ücret, ne de fazla mesai var. Bunu aklından geçiren de yok.

Bulundukları yer İç Anadolu’nun güney sahillerine geçişinin eşiğinde, stratejik önemi özellikle o yıllarda büyük olan bir küçük ilçe. Demiryollarının geniş bir teşkilatı var. Demiryolu üç yöne ayrıldığı için trafiği işlek, karayolu ise hiç yok.

Son aylarda müttefik bir devletin güneydeki bir limana çıkardığı askeri malzeme burada depolanıyor. Bu büyük ölçüdeki askeri malzeme (Silah, araç-gereç, mühimmat) trenlerle buraya geliyor, tasnife tâbi tutuluyor, büyük kısmı indirilip çoğu açık arazide depolanıyor, sonra tekrar trene yüklenip yurdun çeşitli bölgelerine burada kurulmuş bulunan geniş kadrolu “Ayırma Deposu” tarafından sevk ediliyor. Daha az bir kısmı ise trenden indirilmeden ilgili yerlere gönderiliyor. Bu nedenle ilçenin etrafındaki arazi askeri araç-gereçle dolu, sevk edilmek için sıra bekliyor. Demiryolu trafiği alabildiğine yoğunlaşmış, mevcut yollar vagonları almaz olmuş, bazı trenler bir, hatta iki önceki istasyonlarda bekletilmekte. Baş makasta yoldan çıkan vagonsa tüm bunların üstüne tüy dikmiş.

Vagonun tekrar raylara oturtulması teknik bir iş, vinç gerekli. Yollar tamamen dolu ve geçit vermez olduğundan vinç varsa bile olay yerine ulaşması imkânsız. Ne yapılabilir? Aile sanki bu işlerin sorumlusu kişiler onlarmış gibi kafa yormakta. Hiç kuşku yok ki sadece onlar değil, lojmanlarda oturan tüm demiryolcu aileleri aynı şekilde kafa yormaktalar. Görevlilerin nasıl ter döktüklerini söylemeye ise gerek yok.

Kahvaltı, yemek, okul unutulmuş. Her kafada bir fikir filizleniyor, olanaksızlığı anlaşılan filiz boy atmadan soluyor. Bu kargaşa içinde görevli olan aile babası hızla içeri giriyor ve eşiyle oğluna kendisiyle birlikte gelmelerini söylüyor. Yolda durumu anlatıyor.

İstasyonun müdürü onurlu isminin yanı sıra babacan ve sevecen tavrıyla, yaşına göre sportmen görünüşüyle, taşıdığı yüksek ruhla herkesin saygı duyduğu bir insan. İstasyondaki tüm personeli toplayıp şu talimatı vermiş:

-“Kendiniz, sağlıklı ise eşiniz ve 12 yaşından büyük erkek çocuklarınız hep birlikte vagonun altına gireceğiz ve yerinden kaldırmaya çalışacağız. Başka çaremiz yok.”

Bunu öğrenince adımlar kendiliğinden sıklaşıyor.

Vagon bir tarafa doğru yamulmuş, o azametli geometrik duruşunu kaybetmiş, insanda acıma duygusu uyandırıyor. Olay yerinde herkesin toplanması için bir süre oyalanılıyor, alçak sesle tartışmalar sürüyor:

-“Kaldırabiliriz”

-“Mümkün değil, kaldıramayız”

Hemen herkes gelmiş, büyük bir kalabalık vagonun altına giriyor. Aileden ana-oğul yan yana aynı putrele sırt vermiş, oğul yükselebilmek için ayağının altına taş koymuş. Bir süre konuşmalar sürüyor, yerleşmeler tamamlanıyor ve sessizlik.

Emektar yol çavuşu “Çavuş Dayı” komutu patlatıyor:

-“Hazır olun!”

-“Haydiii, hooop!”

Vagonu sırtladılar, ailenin oğlu önce annesine doğru göz atıyor, annenin yüzü horozibiği gibi kızarmış, ter damlıyor. Sanki annesinin yükünü hafifletmek ister gibi, daha bir güçle sırt veriyor putrele. Tekere doğru gözünü kaydırıyor. O ne? Yerden kesilmiş. Daha bir güçle sırtlayıp bağırıyor:

-“Kaldırıyoruz, yaşasın!”

Herkes son gücü ile yüklenmişti. Babaları da kimbilir hangi putrele sırt vermişti. Teker gittikçe yükseliyordu. “Ha gayret!” sesleri, “Teker yükseliyor, ha gayret!” bağırışları. Teker yeterli düzeye yükselmiş olmalı ki Çavuş Dayı’nın kısa talimatları ve işçilerin manivelalarının raylardaki sesleri gelmeye başlamıştı. Ve derken bekledikleri tok, madeni ses duyuldu:

-“Gürp!”

Tekerlekler raylara oturmuştu, başarmışlardı.

Vagonun altındakiler birbirlerine sarılmak için vagonun altından çıkmayı beklemediler, ailenin oğlu komşu teyzeye sarılırken annesinin payına da Dumlupınar gazisi “Tahta Bacak Hasan Dayı” düşmüştü. O bile tahta bacağı ile vagonu sırtlamıştı.

-“Yaşayın”

-“Sağolun, şükürler olsun!” sesleri duyulmaktaydı.

Vagonun dışına çıktılar. Çoğunluk gibi “Baba Müdür”, “Çavuş Dayı”, “Tahta bacak Hasan” da ağlıyordu.

Manevracıların komut veren düdükleri, lokomotiflerin tiz düdük ve çif-çof”ları ile sevgili gürültülerine kavuştular.

Sessizliğin feryadı dinmişti…

M. Naim Şenol

13 yorum:

  1. yokluk içindeki genç cumhuriyetin çalışkan, özverili insanları... çok etkileyici bence. iyi ki paylaşmışsınız öğretmenim.
    babanız nurlarda yatsın

    YanıtlaSil
  2. Yazıyı önden okumuş olmak, hem de kaç kere, bir şey değiştirir mi? Söz konusu raylarsa ve demiryolcularsa gözlerden bir iki damla hep süzülür. Kesinlikle bir Aşk'tır O. Hem de bulaşıcı bir aşk! Yıllar geçse de bitmez ve insana her seferinde şu cümleleri ve benzerlerini yaşatır: "Zincirinin ucu deri yeleğinin üst düğmesinde takılı, yeleğinin sağ cebine yerleştirdiği Serkisoff'unu mesleki onuru olarak gururla taşıyan Kahraman dedem ve Babıda ile yaptığımız eşsiz seyahatler..."

    Yakın tarihli, ama turistik değil de has Doğu Ekspresi yolcuğununu yazarkan de şu cümleleri: "Muammer Bey, kondüktörümüz, güzel insan, kompartımanda damarlarında trenler gezen bir adam var. Dedesi demiryolcu. Çocukluğu trenlerde geçti. O zaman demiryolcu ile iletişim kolay. 1,5 litre pet şişe su odasına bırakıldı, kahveler paylaşıldı ve onun ısıtıcısından sürekli gelen su, yol boyu kahve keyfini yaşattı."

    Şanslıyız!:)

    YanıtlaSil
  3. Leylakcığım,
    Ailemde demiryolcu yok, ancak çocukluğumda uzun yıllar demiryollarının önemli bir kavşağındaki Yerköy'de yaşadık. Oradan İstanbul'a, Malatya'ya yaptığımız yolculukları, istasyonun çay bahçesinde geçirilen yaz akşamlarını, yolcu karşılamalarını, uğurlamalarını unutamam, demiryolu ile gidilen yolculukları çok severim.
    Bütün bunları yaşamamış bilmemiş olsaydım bile, rahmetli babacığının öyküsünü bir Maksim Gorki öyküsü okurmuş gibi coşku dolu duygularla okuyacağımdan eminim; tadı, duygusu öyle çünkü.
    Bu kadar içtenlikli bir anıyı/öyküsü bizimle paylaştığın için teşekkürler. :)
    Geçmişlerinin ruhuna rahmet olsun.

    YanıtlaSil
  4. Çok çok etkileyici bir öykü, çok beğendim. İyi ki paylaşmışsınız. Keşke babanız da daha çok yazsaymış. Allah rahmet eylesin.

    YanıtlaSil
  5. İyi ki paylaşmışsınız. Gözlerim pınar oldu. Vatanını bu kadar seven insanlardan,geçmişini reddeden nankörlere. Biz nerede yanlış yaptık? Babanıza ve tüm ölmüşlerinize rahmet diliyorum
    Çenebaz

    YanıtlaSil
  6. İyi ki paylaştınız :) Okurken umut, merak, heyecan cümbüş etti zihnimde :)

    YanıtlaSil
  7. Sevgili Leylak Dalı,
    Anne tarafından ben doğmadan önce vefat eden dedem de demiryolcuymuş.Eskişehir Garında trenlere hareket işaretini veren görevdeymiş..Ailenin bir kısmı Eskişehir'de yaşamaktaydı ve ben küçükken (1954 doğumluyum) İstanbul'dan onları ziyarete hep trenle giderdik. Kara trenler vardı ve ben çocuk aklımla camdan bakacağım diye pencereyi açar ve gözlerime kömür tozları girerdi...Daha sonraları biraz büyüyünce seyahatlerimizde gecenin bir yarısı tren yavaşlar, ayazda, hiç ışık ve yerleşim gözükmeyen karanlıklar içinde elinde gaz lambası bir demiryolcu emekçisi bizim trene yol verirdi. Demiryolcular hep cefakar, çalışkan ve babacan insanlardı.

    Babanızın yazdığı anı/öykü çok etkileyici, demiryolcuların ve ailelerinin işlerine ve vatanlarına bağlılıklarını ne güzel anlatmış. Paylaştığınız için çok teşekkürler..

    Vefat eden bütün cefakar demiryolculara rahmet, halen çalışanlara da sağlıklar dilerim.

    YanıtlaSil
  8. Çok güzel öyküymüş, iyi yazmak genlerinde var demek ki 🤪 iyi ki yayınladın, ışıklar içinde uyusun 🙏

    YanıtlaSil
  9. Sonuna kadar okudum ve rahmet dualarımı gönderdim babanıza...Sevgilerimle..

    YanıtlaSil
  10. Hepinize çok teşekkür ediyorum hem kendim, hem babam adına. Eminim ki duygularınız ona da ulaşmıştır ve keyifle gülüyordur, bana da paylaştığım için "Ay benim güzel kızım" demiştir...

    YanıtlaSil
  11. Babacığın nur içinde yatsın. Sana da sağlıklar diliyorum canım arkadaşım

    YanıtlaSil
  12. Ne kadar değerli bir paylaşım! Allah rahmet eylesin, yazdıkları hikayelerde bile farklılar o devrin güzel insanları....

    YanıtlaSil
  13. Ne iyi etmiş de paylaşmışsınız Nurşen Abla, keyifle okudum. Demiryolu Öyküleri geldi aklıma, öyle bir kitapta yer bulsa keşke kendisine. Nur içinde yatsın babanız...

    YanıtlaSil