Erken yatıyor ve haliyle de erken uyanıyorum. Kalkmak ve biraz daha yatmak arasında sürekli kararsız kalıyorum. Sanki yatakta kalırsam normal bir günmüş gibi geliyor, kalkarsam pandemili bir güne daha başlamış olacağım. Yine de kalkıyorum, kaçış yok. Fakat çok bıktım, hepiniz gibi. Tek tük "pandemi süreci bana çok iyi geldi" diyenleri görüyorum ve inanmıyorum. Bana hiç iyi gelmedi dostlar, bırakın iyi gelmesini sanki hiç bitmeyecekmiş gibi bir duyguya kapılıyorum sık sık. Sokaklardan korkar hale geldim, hele şu son normalleşmede yaşananları gördükçe iyice tedirgin oluyorum. Maske, mesafe hak getire, sokaklar, cafeler, lokantalar hıncahınç. El sabunu paketini hala sabunlarken kendi kendime düşünüyorum benimki mi normal, onların ki mi? Sanırım ikimizinki de değil ama en azından benimkinin başkasına zararı yok, olsa olsa beni yorar ve sürecin sonuna paranoyak ulaşmamı sağlar. Ne diyeyim "Günün Çorbası" Yeliz'in dediği gibi "Herkesin normali kendine" ama biraz da başkalarını düşünseler. Haziran ortası için endişeliyim. Umarım ben yanılırım.
Sabah rutinimin tersine kahvaltıyı balkonda yaptık, zira koca erken kalkmıştı. Hava şurup gibiydi, hafif bir esinti insanı adeta okşuyordu ve ben hala ayağımda çorap, sırtımda yelek modundaydım. Antalya için tuhaf bir durum, normalde sıcaktan "öf, pöf" etmemiz gerekirdi ama dün akşam rüzgardan içeri kaçtık, bayağı üşüttü. Şikayetin var mı diyorsanız, asla! Bir süre daha böyle gidebilir hatta. Mahalle sakindi, sanırım herkes hafta sonu rehavetindeydi, komünal apartman bile sessizdi. Karşı balkona havalandırmaya çıkarılmış muhabbet kuşu serçelerin cıvıltısına bekçi düdüğü gibi bir sesle karşılık veriyordu: "Cıyyk!". Kahvaltıdan sonra bir süre ayaklarımı uzatıp sessizliği dinleyerek "Toyblast" oynadım. Gözüme balkon demirinin köşesine özenle inşa edilmiş örümcek ağı çarpmasaydı tembelliğe devam edecektim ama temizlik yapmayı daha fazla erteleyemeyeceğimi anladım. Mecburen kalktım, makineye önce çamaşır attım, sonra da bunları:
Diğerleri kurumak üzere bırakıldıkları balkonda etrafı seyran ederken okur-yazar tavşan okumaya devam ediyordu gördüğünüz gibi :)
Normalde TV seyretmem, hele gündüzleri asla, akşamları ise maruz bırakılıyorum ama bu sefer Behçet Necatigil ve Gülten Akın'ı anlatan bir program vardı, makineyi çalıştırınca gidip TV'yi açtım. Bir yandan programı izlerken bir yandan odanın temizliğini bitirdim. Asla oturup TV'de boş boş bir şeye bakamam, ya örgü örmeliyim, ya oyun oynamalıyım, ya yaprak sarmalıyım ya da başka bir işle meşgul olmalıyım, benimki ara sıra bakarken dinlemek oluyor galiba :) Programla senkronize olarak odanın temizliği bitince elektrik süpürgesi eşliğinde diğer odalara geçtim, ıslak zeminleri çamaşır sulu suyla sildim, tozları bir gün önce almıştım, gerek kalmadı. Banyoyu ve WC'yi de halledip kendimi tebrik ettikten sonra yiyecek bir şeyler hazırladım ve "Babylon Berlin"i izlemek için ekran başına geçtim. Domestik açıdan verimli bir gündü doğrusu.
Hafta başından bu yana iki film izledim, ilki ünlü Fransız yazar Colette'in hayatını anlatan "Colette" idi ve Colette rolünde çemçük Keira Knightley oynuyordu. Bir türlü hazedemedim o soğuk nevale kadından. Diğeri ise ütü yapma filmi olarak seçtiğim ve beklentimi hayli düşük tuttuğum "7. Koğuştaki Mucize"ydi. Şaşırtıcı bir şekilde umduğumdan daha iyi buldum. Mayıs sonunda da ödüllü bir film olan "Aidiyet"i izlemiştim ama yönetmenin ne yapmaya çalıştığını bir türlü anlayamadığımı itiraf edeyim :)
Oktay Rifat'ın iki romanı bir süredir kitaplıkta bekliyordu, önce "Bay Lear"ı okudum ve hiç sevmedim, hatta ikincisini, yani "Danaburnu"nu neredeyse okumaktan vazgeçecektim ki son anda fikir değiştirip başladım. İyi etmişim, üç farklı hayatı içeren güzel bir okuma oldu. Zaten yazarın "Bir Kadının Penceresinden" romanını da çok severek okumuştum, şair olarak da çok beğenirim. Şimdi elimde yine uzun süredin bekleyen bir kitap var, Avusturya-Macaristan İmparatoriçesi Sisi'nin hayatının bir bölümünden esinlenmiş bir kitap "Bitmeyen Vals". Adı gibi 70 sayfalık bitmeyen bir vals ile başladı, bakalım nerelere evrilecek :) Yazarı Catherine Clement'in adı hiç yabancı gelmiyor diye düşünüp dururken çok zaman önce okuduğum "Muhteşem Senyora"nın yazarı olduğunu farkettim. Ah bu benim okuyup okuyup unutmalarım :)
Yarın kocama eşlikçi olarak sokağa çıkacağım, ürkek adımlarla yürüyüp dönüşte dezenfeksiyondan kafayı yiyeceğim. Sizce bu corona biter mi bir gün?
Aslında o "corona bana yaradı"cılardan biri de benim ama bak nasıl yaradı; eskiden koştur koştur heryere yetişmeye çalışırdım. Çocukları hızla hazırlamak mesela bir başarıydı ya da tek sabahta bir sürü danışan görmek. Şimdi bunlar birden hayatımdan çıkınca, birden yavaşladım, düşünmeye ve bazen uzun uzun birşeyi izlemeye vaktim oldu. Bu hoşuma gitti çünkü eskiden "hızlı ve başarılı" doğruyken, şimdi "yavaş ve huzurlu" doğru olmaya başladı ve düşüncelerimdeki değişimi izlemek sanki başka birine dönüşüyormuşum gibi hissetmek beni mutlu etti, demek ki eski halimden memnun olduğumu sanarken değilmişim.. Bu anlamda yani bence, mutsuz ve bunun farkında olmayan insanlar için belki corona iyileştirici oldu. Ama zaten huzurlu ve doyumlu bir hayatı varsa, o zaman belki de sıkıldı insanlar.. Bilmiyorum. Fakat seni "dopdolu" gördüm :) Maşallah diyeyim..
YanıtlaSilHaliyle benim gibi emekliler her an dinlenebildiği için eve kapanmak aşırı baydı, hele bir de endişeyle kapanmak iyice baydı. Çalışan kitleye iyi gelmiştir ona eminim. Bir de çok sevdiğim etkinliklerden uzak kaldım. Ben şimdiye kimbilir kaç film, kaç konser, kaç tiyatro oyunu, kaç bale devirmiştim canlı canlı, arkadaşlarla buluşup biryerlere gitmiştim. Bir anda eve kapandım ve aklım uzaktaki çocuklarda, kardeşte ve babada kaldı. Haliyde bezdum bacım :) Çok sevgiler...
SilYarın ben de anneme eşlikçi olarak çıkacağım.
YanıtlaSilGerçi on gündür kendim için yarattığım çeşitli bahanelerle mahallede küçük yürüyüşler yapıyorum. Aksi halde, garip ama hareketsizlikten vücudum ağrıyor.
Hani başından beri hep "önümüzdeki iki hafta önemli" diyorlardı ya, öyle iki iki devam edeceğiz anlaşılan.
Valla market işini de sanala bağlayınca iyice eve kapandım Ekmekçim. Evin içinde döneniyorum ancak. Haftada bir yürüyüş, hepsi o. Ama çok bunaldım, biteceği de yok, o iki haftanın geleceği de :))) Sevgiler...
SilBiter umarım en kısa zamanda...
YanıtlaSilBana başlarda yaramıştı ama sürekli aynı döngüde yaşamak beni yordu. Evet, gerçekten bir şeyler yapabilmek için örneğin trafikte geçen zamanı kendine ayırabiliyorsun diyelim ama yok yok; evin fazlası bana hiç iyi değil!
YanıtlaSilAy kitap okuyan tavşana bayıldım :)
YanıtlaSil