Umumi arzu üzerine sizlere bol sinemalı bir yazı yazacağım bugün, hatta bugünle kalmayacak, devamı da gelecek.
Bir süredir Ulusal Yarışma bölümü iptal edilmiş ve adından "Altın Portakal" ibaresi çıkarılmış olan festival bu yıl Ulusal Yarışma dahil edilerek ve adına "Altın Portakal" eklenerek başladı geçen hafta. Biletlerin satışa çıktığı gün topluca aldığımı ve pek çoğunun da en ön sırada olduğundan bahsetmiştim son yazımda. Neyse ki en ön sıradan izlemek zorunda kalmadım, anlatacağım birazdan. Festivalin kalbi Antalya Kültür Merkezi'nde atıyor, oradaki büyük salona ilaveten yakındaki AVM'nin sinema salonlarından ikisi de festivale tahsis edilmiş. Uzun zamandır böyledir bu durum ama son iki yıldır sadece Kültür Merkezi'nde olmaktaydı gösterimler, bu yıl öze dönüldü neyse ki. Festivalin başladığı Cuma günü ve takibeden iki gün AVM salonlarında izledim filmleri. Dedim ya biletlerimin çoğu ön sıradaydı ama şöyle bir taktik geliştirerek arkalardan izlemeyi başardık. Galalar AKM'de olduğu için AVM salonlarına basın mensubu, oyuncu ve davetliler pek rağbet etmediler. Bu durumda onlara ayrılan arka sıralardaki koltukların çoğu boş kaldı, bu da bizim gibi Biletix'in gadrine uğrayan ön sıra izleyicileri ve salon dolu göründüğü için bilet bulamayan sinemaseverlerin işine yaradı. Bizler ön sıra biletlileri otomatikman gidip arka sıralara oturduk, biletsizler de filmin başlama saatinde salon dolmadıysa içeri davet edilip boş kalan yerlere oturtularak izlemeleri sağlandı. İzleyici için olumlu, organizasyon için olumsuz puan tabii ki. Dünden bu yana da AKM salonunda izliyorum filmleri, haliyle oyuncuların iştirakiyle. Durum böyle olunca koca salon hıncahınç doluyor, bu sefer de görevli, davetli ve basın mensupları ayakta kalıyor. Bugün görevlilerden biri biletlilerin yerine oturmuş, yerin sahibi gelince tartışma çıktı. Adam inatla oturduğu yerden kalkmadı, para verip bilet almış seyirci ayakta kaldı. Organizasyona bir olumsuz puan daha.
Bu kadar eleştiriden sonra (belediye yeni diye düşünüyorum, seneye daha iyi olacağı umudundayım) filmlere geçecek olursam, ilk film Başka Sinema'da gösterime giren, yakında da vizyonda olacak olan Kore filmi "Parazit" idi.
Filmler Ulusal Yarışma, Uluslararası Yarışma, Dünya Sinemasından, Özel Gösterimler olarak kategorize edilmişti. Benim izlediklerim bu kategoriler arasından seçtiklerimdi. Bunların yanısıra Belgesel ve Kısa Film dalları da mevcuttu. Ayrıca oyuncularla "Öğle Sohbetleri" adında söyleşiler, gala sonrası film ekibiyle söyleşiler, çocuk filmleri gösterimleri de gerçekleşti. "Parazit" "Dünya Sinemasından" kuşağında izlediğim bir yapımdı. Güney Kore'li yönetmen Bong Joon-Ho'nun senaryosunu da yazdığı filmde yoksul Kim ailesinin bireyleri kimliklerini gizleyerek zengin Park ailesine çalışan olarak giriyorlar. Önceleri her iki tarafın da memnun ve mutlu olduğu bu durum sonraları trajikomik bir şekilde yön değiştiriyor. İzlediğim filmler içinde en beğendiklerimden biri oldu. Vizyona girdiğinde kaçırmayın derim.
Yine "Dünya Sinemasından" kuşağında izlediğim ikinci film Imelda Marcos adına çekilmiş uzun metrajlı bir belgesel olan "Kingmaker/İpleri elinde Tutan Kadın" idi.
21 yıl Filipinler'i yöneten diktatör Ferdinand Marcos'un eşi, ülkenin First Lady'si Imelda'nın yoksul bir çocukluktan güzellik kraliçeliğine, oradan da first ladyliğe evrilen ilginç yaşam öyküsünü bizzat ağzından izledik ama tabii ki kendi düşünce yapısına göre manipule ederek. Film aynı zamanda yakın dönem Filipinler siyasi tarihini de içeriyordu.
İlk günün üçüncü filmi "Uluslararası Uzun Metrajlı Yarışma" kuşağındandı: "Nil'in Meryemi". Film Ruanda'da geçiyor, 1994 yılında Tutsiler ve Hutular arasındaki çatışmalar sonucu meydana gelen soykırımın 20 yıl öncesini konu alan film kendisine mekan olarak "Nil'in Meryemi" adında bir kız okulunu seçmiş. İlk ırksal çatışmaların kıvılcımının nasıl atıldığını filmde görüyorsunuz. İlgiyle izlenecek bir yapım olmuş.
"La Belle Epoque" ya da Türkçe ismiyle "Yeni Baştan" yine "Dünya Sinemalarından" kuşağından bir Fransız filmi. Fransız sinemasının ünlü oyuncularından Fanny Ardant ve Daniel Auteuil de cami yıkılmış ama mihrap yerinde halleriyle filmde iki önemli rolü paylaşıyorlar. Victor (Daniel Auteuil) karısı tarafından kapı dışarı edildiği gün bir TV dizisine dahil olur ve kendini karısıyla tanıştığı güzel günlere dönebileceği, 1974 yılında geçen bir senaryonun içinde bulur. Eğlenceli ve renkli bir filmdi.
Kolombiya'nın bu yılki Oscar adayı olan ve Sundance Film Festivali'nde Jüri Özel Ödülü'nü kazanan "Monos" da "Dünya Sinemalarından" kuşağından. Öncesinde büyük övgülerle şişirilen ve biletleri ilk gün biten filmde ben umduğumu bulamadım açıkcası. Tam olarak ne olduğu anlaşılamayan bir organizasyona bağlı olarak dağlarda eğitim alan bir grup ergen asker ve esir aldıkları Amerikalı kadın doktor günün birinde uğradıkları baskınla balta girmemiş ormanlara inmek durumunda kalır. Aralarındaki didişme de o zor şartlardan sonra başlayacaktır. Sert ve yorucu bir filmdi ama bir hayli zahmetle çekildiği belli. Bu tür filmlerden hoşlananlar için ilgi çekici olabilir.
Festivalin üçüncü gününde izlediğim üç filmden ilki "Uluslararası Yarışma" kuşağından Tunus yapımı "Bir Oğul" idi. Tunus'un siyası anlamda çalkantılı günlerinde geçen filmde tatil dönüşü silahlı bir çatışmada karşılıklı ateş arasında kalan bir ailenin küçük oğulları ağır yaralanır. Çocuğu kurtarmaya çalışırken ortaya çıkan sır ailenin bir bağlılık sınavı vermesine yol açacaktır. Konusu çok bilindik olsa da iyi çekilmiş ve beğenerek izlediğim bir film oldu. Filmin oyuncularından Sami Bouajıla Venedik Film Festivali Ufuklar bölümünde "En İyi Erkek Oyuncu Ödülü" almış.
Yine Uluslararası yarışma filmlerinden biri olan "Işık, Daha Fazla Işık" Çek ve Slovak ortak yapımı. Almanya'da işçi olarak çalıştığı için ailesinden uzun süre uzak kalan Milan evine geri döndüğünde büyük oğlunun bir arkadaşının intiharıyla ilgili bir soruşturmanın konusu olduğunu, başının belada olduğu öğrenir. Ailesinin yaşadıklarından ne kadar uzaklaştığını farkederek gerçekleri görmeye başlar. Bu da beğenerek izlediğim filmlerden biri oldu, gişe şansı olursa izlemenizi öneririm.
"Ayrık Otları" hayli merak ve hevesle gittiğim bir İngiliz filmi idi. Hareketli, renkli ve neşeli olduğu kadar absürd sahnelerle de bezenmiş olan filmi "Beğendin mi?" diyecek olursanız, "Tarza göre değişir ama ben sevmedim" diyeceğim.
Festivalin dördüncü gününe bir Macar filmi ile başladık: "Geride Kalanlar". Festivalde en beğendiklerimden biri oldu, dilerim Uluslararası Yarışma'da da bir derece elde eder. 2. Dünya Savaşı sonrası Macaristan'ın toparlanmaya çalıştığı yıllarda savaşta ailesini kaybetmiş orta yaşlı doktor Aldo ile anne-babasının ölümünü kabullenmeyip dönmelerini bekleyen 16 yaşındaki Klara'nın sevgi ve şefkati birbirlerinde bulmalarını konu edinmiş duygulu ve hüzünlü bir film, vizyona girerse kaçırmayın derim. Gösterimden sonra Klara rolünde oynayan Abigel Szöke ile bir söyleşi gerçekleştirildi.
Sonunda sıra Ulusal Yarışmada aday olan bir Türk filmine geldi. Yönetmenliğini Leyla Yılmaz'ın yaptığı "Bilmemek".
Orta yaşlarını süren, birbirlerinden ve yaşadıkları hayattan bezmiş, herbiri kendi çapında yeni arayışlar içine girmiş bir çiftin lise öğrencisi ve sutopu oyuncusu oğulları Umut, arkadaşları tarafından akran tacizine uğramakta, eşcinsel olmakla suçlanmaktadır. Kendisine yöneltilen soruları yanıtlamayan, ailesinden de yeterince destek görmeyen Umut içine girdiği kaotik durumdan çıkmak için çabalamakta ama sonuç alamamaktadır. Ta ki... Devamı spoiler olacak, izleyip görünüz. İyi bir filmdi, gördüklerim içinde ödüle aday bulduklarımdan biri.
Festivalin beşinci günü yani dün izlediğim ilk film Brezilya yapımı ve uluslararası Yarışma adaylarından biri olan "Üç Yaz" idi. Hali vakti yerinde bir ailenin yanında çalışan Mada'nın üç yaz boyunca yaşadıkları Brezilya'nın değişen sosyoekonomik yapısı fon alınarak anlatılmış. Çok keyifli ve neşeli bir anlatıma sahip filmi çok beğendiğim gibi Mada rolünde oynayan Regina Case'nin oyunculuğuna bayıldım. Film sonrası yönetmen Sandra Kogut ile yine bir söyleşi gerçekleştirildi.
Günün ikinci filmi Ulusal Yarışma adaylarından biri olan, yönetmenliğini Özkan Yılmaz'ın yaptığı "Soluk" oldu.
Hayata tutunamamış, orta yaşlı, huysuz Tamer çok hastadır. Hastalığı sırasında ona aynı apartmanda oturan neşeli, hayat dolu Aslı yardımcı olmaya çalışır, Tamer'i akıl hocası gibi görmektedir. ancak Tamer'in hastalığı ilerleyip Aslı ona yetmeyince çocukluğu mezarlıklarda geçmiş, sessiz, içine kapanık Celil bakıcı olarak yardıma gelir. Bu üçlüyü birleştiren husussa hayata tutunma arzusudur. Başta Uğur Polat olmak üzere her üç oyuncu da kendilerinden bekleneni fazlasıyla vermişler. Yer yer kötü anılarımı canlandırsa da beğenerek izlediğim bir film oldu. Söyleşiye katılamadım ama filmi oyuncularla birlikte izledik.
Onur Ünlü'nün tarzı malum, filmleri hayli absürd konular içerir. Lakin bu sefer kanımca absürdlüğün dozu kaçmış. Demek Evgar'ın muhteşem oyununu (ki filmde konuşma yoktu, bakışları, jest ve mimikleriyle oynamış Evgar) bir tarafa bırakırsak tam anlamıyla bir saçmalıklardan seçmeler idi. Hele de önüne gelen kusunca filmde bitmesini sabırsızlıkla bekledim. Onur Ünlü sinemasını sevenler mutlaka beğeneceklerdir ama benden gelecek tavsiye olumsuz. Derece alıp almayacağını merakla bekliyorum-Demet Evgar'a "En İyi Oyuncu Ödülü'nü bizzat ben takdim edebilirim gerçi-bakalım göreceğiz. Ekip yine salonda idi, vaktim yoktu söyleşiyi izleyemedim:
Bu kadar eleştiriden sonra (belediye yeni diye düşünüyorum, seneye daha iyi olacağı umudundayım) filmlere geçecek olursam, ilk film Başka Sinema'da gösterime giren, yakında da vizyonda olacak olan Kore filmi "Parazit" idi.
Filmler Ulusal Yarışma, Uluslararası Yarışma, Dünya Sinemasından, Özel Gösterimler olarak kategorize edilmişti. Benim izlediklerim bu kategoriler arasından seçtiklerimdi. Bunların yanısıra Belgesel ve Kısa Film dalları da mevcuttu. Ayrıca oyuncularla "Öğle Sohbetleri" adında söyleşiler, gala sonrası film ekibiyle söyleşiler, çocuk filmleri gösterimleri de gerçekleşti. "Parazit" "Dünya Sinemasından" kuşağında izlediğim bir yapımdı. Güney Kore'li yönetmen Bong Joon-Ho'nun senaryosunu da yazdığı filmde yoksul Kim ailesinin bireyleri kimliklerini gizleyerek zengin Park ailesine çalışan olarak giriyorlar. Önceleri her iki tarafın da memnun ve mutlu olduğu bu durum sonraları trajikomik bir şekilde yön değiştiriyor. İzlediğim filmler içinde en beğendiklerimden biri oldu. Vizyona girdiğinde kaçırmayın derim.
Yine "Dünya Sinemasından" kuşağında izlediğim ikinci film Imelda Marcos adına çekilmiş uzun metrajlı bir belgesel olan "Kingmaker/İpleri elinde Tutan Kadın" idi.
21 yıl Filipinler'i yöneten diktatör Ferdinand Marcos'un eşi, ülkenin First Lady'si Imelda'nın yoksul bir çocukluktan güzellik kraliçeliğine, oradan da first ladyliğe evrilen ilginç yaşam öyküsünü bizzat ağzından izledik ama tabii ki kendi düşünce yapısına göre manipule ederek. Film aynı zamanda yakın dönem Filipinler siyasi tarihini de içeriyordu.
İlk günün üçüncü filmi "Uluslararası Uzun Metrajlı Yarışma" kuşağındandı: "Nil'in Meryemi". Film Ruanda'da geçiyor, 1994 yılında Tutsiler ve Hutular arasındaki çatışmalar sonucu meydana gelen soykırımın 20 yıl öncesini konu alan film kendisine mekan olarak "Nil'in Meryemi" adında bir kız okulunu seçmiş. İlk ırksal çatışmaların kıvılcımının nasıl atıldığını filmde görüyorsunuz. İlgiyle izlenecek bir yapım olmuş.
"La Belle Epoque" ya da Türkçe ismiyle "Yeni Baştan" yine "Dünya Sinemalarından" kuşağından bir Fransız filmi. Fransız sinemasının ünlü oyuncularından Fanny Ardant ve Daniel Auteuil de cami yıkılmış ama mihrap yerinde halleriyle filmde iki önemli rolü paylaşıyorlar. Victor (Daniel Auteuil) karısı tarafından kapı dışarı edildiği gün bir TV dizisine dahil olur ve kendini karısıyla tanıştığı güzel günlere dönebileceği, 1974 yılında geçen bir senaryonun içinde bulur. Eğlenceli ve renkli bir filmdi.
Kolombiya'nın bu yılki Oscar adayı olan ve Sundance Film Festivali'nde Jüri Özel Ödülü'nü kazanan "Monos" da "Dünya Sinemalarından" kuşağından. Öncesinde büyük övgülerle şişirilen ve biletleri ilk gün biten filmde ben umduğumu bulamadım açıkcası. Tam olarak ne olduğu anlaşılamayan bir organizasyona bağlı olarak dağlarda eğitim alan bir grup ergen asker ve esir aldıkları Amerikalı kadın doktor günün birinde uğradıkları baskınla balta girmemiş ormanlara inmek durumunda kalır. Aralarındaki didişme de o zor şartlardan sonra başlayacaktır. Sert ve yorucu bir filmdi ama bir hayli zahmetle çekildiği belli. Bu tür filmlerden hoşlananlar için ilgi çekici olabilir.
Festivalin üçüncü gününde izlediğim üç filmden ilki "Uluslararası Yarışma" kuşağından Tunus yapımı "Bir Oğul" idi. Tunus'un siyası anlamda çalkantılı günlerinde geçen filmde tatil dönüşü silahlı bir çatışmada karşılıklı ateş arasında kalan bir ailenin küçük oğulları ağır yaralanır. Çocuğu kurtarmaya çalışırken ortaya çıkan sır ailenin bir bağlılık sınavı vermesine yol açacaktır. Konusu çok bilindik olsa da iyi çekilmiş ve beğenerek izlediğim bir film oldu. Filmin oyuncularından Sami Bouajıla Venedik Film Festivali Ufuklar bölümünde "En İyi Erkek Oyuncu Ödülü" almış.
Yine Uluslararası yarışma filmlerinden biri olan "Işık, Daha Fazla Işık" Çek ve Slovak ortak yapımı. Almanya'da işçi olarak çalıştığı için ailesinden uzun süre uzak kalan Milan evine geri döndüğünde büyük oğlunun bir arkadaşının intiharıyla ilgili bir soruşturmanın konusu olduğunu, başının belada olduğu öğrenir. Ailesinin yaşadıklarından ne kadar uzaklaştığını farkederek gerçekleri görmeye başlar. Bu da beğenerek izlediğim filmlerden biri oldu, gişe şansı olursa izlemenizi öneririm.
"Ayrık Otları" hayli merak ve hevesle gittiğim bir İngiliz filmi idi. Hareketli, renkli ve neşeli olduğu kadar absürd sahnelerle de bezenmiş olan filmi "Beğendin mi?" diyecek olursanız, "Tarza göre değişir ama ben sevmedim" diyeceğim.
Festivalin dördüncü gününe bir Macar filmi ile başladık: "Geride Kalanlar". Festivalde en beğendiklerimden biri oldu, dilerim Uluslararası Yarışma'da da bir derece elde eder. 2. Dünya Savaşı sonrası Macaristan'ın toparlanmaya çalıştığı yıllarda savaşta ailesini kaybetmiş orta yaşlı doktor Aldo ile anne-babasının ölümünü kabullenmeyip dönmelerini bekleyen 16 yaşındaki Klara'nın sevgi ve şefkati birbirlerinde bulmalarını konu edinmiş duygulu ve hüzünlü bir film, vizyona girerse kaçırmayın derim. Gösterimden sonra Klara rolünde oynayan Abigel Szöke ile bir söyleşi gerçekleştirildi.
Sonunda sıra Ulusal Yarışmada aday olan bir Türk filmine geldi. Yönetmenliğini Leyla Yılmaz'ın yaptığı "Bilmemek".
Orta yaşlarını süren, birbirlerinden ve yaşadıkları hayattan bezmiş, herbiri kendi çapında yeni arayışlar içine girmiş bir çiftin lise öğrencisi ve sutopu oyuncusu oğulları Umut, arkadaşları tarafından akran tacizine uğramakta, eşcinsel olmakla suçlanmaktadır. Kendisine yöneltilen soruları yanıtlamayan, ailesinden de yeterince destek görmeyen Umut içine girdiği kaotik durumdan çıkmak için çabalamakta ama sonuç alamamaktadır. Ta ki... Devamı spoiler olacak, izleyip görünüz. İyi bir filmdi, gördüklerim içinde ödüle aday bulduklarımdan biri.
Festivalin beşinci günü yani dün izlediğim ilk film Brezilya yapımı ve uluslararası Yarışma adaylarından biri olan "Üç Yaz" idi. Hali vakti yerinde bir ailenin yanında çalışan Mada'nın üç yaz boyunca yaşadıkları Brezilya'nın değişen sosyoekonomik yapısı fon alınarak anlatılmış. Çok keyifli ve neşeli bir anlatıma sahip filmi çok beğendiğim gibi Mada rolünde oynayan Regina Case'nin oyunculuğuna bayıldım. Film sonrası yönetmen Sandra Kogut ile yine bir söyleşi gerçekleştirildi.
Günün ikinci filmi Ulusal Yarışma adaylarından biri olan, yönetmenliğini Özkan Yılmaz'ın yaptığı "Soluk" oldu.
Hayata tutunamamış, orta yaşlı, huysuz Tamer çok hastadır. Hastalığı sırasında ona aynı apartmanda oturan neşeli, hayat dolu Aslı yardımcı olmaya çalışır, Tamer'i akıl hocası gibi görmektedir. ancak Tamer'in hastalığı ilerleyip Aslı ona yetmeyince çocukluğu mezarlıklarda geçmiş, sessiz, içine kapanık Celil bakıcı olarak yardıma gelir. Bu üçlüyü birleştiren husussa hayata tutunma arzusudur. Başta Uğur Polat olmak üzere her üç oyuncu da kendilerinden bekleneni fazlasıyla vermişler. Yer yer kötü anılarımı canlandırsa da beğenerek izlediğim bir film oldu. Söyleşiye katılamadım ama filmi oyuncularla birlikte izledik.
Uğur Polat'ı toplu fotoğrafta bırakmak içime sinmedi :)
Ve dünün son filmi Onur Ünlü'nün günlerdir beklenen filmi "Topal Şükran'ın Maceraları" oldu.
Onur Ünlü'nün tarzı malum, filmleri hayli absürd konular içerir. Lakin bu sefer kanımca absürdlüğün dozu kaçmış. Demek Evgar'ın muhteşem oyununu (ki filmde konuşma yoktu, bakışları, jest ve mimikleriyle oynamış Evgar) bir tarafa bırakırsak tam anlamıyla bir saçmalıklardan seçmeler idi. Hele de önüne gelen kusunca filmde bitmesini sabırsızlıkla bekledim. Onur Ünlü sinemasını sevenler mutlaka beğeneceklerdir ama benden gelecek tavsiye olumsuz. Derece alıp almayacağını merakla bekliyorum-Demet Evgar'a "En İyi Oyuncu Ödülü'nü bizzat ben takdim edebilirim gerçi-bakalım göreceğiz. Ekip yine salonda idi, vaktim yoktu söyleşiyi izleyemedim:
Son iki güne girdik böylece. Birazdan "Şirin'in Kalesi" isimli bir İran filmi ile Ulusal Yarışma adayı "Kronoloji"yi izlemeye gideceğim. Festival sonrası bir yazı daha gelecek. Şimdilik hoşcakalın...
Keyifle okudum. İyi seyirler Leylâk Dalı...
YanıtlaSilÇok güzel bir yazı olmuş eline sağlık. Orada olmak eminim çok keyiflidir. Ben açılışı CNN'den izleme fırsatı buldum.
YanıtlaSilBazı filmleri not aldım. Gelsin de izleyelim o zaman :)
Festivalinizi imrenerek uzaktan izliyorum Leylakcığım. Keyifli seyirlerin devamı dileğiyle.
YanıtlaSilBravo..Bu kadar filmi arka arkaya izleyebilmek müthiş. Ben bir tek Paraziti izledim bahsettiğiniz filmlerden. Çok çok beğendim. Şaşırtıcı bir senaryo insanı devamlı gülmek ve ağlamak arası bir duygu içinde bırakıyor.Umarım diğer filmleri de izleyebilirim. Sevgiler iyi seyirler...Aylin
YanıtlaSilMerhaba. Blogunuz oldukça dolu ve yararlı bilgiler barındırıyor.Emeğinize Sağlık.Eğer zaman ayırmak isterseniz,yeni açtığım bloga göz atıp takip ederseniz beni oldukça mutlu edersiniz.Sağlıcakla Kalın.
YanıtlaSilhttps://hepfragmanizle.blogspot.com/