.

.
.

6 Aralık 2017 Çarşamba

SABAH, SOĞUK, SONBAHAR, ALIŞVERİŞ, KELİMELER, FALAN FİLAN

Gözümü açtığımda saat tamtamına 9.00'du, ne bir dakika önce, ne bir dakika sonra. Gece yatarken kendimi kurmuş muydum diye düşündüm, yok ama o kurma işlemi saat içindi, benimki "hissikablelvukû". Caanım kelime, son zamanlarda pek moda, bardakların, kupaların, defterlerin üstünde, eski Türkçe ile aşk yaşıyoruz, yaşayalım bence sakıncası yok, severim eski kelimeleri. Bir de "nâmütenahi" vardır, sonsuza kadar demek. Ne zaman duysam lisedeki edebiyat hocam Süeda hanımı hatırlarım. Muhtemelen yaş haddinden emekli olmasının yakın olduğu yıllarda dersimize girmişti. Bal rengi saçlarını alnının üstünde dolma misali bir kıvrımla topuz yapar, omuzları vatkalı, bele oturan, demode ama onun üstünde çok şık duran döpiyesler giyer, yılan derisi el çantasını kürsünün üstüne bırakır, aynı deriden sivri topuklu pabuçlarını tıkırdatarak öndeki sıralara yanaşır ve anlatmaya başlardı. İçinde çokca "nâmütenahi" sözcüğünün geçtiği cümlelerine yaşlılık beneklerinin daha da güzelleştirdiği ince-uzun, bembeyaz elleri eşlik ederdi. Havada dalgalanan o ellerin ucundaki kıpkırmızı ojeli uzun tırnaklarına bakmaktan anlattıklarını dinleyemezdim, benim işim Süeda hanımı seyretmekti, edebiyatı su içinde hallederdim, beis yoktu. Tanzimat dönemi romanlarından fırlayıp gelmiş gibiydi zaten, branşına bu kadar yakışan insan az bulunurdu, ruhu şad olsun...

Yataktan kalkmadan önce havayı kokladım. Mühendislik harikası baca sisteminden dolayı dün akşamdan beri ev alt kattaki komşunun mutfağından gelen kuyruk yağı kokusuyla parfümlenmişti. Üstelik mutfağa en uzak yer olan ve baca deliği bile kapatılmış bulunan yatak odası kokunun en yoğun hissedildiği yer, nasıl oluyorsa. Neyse kokudan kurtulmuşuz ama sabah rutinimi gerçekleştirmek üzere balkona çıktığımda jlet gibi keskin bir ayaz ve sıkı bir rüzgarla karşılaştım. Beydağları kalemle çizilmiş gibi karşımdaydı. Nem poyrazdan korkup bir yerlere saklanmış olmalıydı. Çınar ağaran saçlarının dökülmesini engellemeye çalışsa da rüzgar onun gibi düşünmüyordu ki kopan kuru yapraklar yerlerde ufak çaplı bir halı oluşturmaya başlamıştı bile. Balkonun kısmetine düşen birkaç tanesini toplayıp çöpe attım, naneyi okşadım, gözüm Guguruk'u aradı ama soğuktan bir yerlere saklanmış olsa gerek, göremedim. Derken sokağın ıssızlığında omuzunda kazmasıyla iş tulumlu bir adam göründü. Köşedeki telefon çukurunun kapağına yanaştı, kazmanın sivri ucuyla kapağı kaldırıp açtı. Kazmayı yere bıraktı, dizlerinin üstüne çöküp çukura doğru iyice eğildi. Lacivert bir kurbağaya benzedi. Hemen yukarısındaki çınar, karşıdaki uyuz asma ve balkondaki ben adamın çukura düşmesinden korkarak izlemeye başladık. Uzun uzun inceledi, kabloları çekiştirdi, kafasını kaşıdı, sonra doğrulup telefonunu çıkardı. Rakamlı sayılı bir şeyler söyleyip önce telefonu, sonra kapağı kapattı, kaldırıma oturup beklemeye başladı. "Yazın yaşa, kışın taşa oturma" diye seslenecektim, vazgeçip içeri girdim, kahvaltı hazırlamaya başladım.

Yazıya ara verip mutfağa, çay almaya gitmiştim ama çayı mutfakta unuttum, bir dakika izin. 

Hah, şimdi nerede kalmıştık. Evet bundan sonrası sabah ev halleri. O zaman düne geçelim. Dün öğlen bir arkadaşımla buluşmak üzere çıktım evden. Otobüse binmek için üstgeçitten karşıya geçerken kuzenlerden birine rastladım, iki lafın belini kırıp yoluma devam ediyordum ki karşıdan gelen kadın üstüme üstüme yürümeye başladı. Sağa manevra yaptım, o da sola manevra yapıp tekrar üstüme geldi, bu defa sola kırdım, o sağa kırdı ve sonunda gelip boynuma sarıldı. Aaa o da kim? 
"Seviyorum kimi
En güzel birisini
Nasıl anlatayım sana
İlk harflere baksana"
Hahaha, ergenliğim geldi aklıma ama burnumun dibine girene kadar tanımadığım o kadın meğer en sevdiklerimden biriymiş. Yürürken karşıya bak Leylak, önüne ya da anneannen gibi sağa sola değil :) Okuyorsan eğer öpüyorum seni canım kadın. 

Neyse ayakta geçen uzun bir yolculuktan sonra alışkanlıkla bir durak önce indim, zira o durakta oturan çok sık gittiğim arkadaşlarım var, beynim kodlanmış. Bir yandan şapşallığıma söylenip, bir yandan da "iyi oldu böylece yürümüş oldum" diyerek menzilime ulaştım. Kahküllügillerden arkadaşımla buluşup halleştik, yedik içtik, sonra vedalaştık. Niyetim otobüse binip zorunlu bir alışveriş için AVM'ye gitmekti ama az ilerideki yeni açılan park çok cazip geldi daldım içine, iyi ki dalmışım, yoksa aşağıdakileri kaçıracaktım:





Antalya sonbaharın son demlerini ilk demleri imiş gibi yaşıyordu dün, bugün kış gelmiş gibi oldu. Parktan çıkınca alışverişe gittim. Hopi'de biriken paraları ay sonuna kadar harcamam gerekiyormuş, Boyner'e girdim. Lakin hiç alışveriş havamda değildim-iyi ki-gez dolaş almaya değer bir şey bulamadım. Dön dolaş ayaklarıma kara sular indi. Sonunda ay sonuna doğru Ankara'ya gideceğim için bir yün bere, bir de yılbaşı konseptli mum alıp çıktım gereksiz yere, neyse ki fark ödemedim, Hopi'dekiler yetti. Boyner fiyatları uçurmuş ayrıca. Mağazadan çıktım ki ne göreyim güneşli bırakıp girdiğim gökyüzü ağlamaya başlamış, hem de şakır şakır. Allahtan şemsiyem vardı açtım, çok bekletmeden otobüs de geldi, yolun yarısında yine güneş açtı, otobüsten indiğimde yerler bile kurumuştu neredeyse. Antalya işte.

Bu yazı çok uzun oldu farkındayım, sizlere sabrınız için teşekkür eder, yüzlere biraz gülümseme, eve biraz ışıltı gelsin diye aşağıdaki eylemi gerçekleştirmeye giderim:





3 yorum:

  1. Yaa geldi mi o vakit? Evde şimdilik sadece benim odanın yerlerine ve masama gelmiş durumda, onun da pek iç açıcı bi dekor olduğu söylenemez. Hiç sanmıyorum ama ev halkını gaza getirmeye çalışayım.

    YanıtlaSil
  2. O kadar güzel anlatıyosunuz ki yazdığınız hiç bir şey uzun gelmiyor :)

    YanıtlaSil