"İnsanın evi gibisi yok" diyen boşa dememiş, geldiğimden beri sevine sevine dolaşıyorum odadan odaya. Henüz Antalya'nın parklarını, bahçelerini, sahillerini denetleme fırsatım olmadı, şimdilik evde ne var ne yok hatırlamaya çalışıyorum. Bu kadar uzun süre ayrı kalınca eşyalarımı bile unutmuşum, bazı şeylere bakıp "Bu nereden çıktı?" diye şaşırıyorum. Aslında çok da uğraşmama gerek yok, 15 gün sonra tekrar döneceğim Ankara'daki kürkçü dükkanına. Yaz sonuna kadar orada olacağım.
Vladimir mimlemiş beni: "Ben Küçükken". Eh konu güzel, bende de laf çok, yazalım bari:)
Ben küçükken büyüktüm aslında, büyüdükçe küçüldüm, ruhum geriye doğru sayıyor beden ilerlese de. Oysa küçük bir çocukken ciddi, sakin, uysal, utangaç bir kızdım. Tam 14 yıl tek çocuktum; en iyi arkadaşım kendimdim ve kendimle çok iyi vakit geçirirdim. Hâlâ da öyleyim; yalnızlıktan hiç şikayet etmem, etrafımda kimse yokken hiç sıkılmam, kendimi oyalarım.
Çok küçük yaşlardan itibaren çok sevdiğim şeyler oldu; kimi yiyecek, kimi bitki, kimi hayvan. İlkiyle ilgili bizzat hatırlanan birşey yok ama sürekli kahkahalarla gülünerek başıma kakılıp dalga geçildiği için gayet iyi biliyorum: Zeytin. Öylesine siyah zeytin meraklısıymışım ki ilaç içirmek istediklerinde zeytinin içine koyup verirlermiş, tabaklar dolusu yermişim, şimdi bir ay yemesem pek aramam. Unutulmayan vukuatımsa babamın evin önündeki küçük bahçeye diktiği sebzelerin dibine koyduğu keçi gübrelerini zeytin sanıp sevinçle toplayarak ağzıma tıkacakken engel olunmasıdır. Aile büyükleriyle oturulmuş her sofrada sofraya gelen zeytin bu müthiş maceramı bir kez daha gündeme getirir. O dönem aile arasında "Zeytini" olarak anıldım. Sonra zeytinle yollarımız ayrıldı hayatıma çiçekler girdi. Her gördüğüm çiçeği yolmak, toplamak, koklamak, eve getirmek isteğiyle bir çeşit bitkisel Elmayra'ya dönüştüm. Neyse ki henüz Elmayra Türkiye'ye teşrif etmemişti lakabım "Çiçek"e dönüştü. Zavallı sülalem dağ tepe tırmanıp yüce Prenses Çiçek'in katli vacip emrini verdiği çiçekleri koparıp sundular bana. Yaş biraz daha ilerleyince romantizm de sona erdi, garabet bir yaratığa merak saldım bu defa: Fişgene. Çoğunuz bilmez İç Anadolu'da minik sümüklü böceklere fişgene denir. Tabii sadece kabuklarını topluyordum, canlısının ardına düşecek yürek nerede bende? Yaz tatillerinde annemin teyzesinin Niğde'deki bahçesine gidiyorduk ve ben fişgene peşinde saatlerimi geçiriyordum. Öyle ki dönüşümde kuzenlerim bana yazdıkları mektubun içine fişgene koyup yolluyorlardı. İlkokulun ortalarına doğru bu garip tutkularım son buldu, hayatıma bir daha hiç çıkmayacak bir tutku girdi: Kitaplar. Okumakla kalmadım, içlerinde kayboldum.
Ben küçükkken hala sebebini çözemediğim bir huyum vardı, el öpmekten nefret ederdim. Ailecek bir gezmeye giderdik, insanlar hoşgeldin deyip el uzatırlardı, ben başımı önüme eğip elimi arkaya saklardım. Tabii başta annem ve babam olmak üzere bu yüzden bol bol ayıplanır, eleştirilir hatta azarlanırdım ama bir türlü yanaşmazdım el öpmeye. Aslında utanıyordum galiba, niye utanıyordum bilmiyorum çözemedim hala dedim ya. Bir psikiyatri seansına ihtiyacım var muhtemelen, gitsem mi ki:))
Yenimahalle gibi o yıllarda Ankara'nın dışında, düzenli, yeşillik ve bakir kalmış bir memur semtinde oturduğumuz için müthiş bir çocukluk geçirdim. Yaz tatili gelince ipini koparmış gibi kendimizi sokaklara atar, gerek sitemizin devasa bahçesinde gerekse sitenin arka tarafında ta Atatürk Orman Çiftliği'ne kadar göz alabildiğine uzanan kırlık alanda envai çeşit oyun oynardık. Yakantop, istop, kukalı, kukasız saklambaç, seksek, ip atlama, çelik çomak ve benzeri oyunları oynamaktan perişan gece yattığımız yeri beğenirdik. Hemen dibimizdeki açık hava sineması alçak duvarlarıyla emrimize amadeydi, battaniye serdiğimiz arsada çekirdek çitleyerek "Size baba diyebilir miyim amca?" diyen Ömercik için az gözyaşı dökmedik. Evcilik oyunu mekanımız ise arka bahçedeki koca trafonun geniş beton çıkıntısıydı. Üzerinde kocaman "Ölüm tehlikesi" yazan tabelanın altında, sırıtan kurukafayı kanıksamış otlardan yemek pişirip, gazoz kapağından çaylar içtik.
İlkokul yıllarım olağanüstü öğretmenim sayesinde çok keyifli geçti. İçimde kalan yegane ukde hiçbir bayram törenine katılamamış olmamdır. Ne olurdu sanki sırtımda bir kelebek kanadı ya da üzerimde gelincik taçyapraklı bir etekle şeref tribününün önünden Cumhurbaşkanı'nın sadece bana baktığını sanarak geçiverseydim:))
Sanırım bu kadar yeter, ben de sevgili Asu ve Müge'yi mimleyim bari...
acaba hepimiz yaşlandıkça çocuklaşıyor muyuz?
YanıtlaSilveya yapamadıklarımızı yapmak için çocukluğa mı dönüyoruz
zeytin den leylağa geçiş muhteşem olmuş :)))
kitap kurdu olmak da cabası
keyifli bir yazıydı yine
çok sevdim
öpücükler
Evine güle güle gitmişsin örtmenim:) Ben de nefret ederdim el öpmekten, hala da ediyorum..Anarşist ruhmuzla mı ilgili acaba?:)
YanıtlaSilArtık kitap okumaya ara verip kitap yazmalısın dostum:)Kocaman sevgilerimle Zehr@
Konumlarını takdir ettiğim (dostluk ve sevgi bir yanda dursun) kişiliklerin çocukluklarını hep merak etmişimdir çünkü bana göre işin sırrı o dönemdedir. O yüzden biyografileri çok severim.
YanıtlaSilSanat ve edebiyat tutkunu bir aydın olmanın yolu özgür bir çocukluk döneminden geçiyormuş demek. Meraklı, haşarı ve okumayı seven bir çocuktan herşeyle ilgili, hayat dolu ve yine okumayı seven bir yetişkine...
Harikasın:))
YanıtlaSilBu fişgene merakını anlatmıştın bana o zaman da nşaşmıştım hala da şaşarım... İyi ki küçükken tanışmamışız, sırf bu merakın yüzünden arkadaş o9lamayabilirdik.. Ben o hayvancıkları görünce bile zıp zıplıyordum o zamanlar. Belki şimdi bile zıplarım.
YanıtlaSilEl öpmekten hiç hoşlanmadım bende ama yok dimi o adet artık...
Kıs ben senin yerine taktım o kelebek kanatlarını bu akşam taratayım da koyayım senin için sayfaya...
Bi de çok esef ettim , benim çocukluğumu heç mi merak etmedin hehehh
Öptüm seni bi de özledim. Gece hasbıhal edelim. Ali Kaptanı izlediktewn sonra...
Çocukluğundan çok o çocukluğu bu kadar tatlı anlatış şekline daha çok imrendim.Senin sen olmanı sağlayan ve bizi de seni okuma keyfine ulaştıran çiçekler,fişgeneler ve yaşamındaki her şey iyi ki varmış.
YanıtlaSilhımmmm,nefis:))))))
YanıtlaSilYalnız gecemde mis kokulu bir masal oldunuz bana.
Öpüyorum sizi.
Ne güzel yazmışsınız, keyifle okunuyor. "Kendiyle çok iyi vakit geçiren" biri olarak kendimden çok şey buldum.
YanıtlaSilSevgilerimle,
Ben de gittim geldim çekirge topladığım zamanlara:)
YanıtlaSilKeşke senin gibi güzel ifade edebilsem düşüncelerimi.Bu yazından aldığım keyifi bazı kitaplarda bulamadığımı söyleyeyim.Sevgili Hepsüslüydüm haklı.Bence de yazmalısın kendi kitabını...
Müthişsinn ..devamı yok mu diye arandım resmen...
YanıtlaSilKeifle okunan bir yazı olmuş. Huzurlu bir çocukluğun izlerini talıyor. El öpmekten hoşlanmayışın bana çocukken yanaklarımı öptğrmeken nefret edişimi hatırlattı. Sİle sile kıpkırmızı yapardım yanaklarımı. Sonraki yıllarda eve aldığımız bir kedimiz de bırakın okşamayı bir kenarına elimiz deyse karşımıza geöip saatlerce kendisni tepeden tırnağa yalanıp temizleyerek bizi vicdan azaplarına sokmuştu.
YanıtlaSil:)
Ahh Antalya...Nasıl da özledim her yerini..keyfini çıkarın
YanıtlaSilçok güzel bir yazı olmuş evine hoşgeldin ama kısa süreli olması üzücü ama iş içinse diyecek birşey yok zaten Antalyadan sonra ankara pek çekilmez .
YanıtlaSil