.

.
.

12 Mayıs 2025 Pazartesi

HAFTA BAŞI / 12 MAYIS

Sabahın seherinde çıktım balkona oturuyorum. Dün temizleyip pakladık. Bu yıl balkon sezonu epey gecikti. Evin büyük balkonu batıya bakıyor ve yazın saat 12.00 ile 18.00 arası orada oturmak kabil olmuyor.  Ama kahvaltı ve akşam yemeği için ideal. Emekli olduğumuzdan beri yazları Ankara'da geçirdiğimiz için çok da dert değil, ilkbaharda ve sonbaharda keyifli oluyor, malum bir de çınarımız var, yeşerten, yabancı gözlerden koruyan ve kuş cıvıltılarıyla neşe veren. Kış boyu kullanmadık, mutfak balkonu ihtiyaç karşılamaya yetiyor. Dün "Vaktidir" dedim Kocam Bey'e, "haydi şu balkonu yıkayalım". Sıvadık paçaları, taktık hortumu, giriştik işe. Kumrular yokluğumuzda gübrelemişler de gübrelemişler. Öyle ki balkona tohum serpsen yeşerecek. Önce masa ve sandalyeleri temizledik, kurumaya bıraktık. Sonra belki bir saat zeminle uğraştık. Yorulduk ama iyi oldu, birkaç güne Umut Efendi gelecek, o balkon hastasıdır, yayılsın keyfince. Masanın örtüsünü de serince iş tamama erdi, hatta akşam yemeğini orada eda ettik. 

"Yenice eleğim, seni nereye gereyim" derdi annem, bizimki yeni değil ama yeni temizlenmiş olunca sabah gözümü balkonda açtım adeta. Çayı demledim, salatalık, domates, kuzukulağı ve avokado ile renklendirdiğim bir tabak hazırlayıp kahvaltı yaparken mahalleyi seyran eyledim. Hane halkının yüzde ellisi uykudaydı netekim 😂 Yaşlanmanın en önemli belirtisinin sabahın köründe uyanmak olduğuna iyice kâniyim artık, anneannem vakt-i zamanında sabah ezanı okunurken kalkar, namazını kılıp bizi dürterdi: "Kalkın, ne yatırsınız, aş da zabaaan, iş de zabaaan" diye. Kadın haklıymış. Gerçi Kocam Bey bu genellemenin dışında ama istisnalar kaideyi bozmaz.

Ortalık sessiz, ne anırarak telefonda konuşanlar, ne geçen araçlar, ne de bir seyyar satıcı. Sadece okula giden birkaç öğrenci. "Geldi bahar ayları/Gevşer gönül yayları" hesabı onların da ayakları geri geri gidiyor zaten, kiminin elinde acemice tüttürmeye çalıştıkları sigaralar, kiminde zorla çiğnemeye çalıştıkları bir simit. Gömlekleri pantolondan dışarı uğramış, ellerinde ne çanta, ne kitap. Bunların okulda dolapları mı var? Evde ders çalışılmıyor mu artık? Ben emekli oldum olalı sistem epey değişmiş sanırım ya da öğrenciler değişmiş. Okul vakti yanaştıkça gözden kaybolan öğrencilerin yerini içinde ekmek olan poşetlerle ileri yaş grubu alıyor. Hanım kahvaltı hazırlarken beyi taze ekmek almaya yollamış. Ben de kahvaltımı bitiriyorum bu arada, bir elime çayımı, bir elime kitabımı alıp ara ara sokağı izlemeyi de ihmal etmeden okuyorum. Kitabım şu:

 

Johann Sebastian Bach'ın "Goldberg Varyasyonları"nın bestelenme öyküsüyle başlıyor. İlginç aslında, 18. YY. da uykusuzluktan muzdarip Kont Kayserling saray bestecisi Bach'ı çağırır ve altın dolu bir kadeh karşılığında uykuya dalmasını sağlayacak bir beste yapmasını ister. Bunun üstüne Bach otuz varyasyondan oluşan bir arya besteler, bu varyasyonları klavsenle seslendirerek kontun uykuya geçmesini sağlayan kişi Johann Gotliev Goldberg'dir. Bundan hareketle bestenin ismi de "Goldberg Varyasyonları" adıyla anılır. Ben kitabı okurken arka planda Goldberg Varyasyonları'nın çaldığını da tahmin etmişsinizdir. Kitap bununla kalmıyor Beatles'den Rhotko'ya, toplama kampı müziklerinden The Who'ya, daldan dala atlıyor. Değişik bir deneme kitabı, severek okuyorum. 

Mahallemizde kentsel (daha doğrusu rantsal) dönüşüm hızla sürse de yine de ara sokaklarda pek rastlanmayacak kadar yeşillik ve ağaç var, bu da özellikle yeni yapılan devasa binaların sevimsizliğini bir ölçüde saklıyor. Balkonun baktığı cephelerden birinde iki apartman arası adeta orman gibi. Apartmanlardan birinin rahmetli sahibi hiç boşluk bırakmadan ağaç dikmiş iki bina arasındaki neredeyse bir metrelik toprağa ve zeytinden yeni dünyaya, incirden, narenciyeden selviye bir sürü ağaçla yeşertmiş göz hizamızı.

Sondaki selviyle selamlaşan neredeyse aynı boyda bir de bizim apartmanın önünde var. Serçeler ve Arap bülbülleri çınarı, kumrular selviyi tercih ediyorlar. Bize de cıvıltılarını dinlemek kalıyor. 

Sabah pusluydu hava, birkaç gündür bulutla uyanıyoruz, güneş epey nazlanıyor duvağını açıp mah cemalini göstermeye. Açınca da içeri kaçırıyor beni, çınarın taze yapraklarından birini koparıp kitabımın arasına koyuyor ve içeri geçiyorum. Bulaşık makinesini çalıştırıp yazıma kaldığım yerden devam ediyorum. 

Hafta sonu epeydir bekleyen ütülenecekleri halletmeye karar verince suya sabuna dokunmayan bir film aradım ütü yaparken izlemek için. Neşfilikis'de eski bir film buldum: "Allah Yazdıysa Bozsun". Başrolunde Gonca Vuslateri ve yüzüne aşina olup adını bilmediğim bir adam oynuyordu. Ben kafamı yormadan laf olsun diye izledim, ütüler de o arada bitti. Öğleden sonra da cila niyetine yine Neşfilikis'e yeni eklenen "Nonnas"ı seyrettim. O da sabun köpüğü idi ama en azından daha aklı başında bir şeydi ve sevdiğim gibi yemekler ve lokantalarla ilgiliydi. 

Dünkü Anneler Günü, annesiz ve çocuklardan uzakta geçse de çok da umursamadım. Umut'un Anneler Günü videosunu izleyip güldük, annesini banyoyu uzun yaptırdığı için seviyormuş. Ah çocukluk 😂

Yeni bir haftaya girerken hepinize sağlıklı, huzurlu, güzel şeylerin gerçekleşeceği günler diliyorum.

9 Mayıs 2025 Cuma

CUMA / 9 MAYIS

Her günü sansasyona gebe ülkemizde yeni bir sabaha uyandık şükür. Bugünün beklentisi uzaydan tepemize düşmesi beklenen uzay aracı ama ülkenin kendi içindeki gündemi o kadar yoğun ki tepemize değil uzay aracı gezegen düşse pek aldırış eden yok. Umarım ne bize, ne başka ülkelere zarar vermeden atlatılır bu olay, risk düşük diyorlar ama bilinmez ki? Aklıma Hüseyin Rahmi'nin "Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç"ı geldi. Kitap okuma hevesimin temel taşlarından olan Yenimahalle İlçe Halk Kütüphanesi'nin caddeye bakan "Yeni Çıkanlar" raflarından sabah çekip aldığım ve ikindi üstü bitirip iade ettiğim, bu erken iadelerden dolayı da sarışın görevliyi bezdirdiğim kitaplardan biriydi. Sanırım İnkılap Kitabevi idi, yeni basımlarını yapıyordu Hüseyin Rahmi, Reşat Nuri, Halide Edip gibi yazarların. Su içer gibi okumuştum. Sonra Arkası Yarın'lardan birinde de dinlemiştik "Kuyruklu Yıldız"ı, anneannem fena heyecan yapmıştı "Ya düşerse" diye, sanki onun başına düşecek 😂

Dün semt pazarından alışveriş yapıp terden sırılsıklam eve döndük. Oysa hava sabah bulutlu ve serindi, öğlen birden bire coştu, güneş meydana çıktı ve ışınlarını saldı tepemize. Pazar dersen pazar olmaktan çıkmış, marketten pek farkı yoktu fiyat açısından. Bir de bu pestisit olayı insanı geriyor. Muhtemelen çoğu öyle ama ne yapabiliriz ki, eve geldim, çilekleri, kayısıları karbonatlı suya koydum, karbonatı fazla mı koydum, çok mu beklettim bilmiyorum, tadı değişti meyvelerin. Ağız tadıyla bir şey yenmeyecek artık. En son yediğim domatese benzer domatesin üzerinden yıllar geçti. Evlendiğim yıl Denizli'de kiraladığımız evi yerleştirmeye gitmiştik nikah öncesi, alt kattaki komşu bir tabak domates getirdi, köyden geldi diyerek. O domatesin lezzeti ve kokusu hala benimle, bir daha da öylesini yemedim. 

Pazar dönüşü terle ıslanmış giysileri değiştirdik mecburen, önce çamaşır, sonra bulaşık makinesini çalıştırdım, yıkananları astıktan sonra da bir film izleyeyim bari dedim. "Babygirl"i izlememiştim, bulup açtım, açmaz olaydım. Başlamışken bitirdim ama çok kötüydü bence. Nicole Kidman kendini emekli etse çok iyi olacak. Dolgu yapılmaktan robotlaşmış yüzünde içeri kaçmış gözleri beni korkutuyor, bakışları da bir tuhaf olmuş. Tenindeki o sürülüp de sonra düzleştirilmiş tarlalara benzeyen görüntü de keza. Yüzüne bakınca ürküntü ile karışık bir rahatsızlık geliyor bana. Estetiklerini aklamak ya da "Ben yaptırıyorum keyif benim size ne, karışmayın" demek istediği için senaryoya özellikle mi koydurmuş bilmiyorum ama filmin bir yerinde ergen kızı "Akvaryum balığına benzemişsin anne, yaptırma şunları" diyordu. O da, "Ben seviyorum, karışmayın" diye cevaplıyordu. Kısacası film kötüydü, hiç sevmedim. 

Çarşamba günü arkadaşlarla buluştuk yine Beachpark'ta. Bu kez asansörle indim sahile, asansörün gelişini beklerken de şu güzel manzaraları çektim:


Pazardı, çamaşırdı, filmdi derken yemek yapmaya üşendim, kısırla geçiştireyim bari dedim. Bizim evde sevilen bir yiyecektir. Lakin ne yaptım da öyle oldu bilmiyorum ama şunca yıllık ömrümde yaptığım en kötü kısır olduğuna yemin edebilirim. Bulgur aynı bulgur, salça aynı salça, ben aynı ben ama kısır bambaşka bir şey oldu. Bereket misafir yoktu, biz yine de lüplettik, telef olmasın di mi 😂 Kocam Bey'e "Kötü mü olmuş?" diye sordum, "Biraz benzemiş kısıra, ye gitsin" dedi.

Öğleden sonra yapacağım işler var, iyisi mi, bir kısır vakası daha yaşamadan gidip eli yüzü düzgün bir yemek yapayım da hazır olsun.

İyi hafta sonları diliyorum...


7 Mayıs 2025 Çarşamba

GÜN EKSİLMESİN PENCEREMDEN* / 7 MAYIS

Gece üstümden üç-beş kere fırlattığım yorganı bu sabah itibarıyla kaldırıp nevresimini yıkamış ve asmış bulunuyorum. Üstelik anneannemin deyimiyle "zabaaan köründe". Battaniyeye geçeceğim ama bu Antalya için garip bir durum, bunca senedir bu şehirde yaşarım, Mayıs ayında yorgan vâki değildir, çoktan pikeyi örtmüş olurduk. Neyse vardır bunda da bir keramet. Zaten bu ara olup biten her tuhaf şeyde keramet araya araya ermiş olacağız yakında. 

Bir süredir kafamı kurcalayan sağlık sorunlarım vardı, doktora gitmekten nefret ederim. Çok evhamlı bir anne-babaya sahiptim. En ufak şeyde en ölümcül olasılığı düşünürlerdi. Kardeşimin de, benim de çocukluğumuz ve gençliğimiz onların peşinde hastane koridoru arşınlamakla geçti. Hâl böyle olunca da evham konusu bünyeye yerleşti, doktor-hastane konusu ise bünyeyi irrite eder oldu. Yine böyle doktordan kaçtığım ama kafamın içinde binbir olasılık devşirdiğim günlerden sonra "Yetti gari" dedim, "korkunun ecele faydası yok". Anında randevu aldım, sağolsun çok sevgili bir arkadaşım bana refakat etti (her sağlık sorunumda yanımdadır, hakkını ödeyemem) ve dün sabah gidip muayenemi yaptırdım. Ne gözümde büyütüğüm kadar sıkıntılı oldu, ne de korktuğum teşhisi duydum. Ankara'ya ertelediğim ufak bir ek işlem dışında sen sağ ben selamet. Şunu daha önce yapsana be kadın, binbir tilki dolandırdın beyninin içinde. Kafa o kadar karışık ki Hıdrellez bile aklımdan çıkmış. Memleket bir yandan, bünye bir yandan huni takmaya az kaldı. Bir kağıda üç satır dilek karalamıştım en harcıaleminden, onu bile çantada unutmuşum. Olsun ha çanta, hal gül ağacı, olacaksa olur. Yine anneannemi anarak "O da kuş, o da kuş" 😍

Doktordan rahatlamış olarak çıkıp güzel havayı da görünce, "Haydi Beachpark" dedik. Deniz, güneş, ağaçlar, çiçekler, çay, kahve ve hatta paylaşılan bir tatlı çok iyi geldi. Günler sonra bir "Oh!" dedim. Peki kahvemdeki telli turnaya ne dersiniz, hadi alçakgönüllülüğü bir yana bırakayım belki de zümrüd-ü anka 😂 Bu şekilde gelmedi, sütün köpüğünü karıştırırken çıktı ortaya, Hızır ile İlyas kahve köpüğümde kendini hatırlatmış olmasın 😊:

Hafta sonu ve hafta başı iki sanatsal etkinlikle geçti. Sezonun son gösterimlerini kaçırmak olmazdı haliyle. Aslında Mayıs ortası Uluslararası Tiyatro Festivali başlıyor. Ayağımıza kadar gelen şahane oyunlar gördük festival başladığından bu yana, geçen yıl da Macaristan, Polonya, İspanya ve Küba ekiplerinin muhteşem gösterilerini izlemiştik. Ne yazık ki bu yıl ufukta Ankara yolları göründüğü için varlığımla şenlendiremeyeceğim festivali 😋 Ama cumartesi günü Devlet Tiyatrosu'nda "Havada Yüzmek" oyununu, Opera Sahnesi'nde de "2. Genç Türk Koreografları Gecesi"ni kaçırmadım tabii ki. Her ikisi de izlemeye değerdi. "Havada Yüzmek" iki kadının sahne aldığı, gerçek yaşamdan oyunlaştırılmış bir gösterimdi ve oyuncular çok iyiydi, çok beğendim. Koreograflar Gecesi ise beklediğimin üstünde güzeldi. Yetenekli gençlerimiz var ve mutlu oldum. En beğendiklerimden dört tanesini buraya eklemek istiyorum. Kaynak: Buradan

 

Koreografisini Operamız baletlerinden Yağızhan Danış'ın yaptığı "Eşik" isimli gösterim en beğendiğim oldu.


"Alarga", açık denizde, yelkenli bir gemide küçük bir ailenin geçirdiği anları anlatan çok neşeli bir baleydi. Koreografi İstanbul DOB'dan Ayşe Aras'ın. 

Koreografisini İzmir DOB'dan Özge Güven'in yaptığı "In Light" isimli bale gösteriminde bir kaza sonucu tekerlekli sandalyeye mahkum olan balet Bora Acar Zöngür ile Çağla Öztiner dans ediyordu. Etkileyici bir izleme oldu.

Gecenin son ve en hüzünlü gösterimi ise Mersin DOB'dan Ergani Mahmut Akyol'un koreografisini yaptığı ve birkaç ay önce bir trafik kazasında kaybettiği  çello öğrencisi kızına adadığı "Dua" isimli eserdi. Çoğumuz gözyaşlarımızı tutamadık.

Bu güzel gece ile sezonu kendi adıma bitirdim, gelecek sezonda daha güzel eserler izlemek dileğiyle gün eksilmesin pencerenizden*

*ve gönül tanrısına der ki
pervam yok verdiğin elemden
her mihnet kabulüm
yeter ki gün eksilmesin penceremden
 
Cahit Sıtkı Tarancı


 


1 Mayıs 2025 Perşembe

MAYIS AYLARIN GÜLÜ(MÜ)DÜR* / 1 MAYIS

Mayıs ayının ilk yazısına, adına yakışır şekilde bayram gibi kutlanacak zamanlara ulaşabilmek dileğiyle tüm emekçilerin 1 Mayıs günü kutlu, huzurlu, barış içinde geçsin diyerek başlamak istiyorum. 

Mayıs ayı Antalya'da bile adına yakışmayacak kadar serin bir havayla giriş yaptı. Delik deşik bir uykudan zor bela uyanıp balkona çıktığımda karşı kaldırımdaki zeytin ağaçlarından dökülen kara tanelerin beneklediği asfalt gece yağan yağmurla ıslanmış, sonbahardan kalma işe yaramaz, inatçı sarı yapraklar da zeminde yerini almıştı. Doğu yönünde parlak bir güneş sahneden çekilmeyi, batıda ise yağmur yüklü kara bulutlar görev sırasını bekliyordu. Sokağın kedi kolonisi zulalandıkları yerde apartmanımızın kapısının açık bırakıldığı anı kollamaktaydılar. Kapı önündeki çam ağacının altına bırakılan su ve mama kendilerini aileden biri gibi hissettirdiği için her fırsatta apartmana dalmakta beis görmüyorlar, hele ressam paleti gibi alacalı bir tane var ki katlar arasında dolaşması yetmiyor gibi camlı giriş kapısına amonyaklı sıvısını fışkırtmaktan da hiç çekinmiyor. Kedi haklı bir yerde, apartmanın insan cinsinden gençleri sigara paketlerini, izmaritlerini, karton kahve bardaklarını akıllarına esen her yere fırlatmakta sakınca görmüyorsa, alacalı mırnav, "Ben de organik sıvımı bırakmışım, ne var bunda" diye düşünüyor olabilir.

Nisan ayı ülke dertleriyle hemhâl olarak geçti. Üzerimize yüklenen sıkıntıya mola vermek istediğimiz zamanlarda kitaplar, filmler ve sanatsal her türlü şey kurtarıcımız oldu. Bu ay yine çok fazla okuyamadım. Kafa bir şeylerle aşırı derecede doluysa okumaktan yeterince verim alınamıyor ne yazık, gözümün önünde danseden o kurumuş parçacık da bana bir çeşit ceza oldu bir yıldır:

Bu ayın en sevdiğim kitabı yeni tanıştığım mimar/yazar Ertuğ Uçar'ın "İstanbulin"i oldu. Çok geçmeden de bir başka kitabını, "Ayrılığın Haritası"nı da okudum ve onu da çok sevdim. "Annem" hüzünlü bir öykü idi, "Hüzünlü Kaplan" ise yıllarca üvey babası tarafından taciz edilen ve bu durumu 19 yaşında ifşa edebilen bir kadının yazdğı belgesel nitelikli bir yaşam öyküsüydü, nefretle okudum. "Sabır Taşı" Afgan edebiyatı örneği olarak ilginçti."Bahçede Hayatlar" ise keyifle okunan bir permakültür günlüğü oldu. Yenilerde bitirdiğim "Boş Dolaplar"a gelince, çok sevilen, çok tutulan, Nobel'li bir yazar olan Annie Ernaux'da bana hitap etmeyen bir şey var, aşırı ayrıntıya girmesi mi, paragrafsız cümleleri mi bilemiyorum, bir-iki kitabı dışında sevemedim ve sanırım artık okumam. Herkesin en önemli eseri olarak nitelediği "Seneler"i ise yarılayamadım bile. Artık kusur bende mi, yazarda mı onu bilemeyeceğim ama zevkler ve renkler gibi kitaplardan alınan keyif de tartışılmasın.

Bu ay ikisi kısa film olmak üzere eski ve yeni tarihli 12 film izledim. Ve ne yalan söyleyeyim kimilerinin harika oyuncuları olsa da hiçbirine düşüp bayılmadım. İlla ki birini seç derseniz "The Here After"i ilk sıraya koyabilirim. 

Ayın mutlu edenleri esasen bunlar oldu. "Ran"da Yurdaer Okur Nazim şiirlerini adeta üç boyutlu hale getirdi. "Aşk Listesi" oyunculukların zirve yaptığı çok hoş bir komedi idi, zevkle izledik ve çok alkışladık. "Don Kişot" kalabalık kadrolu, renkli ve neşeli bir bale idi. "Yalancı" aşırı diyaloglu, iki kişilik ve uzun bir oyun olduğu için beklediğim kadar keyif vermedi. 


Sadece iki dizi izleyebildim, zira ilk kez Kore dizisi izledim ve maşallah kendileri koridor yolluğu kadar uzundu, 16 bölüm ayın yarısını zaptetti zaten. Biraz kararsız yaklaşmıştım ama sevdim, özellikle son bölüm çok etkiledi beni. "İstanbul Ansiklopedisi"ni ise çoğunuz izlemişsinizdir, beğenen de var, yeren de. Ben kusurlarına rağmen beğendim. 

Ve Storytel'den dinlediğim dört kitap. Mübarek Kadınlar" sona doğru biraz sıksa da güzel öykülerdi. "Hyunam-Dong Kitabevi"ni yer yer severek dinledim, yer yer sıkıldım. Son iki kitaptan birincisi sade suya tirit, ikincisi ise bir polisiye idi. Her ikisini de seslendiren Murat Eken'i hatrına dinledim desem yalan olmaz.

Bitirirken Mayıs'ın gerçek anlamda ayların gülü olmasını dileyerek ayrılıyorum huzurdan:

*Mayıs ayların gülüdür
Taze bir çiçek dalıdır
İçerim ateş doludur
Mayıs'da gönlüm delidir.
 
Ruhun şâd olsun Sabahattin Ali