Eveet nerede kalmıştık, alfabeye devam edelim:
-H/HİSAR: Biz ona Ankara Kalesi desek de alfabenin gidişatı öyle gerektirdi. Halk arasında Hisar olarak söylendiği de doğrudur. Henüz çok küçük bir çocukken anneannemin akrabalarından biri (sanırım kuzeniydi) ailesiyle Kaleiçi'ndeki eski Ankara evlerinden birinde otururdu. Yılda iki-üç kere çalardık kapılarını, hem onlar, hem anneannem mutlu olurdu, bense sonsuz sıkılırdım. Üç katlı, ahşap bir evdi. Sokak kapısının hemen yanında içleri kanarya dolu yüzlerce kafesin bulunduğu bir oda vardı, bizi kuş cıvıltıları karşılardı, kuzen ciddi anlamda kanarya meraklısıydı, serinofil deniyor sanırım böylelerine. Kuş cıvıltılarını, daha doğrusu bu kadar yoğun olunca kulağa kakafonik gelen ötüşleri geride bırakıp gıcırdayan merdivenlerden üst kata çıkardık. Zihnimdeki fotoğraf ahşap tabanlı bir terasta yapılan sohbetler olarak kalmış, demek ki yazları gidiliyormuş. Sonraları bu akrabalar başka bir semte taşındılar, bizim Kale ziyaretleri de bitti. Kale uzun yıllar doğal, bakımsız haliyle kaldı. Canlanması, turistik hale gelmesi yakın dönemin işi. Şimdilerde Ankara'nın en gözde yerlerinden biri, benim de çocukluk yıllarımın aksine her seferinde başka bir yerini keşfettiğim büyülü mekanlarımın başında geliyor.
-İ/İSTASYON: Her ne kadar Ankara Garı demek doğru ise de gündelik konuşmalarda hep istasyon olarak bahsederdik o güzel, görkemli binadan. Dedem demiryolcu idi benim, o nedenle kökten gelen bir demiryolu aşkımız var, trenlere, raylara, istasyon binalarına meftunuz. Yüksek Hızlı Trenlerin henüz esamisi okunmazken, hatta Mavi trenler bile devreye girmemişken, kafanızı camından uzattığınızda yüzünüzün isle kaplandığı o kara trenlerde az yolculuk yapmadık.Tekerleklerin tıkırtısı ninni gibi gelirdi. Gar'a gelmenin, trenin gelişini beklemenin, bir kompartman bulup yerleşmenin ve tıkır mıkır gideceğin yere yollanmanın keyfini hiçbir vasıtada bulamadım. Gar amblemlerini, saatlerini, restoranlarını ayrı severim. Ne yazık ki şimdilerde dost yüzlü eski Gar binası çok az kullanılır oldu, hızı düşük trenlerin seyrek seferleri yapılıyor ancak oradan, sırtını dayadığı ultramodern YHT İstasyonu ise steril ve soğuk yüzlü.
-J/JAPON BAHÇESİ: Durun hemen itiraz etmeyin, Japonya ile karıştırmadım Ankara'yı. Bu Japon Bahçesi bildiğiniz bahçelerden değil. Artık hayallerimizden bile silinmeye yüz tutmuş, Ankara'nın açık hava gazinolarından birinin ismi. Çocukluğumda ve ilk gençlik çağlarımda Gençlik Parkı'nın içinde halkın çok rahatça gidebildiği üç tane müzikli gazino vardı. Gece kulübü özelliğinde bir tane daha olduğunu hatırlıyorum yapay göletin hemen yanında, şimdi adını unuttum ama bir seferinde Dario Moreno sahne almıştı orada. Anneannem ona "Dari Mari" derdi. O kadar merak etti ki klübün kapısındaki görevliye gidip "Yavruum, ben Dari Mari'yi çok severim, bir gösteriver bana ne olur" diye rica etti. Biz gülerek annennemin geri çevrilmesini beklerken görevli koluna girip kulise götürdü görsün diye. Bir süre sonra şaşkın bir ifadeyle klübün kapısından çıkan anneannem yanımıza gelip "Bildiğimiz adammış, ben de başka bişi sanmıştım" demesin mi 😂
Gençlik Parkı'nın içindeki açık hava gazinolarından biri Ulus yönüne bakan "Yazar Bahçesi", bir diğeri Lunapark içindeki "Lunapark Gazinosu", parkın iç kısmındaki ise sözünü ettiğim "Japon Bahçesi" idi. Hepsine defalarca gitmişliğim vardır ama Japon Bahçesi isminden midir nedir daha çok ilgimi çekerdi. Gezmek amacıyla bile parka gittiğimizde Opera Kapısı'ndan girmişsek şayet sağ taraftan prova yapan şarkıcıların sesi gelirdi. Kulağımda kalan niyeyse hep Bedia Akartürk'ün sesi. Çok özlüyorum o gazinolara gidip bir semaver karşılığı en ünlü sanatçıları dinlediğimiz günleri.
-K/KIZILAY: O ünlü marşta söylendiği gibi "Yoktan var edilmiş bir şehir" değildir Ankara, kökeni Hititlere, Friglere dayanan, Selçuklu ve Osmanlı döneminde oldukça önemli yeri olan bir vilayettir. Yoktan var edilmemiş, var olan geliştirilmiştir Cumhuriyet döneminde. Öncelikle Ulus önem kazanmış, ardından Kızılay varlığını göstermeye başlamıştır. Çocukluğumda Ulus dar gelirlilerin, orta hallilerin, Kızılay ise sosyetiklerin ve zenginlerin mekanı olarak bilinirdi. Alışveriş için genellikle Ulus'u tercih ederdi ailelerimiz, aynı malı Kızılay'dan alırlarsa kazık yiyeceklerini düşünürlerdi. Zamanla Ulus tercihleri Kızılay'a kaymaya başladı. Daha güzel, daha şık mağazaları, lokantaları, cafeleri, sinemaları, tiyatroları ile cazibe merkezi haline geldi. Hatırlıyorum halk arasında "Gökdelen" adıyla anılan eski Emek İşhanı ilk yapıldığında müthiş ilgi çekmişti. Terasındaki Set Kafeterya şehrin ilk serf servis restoranı idi ve oraya gidip yemek yemek bir statü sembolüne dönüşmüştü. İnsanlar sadece kaldırımlarında piyasa yapmak için Kızılay'a giderlerdi. Eski Kızılay Binası'nın yeşil bahçesinde oturulur çay-kahve içilirdi. Üniversiteye başladığım yıl Yenişehir'e taşınmıştık, evimiz Kızılay'a çok yakındı ve her fırsatta kendimizi oraya atardık. Kitapçılarında dolaşır, pastanelerinde, cafelerinde yer-içer, bütçemize uygun giysiler için Kocabeyoğlu Pasajı'nda alışveriş eder, Ankara Sanat Tiyatrosu'nda oyunlar izlerdik. Ne yazık ki tüm şehirlerde olduğu gibi Kızılay da yıllar içindeki yozlaşmadan nasibini aldı. O güzelim mağazalar harcıalem dükkanlara dönüştü, telefoncular, dönerciler, sahte parfümcüler, kalitesiz giysiler Cenneti oldu. Kitapçıların çoğu kapandı, pastaneler yerlerini öğrencilerin yoğun olduğu ikinci, üçüncü nesil cafelere bıraktı. O mücevher gibi Kızılay binası yıkıldı, yerine muhtemelen dünyanın en çirkin alışveriş merkezi yapıldı. Hasılı Kızılay çarşamba pazarına dönüştü 😂
-L/LEYLAK: Bahar gelince Yenimahalle'nin, Bahçelievler'in, Küçükesat'ın, Kavaklıdere'nin güzelim apartmanlarının bahçelerinde leylaklar açmaya başlar. İçinde en az bir leylak ağacı olmayan bahçe çok azdır, duvarlardan sallanır o mis kokulu çiçekler. Böyle bir ortamda büyüyünce leylak sevmem, sevmenin ötesinde aşık olmam çok doğal olsa gerek. Benim Ankaram leylakla ve haydi hatrını kırmayayım iğde çiçekleriyle özdeşleşmiştir. Ah şimdi orada olmak vardı diyerek bu bölümü de sevgili Mine Hanım'ın İstanbullu leylakları ile kapatayım:
Kale, benim de en sevdiğim mekanlarından Ankara'nın. Eski halini bilmiyorum doğrusu, restore edilmiş hali hoşuma gidiyor. Tren garlarının ise hepsinin kendine ait bir havası var çok sevdiğim, özlediğim. geçen sene kars treni Ankara'dan eski, sevdiğimiz gardan kalktı, pek mutlu oldum, YHT karmaşasına girmedik diye :)
YanıtlaSilAnneannenizin "dari mari" hikayesi de efsaneymiş :) nurlarda yatsın
Anneanneniz ne tatlıymış... Kale'nin arka sokaklarını keşfetmeyi çok severdim. Şimdi restore edilmiş hali de güzel... Ankara'yı özlemişim yazınızı okurken fark ettim.:)
YanıtlaSil