.

.
.

7 Temmuz 2022 Perşembe

YAZ GELDİ* / 7 TEMMUZ

Hafta başı iki günümüzü Umut'la geçirdik. Daha önceki gidişlerimizde boşaltıldığı için suya o kadar meraklı olan minnoşu hayal kırıklığına uğratan havuz doldurulunca Kurtuluş Parkı'na götürüp göstermek farz oldu. Lep lep akan fıskıyelere bakıp, havuzun kirliliğine vahlanıp, ellerini her gördüğü çeşmenin her musluğunda (Parkın her bir çeşmesinde dört musluk var) onlarca kez yıkayıp döndük. Su sevmeyen bizden değildir 😀




Beton binalarla çevrili semtte bir yeşil vaha Kurtuluş Parkı, adımını attığın anda şehirden kopuyorsun. 

Fizik tedavimin devam ettiği üç hafta boyunca hastaneye git-gel düzenli yürüyüş yapıyordum ve bu durumdan memnundum, seanslar bitince düzen bozuldu. Dün "Yeter artık" diyerek attım kendimi dışarı. Günlerdir beklediğimiz yaz sonunda gelmiş, apartman kapısından çıkar çıkmaz kendini gösterdi. Sıkı sıcak ve parlak bir güneş vardı, güneş gözlüğümü almadığıma hayıflandım ama geri dönüp merdiven çıkmayı da gözüm yemedi. İlk uğrağım günlerdir promosyon reklamı yapan, emekli maaşlarımızı işletmeye meraklı bankalardan birinin Kızılay şubesi oldu. Gerçi yılbaşında sözleşme yapıp almıştık ödülümüzü ama miktarı arttırınca "Bankada 5 kuruş hakkın kalmasın" düsturu uyarınca, eski sözleşmeyi bozup yenisini yaparak aradaki farkı onlara bırakmayalım dedik. Kendileri kuruş bağışlıyorlar mı bize? Zaten TV'de 4000 diye kendilerini paraladıkları promosyon da bankada 3500'e düştü. Her neyse Qmatik'ten sıra numarası alıp bir köşeye çekildim, hayli kalabalıktı ve çalışanlar da dahil tek maskeli bendim Allah'a şükür. 15 dakika bekleyip işlemi hallettikten sonra çıktım, maskemi koluma taktım (eskiden sepet takılırdı kola) istikamet Olgunlar. Blog vasıtasıyla tanıyıp sonradan arkadaş olduğum SelginGB'nin Kitapyurdu'na sipariş verdiğim son kitabı "Islak Köpek Kokusu" orada bir kitabevinden teslim alınacaktı çünkü. Ankara'yı bilenlerin malumudur, Olgunlar sahafların, kitabevlerinin, seyyar kitapçıların ve cafelerin bol olduğu, uzun ve yokuş bir caddedir, sonu Başçavuş Sokağa bağlanır. Benim içinse yıllar öncesinde. Yenimahalle-Bakanlıklar otobüsünün son durağından halamın evine ulaştıran yoldur. Caddenin neredeyse ortasındaki teslimat yerine ulaşmak için terleyerek yokuşu tırmanırken o günlere geri döndüm. Caddenin başındaki Feyman Klüp kapanmış ama yerinde yine müzikli bir mekan var. Bakanlıklar'la birleştiği köşede, şimdi banka olan yerde büyük bir beyaz eşya mağazası ve vitrinde yayın saatlerinde sürekli açık olan bir TV vardı. Henüz TV'lerin evlerimize giremediği yıllardı, akşam eve dönerken otobüs gelene kadar mutlaka vitrinin önünde biraz oyalanır, o anda yayınlanan programı izlerdik. O kadar çok gidip geldik ki o yoldan, her iki yandaki binaları adeta ezber etmiştik. Şimdiki gibi cafe, kitapçı falan yoktu. Yolun birkaç blok ilerisinde bir özel hastane vardı, annemin de doktoru olan babamın bir arkadaşı çalışırdı orada, her geçişte kulağı çınlatılırdı. Az ötedeki kuaförün önünden geçilirken de Münevver Hanım'ın kulağına üflenirdi çınlamalar. Annem çok emin değildi ama o dükkanın eski komşusu Münevver Hanım'ın kuaför olan oğluna ait olduğunu düşünüyordu. Ardından sıra caddeyi kesen sokaklardan birinde oturan milletvekili bir ahbaba gelirdi, bir çınlama da ona yollardık. Böyle çınlata çınlata bando takımı gibi ulaşırdık halamın Bülbülderesi'ne indikten sonra tekrar tırmandığımız dik bir yokuşun ortasındaki evine. Bu arada Ankara'nın sokak isimlerinin güzelliğini de söylememe gerek yok sanırım 😀Küçükesat, Kavaklıdere civarındaki tüm sokaklar "B" harfi ile başlar; Bülten, Balo, Büyükelçi, Bilir, Bardacık, Büklüm, Binektaşı, Bestekar, Ballıbaba, Bahar, Bağlayan, Belkıs, Bağlar, Beyazgül bs bs 😀

Bunca gevezelikten sonra kitaplarımı teslim noktasından alıp Konur Sokağa saptım ve başladığım noktaya geri döndüm. Kızılay sokaklarının bu kadar paspallaşmasına hala inanamıyorum. Bir şehir bu kadar mı çirkinleştirilir, sanki bir kasabanın şehir çakması, özentili sokaklarında yürüyormuş gibiydim canım sıkıla sıkıla, geçmişini bilince insan daha çok üzülüyor. Aklımda olan birkaç alışverişi de yapıp yorgun argın eve geldim. Getirdiklerimi yerleştirip son 50 sayfası kalan kitabımı aldım elime: "Tuzun Kitabı/Monique Truong". Gertrude Stein ve Alice Toklas'ın "Fleurus Sokak No: 27"deki stüdyo evlerinde yatılı aşçı olarak çalışan Vietnamlı Binh'in öyküsü Tuzun Kitabı". İlginç bir kitap, okunması o kadar kolay değil ama çarpıyor insanı. Vietnamlı bir aşçı var ama o Binh mi meçhul, yazarın kurgusu, Stein ve Toklas ise gerçek:



Üstte Stein, Toklas ve köpekleri Basket, altta Gertrude Stein kitapta da bahsi geçen cüssesine uygun koltuğunda...

Kitap çok çarpıcı bölümlerle dolu idi ama beni en çok etkileyen 308 sayfayı okuduğuma değen bir güvercinin ölmemek için verdiği çabayı anlatan metaforik bölümdü. Binh o çırpınma ve ölümü annesiyle bağdaştırıyordu. Kitaptan bir alıntı ile bitireyim efendim, fazla uzadı bu yazı: "Tuzun aşina yakıcı tadını bulacağımdan emindim ama türünü bilmeyi istiyordum; mutfak, ter, gözyaşı yahut deniz".

(Monique Truong'un daha önce "Dilimdeki Acı" romanını okumuştum. "Sinestezi" denilen bir duyu hastalığından muzdarip Linda'nın büyüme sancılarını anlatıyor. Kelimeleri dilinde tat olarak hissetme şeklinde bir sinestezi bu. Tavsiye ederim...)

*Yaz Geldi aynı zamanda Füruzan'ın bir öyküsünün ve bu isimle YKY'den çıkmış bir öykü seçkisinin adıdır...

6 yorum:

  1. ülke tümden pespayeleşti öğretmenim, vicdansızlaştı, karardı, kötücülleşti. başşehir nasıl nasibini almadan durabilir ki bir kenarda...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sorma Şulecim ya, nefessiz kalmış gibi hissediyor insan çaresizlikten...

      Sil
  2. O "B"li sokaklardan Büklüm'de ilkokulun yanındaki apartmanda çook uzun yıllar anneannem ve teyzem oturdular. Severim kendisini. :)

    YanıtlaSil
  3. Anımsıyorum da ben çocukken çok daha kimlikli bir yerdi Kızılay :( Şimdi o zamanlar Ulus'a yapılan muamele yapılıyor Kızılay'a

    YanıtlaSil