Ankara'ya geleli bugün bir hafta oldu, bu süre içinde dört mevsimi yaşattı bize eksik olmasın. Geldiğimiz gün yazdı, ardından bahara döndü, sonra güz moduna geçtik, dünü sormayın resmen kıştı, donduk. Bugün tekrar bahara geçtik, umarım böyle devam ederiz.
İlkbahar gibi başlayıp sonbahara evrilen günlerden birinde kızkardeşle 2020 Şubat'ından beri uğramadığım Kızılay'a gitmeye niyetlendik. Evimize yürüme mesafesinde ama biz yolu biraz uzattık, Mithatpaşa Caddesi'nden geçerken Mustafa Necati Evi çarptı gözümüze. Yıllardır gelir geçeriz, mimarisine hayran oluruz ama içini hiç görmemiştik. Cumhuriyet döneminin Milli Eğitim Bakanlarından olan Mustafa Necati'ye ait olduğu söylenen ve Kültür Bakanlığı'na bağışlanmış olan evin "Nuri Pakdil Edebiyat Müze ve Kütüphanesi'ne çevrilmiş olduğunu görünce şaşırdık-pandemi süresince bu civara uğramamanın sonuçları-üzerinde müze yazdığına göre giriş serbesttir, bari içini görelim diyerek girdik. Görevli bir hanım bize yardımcı olup gezdirdi binayı. Gerçekten içi de dışı kadar güzelmiş, tavanlar, zeminin bir kısmı, kapılar orijinal halinde korunmuş, restore edilen bölümler de sakil durmamış.
Binadan ayrıldığımızda hava değişmiş, gökyüzü bulutlanmış, nem oranı artmıştı. Bir yandan terleyip, bir yandan üşüyerek T. İş Bankası Kültür Yayınları Kitapçısına attık kapağı. Pandemi başından beri ikinci kitapçı ziyaretim oldu bu da. Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın "Meyhanede Kadınlar" kitabı ile Umut için bir çocuk kitabı alarak ayrıldık oradan. Sırada bir başka kitapçı ziyareti vardı, YKY Kitabevi. Hem ziyaret, hem ticaret yaptık, FroggPrincee'imizle biraz sohbet edip önerdiği kitapları aldık, o sırada sağanak başladı. Biraz bekledik içeride ama dineceği yok attık kendimizi dışarı, metro geçidinden karşıya geçtik, bu arada birer plastik şemsiye edindik, bir zamanlar 5 liraya aldığımız uyduruk şeyler 30 lira olmuş ya, ne diyeyim bilemedim. Hafiften ıslanmış olarak kendimizi Karadeniz Lokantası'na ulaştırdık, kara lahananın birimiz çorbasını, birimiz sarmasını yiyip karnımızı doyurduk. Epey uzaklaştıktan sonra kolonyamı lokantada unuttuğumu farkettim, geri dönmeye üşendim ama o kadar çok ağlak yaptım ki kızkardeş bugün bana bir şişe kolonya hediye etti 😃 "Gurbette sıcak suyun faydası vardır" derler ya, pandemide de kolonyanın önemi çok, ağlak yaparım tabii, koca şişeydi ve ağzına kadar doluydu, bak şimdi yine içim yandı 😂 Hava tekrar bahara döndüğünde biz de evlere dağıldık.
O günden beri de evden çıkmadım. Selim İleri'nin felç geçirdikten sonra Burcu Aktaş ile yaptığı söyleşinin kaleme alındığı "Düşüşten Sonra"yı, şair eşleriyle yapılan sohbetleri konu alan "Gezindim Boş Odalarda"yı, "Meyhanede Kadınlar"ı ve Kerem Eksen'in "Ölümden Uzak Bir Yer"ini okudum. Sonuncuyu çok beğendim. "Erşan Kuneri"nin ilk bölümünü izledim ve bir daha izlememeye karar verdim, bel altı espriler baydı artık, zerre gülmedim, onu da belirteyim. Kısa bir süre önce okuduğum Sally Rooney'in "Arkadaşlarla Sohbetler" kitabı dizi olarak çevrilmiş ve BluTV'de yayınlanmaya başlamış, onun 6 bölümünü izledim. Ve adını duyduğumdan beri merak ettiğim "Sen, Ben, Lenin" filmini de seyrettim ve sevdim. Hafta başından bu yana da ilk kez evden çıkıp kızkardeşe gittim. Birlikte Portakal Çiçeği Parkı'nda yürüyüş yaptık, çok güzeldi. Leylaklar solmaya başlamış ama hala canlılığını sürdürenlerden küçük bir demet hırsızladım, ne var yani ben koparmasam zaten dalında solacaklardı 😃 Ankara için at kestanesi ve iğde vakti esasen, yakında güller de açmaya başlar. Parkta ise kartopları çok iştahlıydı:
aaa "sen ben lenin" le ve leylak fotolarımızla üst üste pişti yapmışız öğretmenim :)
YanıtlaSilPortakal Çiçeği Parkı'nın adına bayıldım. Eskiden "kızıma gittiğimde gideriz belki" derdim. Şimdi başka bir faza geçtik, hayat... :)
YanıtlaSilÖyle yürürken yolun birden müzeye çıkıvermesini sevdim. Seviyorum müzeleri. :)
YanıtlaSil