Hafta başından bu yana Buraneros, Ekmekçi Kız ve Kontrollu Çılgınlıklar blogları-ki üçü de okumayı en sevdiğim bloglardır-pandemi dönemindeki hayatlarını irdeliyorlar. Bayrak yarışını Buraneros başlattı, "Hayatım Bir Odaya Sıkışmış Gibi" başlığıyla. Onu sevgili Ekmekçi Kız takip etti: "Hayatım Bir Bilgisayar Oyunu Sanki" diyerek. Bugün de Cerenciğim hayatını "Masa"ya benzetmiş. Başlıbaşına bir yazı yazmak istemedim ama şöyle bir düşündüm, benim hayat neye benziyor diye. Esasen bir şeye benzemiyor, hele de bu yılı baz alırsak. Birkaç küçük mutluluk anını saymazsak ben de "Hayatım Bir İnziva Hücresi Sanki" diye başlık atabilirim. Geçen sene pandeminin başında çok tedirgindim. Hastalık konusunda endişeli bir tip oldum her zaman, pandemi sözcüğü tüm duyargalarımı titretti. Adeta izole ettim kendimi her şeyden. Devletimiz de belirli yaş gruplarını katıklı hücre hapsine tabii tutarak katkıda bulundu sağolsun. Ankara'da bir iki çoluk-çocuk pikniğini ve kızkardeşle yapılan küçük yürüyüşleri saymazsak yıl boyu evin karşısındaki en tenha market ve "Bugün izinlisiniz" denilen günlerde evin çok yakınındaki yürüyüş yaptığımız park dışında yaşadığım şehri unuttum. Meğer bunlar iyi günlerimmiş. O pek umut bağladığımız, covidi defederiz diye heveslendiğimiz yeni yılla birlikte bir de dizler isyan bayrağı açtı. "Yeni yılda yeni diz isterük" sloganıyla başlattıkları eylem beni ameliyat masalarına kadar sürükledi malumunuz. Yılın ilk altı ayında pandemi tedirginliğine ağrılı dizler nedeniyle yürüyememek de eklendi. Hiçbir işe yaramayan tedavilere döktüğüm paraya mı yanayım, onca inip çıktığım merdivene, git-gellere mi yanayım, çocuk gibi okşanıp "geçecek, geçecek, sabret" kandırmalarına mı yanayım bilemedim. Hasılı Haziran'a kadar evim dışında gördüğüm yegane mekân tedaviyi aldığım klinik ve o kliniğe giden yol güzergahı idi. Kendimi Ankara'ya, sonra da bir ortopediste attığımda durumun vehameti ortaya çıktı. Ameliyat vs safhalarını biliyorsunuz, uzatmayacağım. İşte sonrası ciddi anlamda "İnziva Hücresi" idi. Ameliyata biraz körlemesine atladığım için beni nelerin bekleyeceğinden az buçuk haberdar olsam da bu kadarını tahmin etmemiştim. Gitmeden evvel salon kanepesinde hazırladığım yatakta yarım gün yatabildim. Zira protez takılmış dizlerin en sevmediği şey alçak oturma birimleri imiş. Taburcu olduğum gün uzandığım yataktan her kalkmaya niyet edişimde koltuk altlarımdan destekleyerek kalkmama yardımcı olan kocayı bel fıtığından korumak için çareyi eskiden oğlumun olan odaya, onun nisbeten yüksek olan yatağına taşınmakta buldum. Böylece inziva hücreme ilk girişi yapmış oldum, bundan sonra günlerim çok ender zamanlar dışında orada geçecekti. Orada geçen 3 ay boyunca o yatakta sayısız diz egzersizi yaptım, onlarca kitap okudum, dünya kadar şeker patlattım, ağrılardan zırıl zırıl ağladım, genellikle geceler boyu uyumadan döndüm durdum, ağrıyan dizlerime, olduğum ameliyata, içtiğim bir işe yaramayan ilaçlara sövdüm saydım.
Şimdi en azından evimdeyim ve Antalya hala yaz. Odalar arasında gidip geliyor, balkonda çınarımın gölgesinde oturabiliyorum. Ağrılar mı? Onlar devam, bana bir yıl boyunca rahat yok, vaziyet öyle gösteriyor. O "Alçaklara karlar yağmış, yükseklere buz, gel seninle kaçalım ince belli kız" türküsünü her seferinde aklıma getiren alçak yerlere oturamama, otursam da kalkamama olayı halen devam. Kolumun altında bir minderle geziyorum, işin açıkcası "bezdum" dostlar ama yapacak bir şey yok. Kendimi avutma çabalarıma devam ediyorum. Bu sabah yine erkenden uyandım, ilk posta egzersizi yapıp çayı koydum, kahvaltımı hazırladım ve kendimi balkona attım. Sokakta neredeyse kimse yoktu, serçeler çınarın bir dalından öbür dalına seyran ederken kumruların tercihi tohumunu yemeyi pek sevdikleri selvi idi. Çayımı içerken kitabımdan bir öykü okudum: "Melina". Bu yıl okuduğum en iyi kitaplardan biri, kaldı ki öykü okumaya uzun süredir ara vermiştim. Lakin bunlar harika, herbiri başlıbaşına bir roman gibi ve çok belli ki otobiyografik özellikler taşıyor. Balkon demirine bir kumru kondu, boncuk gözleriyle "Ne okuyorsun?" der gibi baktı bir süre, sonra ilgisini çekmedi anlaşılan "aman canım, bana ne, ne okursan oku" diyerek uçup gitti. Kalktım, çınardan bir yaprak kopardım, bu dingin sabahın anısına kitabın arasına koydum. O sırada inşaatın kepçesi homurdanmaya başladı, anladım ki balkon keyfinin sonu geldi. Topladım pılımı pırtımı, girdim içeri...
Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.
YanıtlaSilBlogumun taslaklar bölümü böyle, "Kendimi bok gibi hissediyorum." temalı yazılarla dolu. Bloga yazı yazmak istiyorum ama klavyenin başına her geçişimde negatif yazılar yazıyorum. Başka bir şey gelmiyor elimden. Ne can sıkıcı bir durum. Yap boz tahtası gibi hayatım. Patlamaya hazır bir bombayım. Sanki her şey üstüme üstüme geliyor. Oğlanın okulu, üniversite seçimi, dersleri bunalımları bizim evin iş- ülke bunalımlarıyla karışıyor. Hayat böyle olmamalı yahu!
YanıtlaSilNe yapsak bilemedim.
Ama sen madem diğer bunalım blogculardan bahsettim. Şimdi belki kendimi daha iyi hissederim diye oraya gidiyorum.
Öpüyorum.
Yok aslında birbirimizden farkımız canım ama senin ekstra olarak bir de oğlanı üniversiteye hazırlamak, yollamak sıkıntıların var ki nasıl olduğunu çok iyi bilirim. aradan yıllar geçse de bunaltısı hala içimdedir :) Ama geçecek, nasıl çabuk geçtiğine Kuzey üniversite diplomasını aldığında şaşıp kalacaksın.
SilKendimizi iyi hissetmeye çalışalım, gerçekten çok dağıldık, toparlanalım biraz yoksa mutsuzluktan öleceğiz. Ben de öpüyorum ve çok özledim...
<3 antalya sana iyi gelecek leylakcığım <3
YanıtlaSilBen de öyle umuyorum kuzum, çok sağol, sevgiler...
SilSiz önerince ilk anda hatırlayamamıştım,kitabı eklemek için girdiğimde kitapçımın sitesine dedim ki aaa seni tanıyorum ben:) Listeme almıştım, sonra diğer kitaplara öncelik verince çıkarmıştım, tabii ki bu hatırlama peşinden bir keşke de getirmişti. Neyse ki buluşmamız yakın, fakat siz bu yazıda da da altını çizince heyecan bayağı artı:)
YanıtlaSilBen de Kontrollü Çılgın gibi düşünüyorum, Antalya önümüzdeki ayları da düşününce size -kesinlikle- daha iyi gelecek:)
Umarım dediğiniz gibi Antalya iyi gelir, her ne kadar Ankara'daki büyüdüğüm aile evim olsa da insanın kendi evi başka haliyle.
SilKitaba gelince uzun süreli bir okuma oldu diğerlerinin aksine ama her okduğum öyküden öyle büyük bir keyif alıyorum ki elimde gezdirdiğime değiyor. Bugün bitirmeyi düşünüyorum ama bana uzun süre zihnen eşlik edecek gibi geliyor. Bakalım siz nasıl bulacaksınız...
Oy örtmenim, böyle kısaltılmış versiyonunu okumak bile çok üzdü beni. Ama süpersonik dizlerinle ne gezeceksin bak bundan sonra, "dur örtmenim yetişemiyoruz" diyecekler. Valla. bundan sonrası için iyilikler, güzellikler olacak. Demedi deme :)
YanıtlaSilGerçekten sıkıntılı bir süreç geçiriyorum Elektracım. Zor bir işe kalkıştım ama başka seçeneğim yoktu. Sabır diyerek bir yılı tamamlamaya, toparlamaya uğraşıyorum. Ne kadar gezenti, hayata karışmayı seven biri olduğumu anlamışsındır bunca yılda, o yüzden fiziksel ağrılarımın yanısıra eve kapanmak da zor geliyor. Bir yürüyüş bile yapamıyorum henüz, ancak kısa süreli oluyor, o da yol su elektrik olarak geri dönüyor. Ne diyeyim, senin de yazdığın gibi sonu iyi olacak inşallah. Çok sevgiler...
Sil