Benim çocukluğum 4 yaşından itibaren Yenimahalle'de geçti, liseyi bitirene kadar orada yaşadım, unutamayacağım çok güzel anılarım var. Yenimahalle o zamanlar Ankara'nın biraz dışında, yeni kurulan havası temiz, yemyeşil bir semtti. Memurlara ucuz fiyat ve kredilerle arsalar verilmiş ve üzerlerine belirli yapı formlarına uygun binalar yapmaları sağlanmıştı. Üç katın üstünde bina hemen hemen yoktu, çoğunlukla bahçe içinde, iki katlı evleriyle, esnafıyla, komşusuyla, çarşısıyla, pazarıyla tam bir mahalle özelliği gösterirdi. 60'lı yıllardan itibaren orada yaşayan hiçkimsenin o semti unutması mümkün değil. Facebook'ta çok katılımlı bir grubumuz var, herkesde bir eski Yenimahalle hasreti. Birçok arkadaşımı orada buldum. Geçenlerde de şu fotoğrafı gördüm ve hüzünlendim; Alemdar Sineması:
Güneş Sineması'nın kapalısı bir-iki yıl sonra yapıldı, diğerleriyle kıyaslanırsa pek havalı bir salon olmuştu. Her üç sinemadan da Yenimahalle'den ayrılana kadar bol bol yararlandık. Şimdi üçü de yok, Alemdar pasaj olmuş ve sonra yıkılmış sanırım. Seyran çoktan yıkıldı, Güneş'in akibeti hakkında bilgim yok. Alemdar'ın çatısı açık hava sineması idi, en üst katı da düğün salonu olarak hizmet verirdi.
Alemdar Sineması'nın fotoğrafını görünce kendi sinema maceramın nerede başladığını düşündüm. Çok küçükken, anneannemin eski Konservatuvarın arkasındaki evinde otururken sık sık Cebeci'deki sinemalara giderdik. Çok küçüktüm, hangi filmleri gördüğümü hiç hatırlamıyorum. Yeni Melek, Sus gibi isimleri olan bu salonların hangisindeydi bilmiyorum, birinde perdenin iki yanında, perde boyunda biri tef çalan, biri oynayan iki çengi resmi vardı. Filmlerden çok o resimler ilgimi çekerdi. Kadınlar matinesine giderdik daha çok, annem o yıllarda sinemaya çok meraklıydı, aynı gün iki filme, ya da iki gün üstüste sinemaya gittiğimiz olurdu. Çengili resimlerin olduğu sinemada gördüğüm filmleri hatırlamıyorum ama Orhan Günşiray ve Nurhan Nur'un katıldığı bir galayı ve toplanan kalabalığı iyi hatırlıyorum.
Tam anlamıyla hatırladığım ilk film "Ayşecik Canımın İçi". Saimekadın'da otururken gittiğimiz bir yazlık sinemada izlemiştim. O kadar çok etkilenmiştim ki avaz avaz, hıçkıra hıçkıra ağlamış, bütün sinemayı kendime baktırmıştım. Hisli çocukmuşum vesselam 😃
İlkokula başlamama iki yıl vardı ama adımı yazmayı falan öğrenmiştim. Eskiden sinemaların bile çok katı kuralları vardı, her yerde şu mealde tabelalar olurdu: "Gündüz 6, gece 12 yaşından küçük çocuklar sinemaya alınmaz". Şimdi millet kucağında meme emen bebekle bırak sinemayı senfoni konserlerine gidiyor. Annem ve babamla Kızılay'da bir sinemaya girecek olduk. Başrollerinde Louis Armstrong ve Danny Kaye'in oynadığı, bizde "Beş Kuruş Versene" adıyla gösterilen "The Five Pennies" filmine. Afişi aşağıda:
Konu neydi tam hatırlamıyorum ama tekerlekli sandalyede bir küçük kız vardı o hiç aklımdan çıkmadı, bir de saksafonunu üfleyen Louis Armstrong. Neyse babam gişeye yanaştı, bilet istedi. Gişede görevli kadın şöyle bir kafayı uzattı ve beni gördü, "Çocuğu alamıyoruz maalesef" dedi. "Neden?" dedi babam. "Yaşı tutmuyor" diye cevap verdi kadın. Annem atıldı, "Nasıl tutmaz, okula gidiyor o". Sallıyor tabii, daha 5 yaşındayım. "Öyle mi?" dedi kadın, "Şu kağıda adını yazsın da görelim madem". Bir kağıt, bir de kalem uzattı bana, aldım kağıdı kalemi, eğriş büğrüş yazdım adımı. Artık ne derece ikna oldu bilmiyorum ama "peki, girsin bakalım" diyerek izin verdi. Böylece Türk sinema tarihinde sınavla içeri alınan ilk çocuk oldum 😁
Yenimahalle'ye taşındıktan bir-iki yıl sonra babam bir akşam elinde iki biletle geldi, "Seni yarın sinemaya götüreceğim, Pollyanna oynuyormuş" dedi. Heyecandan gözüme uyku girmemişti. Sabah kahvaltıyı zor edip giyindim ve Alemdar Sineması'nın yolunu tuttuk, mazot kokusunu ilk duyuşum ve o salonda ilk film izleyişim olacaktı. Ve vay canına Pollyanna rolünde meşhur çocuk yıldız Hayley Mills oynuyormuş.
Bir diğer unutulmaz sinema maceram, daha doğrusu anneanneamin macerası yine Yenimahalle'deki Akın Açıkhava Sinemasındadır. Vizyona girdiği dönemde kapalı gişe oynayan, sinemaların önünde kuyruklar oluşan bir Hint filmini, Türkiye'de "Arkadaşımın Aşkı" adıyla gösterilen, başrolünde Raj Kapoor'un olduğu "Sangam"ı izlemeye gitmiştik.
Akın Sineması evlerin arasında bir sinema idi, arka tarafındaki iki binanın balkonunda sürekli birileri olur, oturdukları yerde film izlerlerdi ve ben buna çok özenirdim. Hep öyle bir evde oturmayı arzulardım, ta ki film esnasında yaşadıklarımıza kadar. Neyse film başladı, annem, babam, anneannem ve yanında ben altımızda evden taşıdığımız minderler, sırtımızda bozkır akşamlarının serinliğinden koruyan hırkalar heyecanla filmi izliyoruz. Birdenbire o arkadaki evlerden birinden atılan taş özellikle hedef almış gibi geldi anneannemin kafasına "güm!" diye indi. Aman Tanrım, anneannem delirdi, ayaklara fırladı, "Ciğerine ateş düşsün, koca sinemada bula bula beni mi buldun?" diye bastı yaygarayı. Neyse zor bela yatıştırdık, kaldığımız yerden devam ettik, derken ara verdi film. Anneannem ne yapsa beğenirsiniz, bir taş daha atılır da benim başıma gelir, aydınlıkta canlı hedef olmayayım diye beni sandalyenin altına soktu. Film başlayana kadar iki büklüm sandalyenin altında bekledim, sıkıysa çık, kafana belki taş gelmez ama anneannenin yumruğu inebilir 😂
Seyran'dan bir anıyla bitireyim. "Oliver Twist" oynuyor. Hem okuldan, hem mahalleden çok yakın bir arkadaşım var, onunla gideceğiz filme ama onun 5 yaşında, taşbebek güzelliğinde, sarışın, mavi gözlü, tombul bir kızkardeşi var ve nereye gitsek annesi onu peşimize takıyor. Sinemaya da takıldı tabii peşimize. Gelsin tabii ama küçük çocuk, haliyle belli ihtiyaçları oluyor. Filmin en heyecanlı yerinde "Çişim var" dedi. Eh biz de çocuk sayılırız, orta ikide falanız. Ne yapsak, dışarı çıkıp tuvalete götürsek filmi kaçıracağız, çocuk "sıkıştım" diye mızıldıyor. Oturtuk zemine çocuğu, "Yap çişini" dedik, o da yaptı. Şırıltıyı bastırmak için de öksürüyoruz falan, ayaklarımızı yere vuruyoruz. Lakin bir şeyi unutmuşuz, zemin eğimli ve minik bir derecik ön sıralara doğru aktı gitti. Artık insanlar ne dedi bilmiyoruz, o andan itibaren perdeleri kapattık ve film bitene kadar kimsenin yüzüne bakamadık. Ne çocukluk ama 😂
Güzel anılarınız çok olsun...
Bizim özellikle yabancı filmler oynatan ki ilk kez Türk filmi oynatması olay olmuştu, tabii ki tahta zeminli, mazot kokulu ve localı Emek Sinemamız vardı. Farklı şehirlerdeki diğer Emek'ler gibi aynı kurumun benzer binalarının bir köşesindeydi o da. Sonra adı Konak Sineması olmuştu ve bir kaç yıl önce de bina satıldı, onun da fişi çekildi. Çocuktuk ve bizim okula çok yakındı. En büyük zevkimiz en arkada oturmak 2,4,6,8'i almak, özellikle gerilim filmlerinin herkesi suspus etmiş sahnelerinde, korkmayın sıvı değil:), boş kola şişesini yokuş aşağı bırakmak, onun gittikçe hızlanan enfes takırtısıyla açığa çıkan farklı tepkilere gülmek olurdu:) Bizim de Apartmanın çatısına çıkıp aynı anda iki farklı yazlık sinemayı izlemişliğimiz çoktur. Vay be iki farklı yazlık dedim!:) Hem de küçük bir şehirde!:) O kadar çoktular ki hatırladığım beş tane var ve bence yok olmaları büyük bir kayıp. Ahh şu televizyon işte, hepsi onun yüzünden:)
YanıtlaSilAh o yazlık sinemaları nasıl özlüyorum. Ucuz eğlence, yıldızların altında seyir, çekirdek yiyerek film seyret, sona doğru üşü, arada gazoz lüplet. En küçük kasabalarda bile okurdu. Zeki Müren de bizi görsün diye nelerin başını yedik :))))
SilKeşke sizler de yazsanız sinema anılarınızı bloga...
Şimdiyse tek tuşla aç netflixi, çişin gelince duraklat.
YanıtlaSilE olmuyor tabii sinema gibi bir his..
Ay o memede çocukla klasik konsere gidenlerden biri de benim ama çocuk çok uslu ve hatta gece ağlama krizlerinde operayla susturulabilen türde bir çocuktu :) Sayılır di mi o? Ay bir de burada da tabii klasik konsere süslenilerek insan gibi gidiliyor, çocuğa süs diye kafasına koca bir kurdale takmıştım, gerisi Allahlık ama kurdelesi tam yani :))) Hey gidi corona öncesi heeeeey.
Ya ben gerçekten çok sıkılıyorum bilgisayarda film izlerken, salonun zevkini hiçbir şey vermiyor ama hele de pandemi döneminde el mahkum izledik bol bol. Bir seferde bitirdiğim çok nadir, kalk-otur filmin zevki de kalmıyor.
SilCerencim senin yavruda Alman kanı var, operada susulacağını biliyordur :) Ben ıngaa sesinden konser dinleyemediğim günleri bilirim. Birinde Cengiz Özkan konseri vardı ki çok sevdiğim bir türkü yorumcusudur. Koştur koştur gittim, meğer Körler Vakfının etkinliğiymiş. Çoluk çocuk bebe belik, adama sahnede türkü söylüyor, anaları çocuğu sahneye çıkarıp adamın yanında fotosunu çekiyor. Adamcağız en sonunda patladı, konsere diye çağırdınız, kendiniz konuşup kendiniz dinliyorsunuz, buyrun konuşun deyip sahneyi terketti :) Ha bir de senfoni kedimiz var, konser esnasında tüm elemanlara miyav yapar :)))
Kurdelesini sevdiğim bebek :)) Benim çocukluğumda da çok havalı gidilirdi tiyatroya, operaya falan, gece kıyafetleri giyilirdi suarelerde, tiyatro lobilerinde şarap falan satılırdı, düşün artık...
kadıköy'de de ne güzel sinemalar vardı, ailecek giderdik biz de. bir de bazı pazar günleri biz babamla Akbank'ın sponsor olduğu çizgi filmlere giderdik, mest olurdum :) Hem çizgi film izliyorum hem de babamla başbaşa zaman geçiriyorum, daha ne olsun :) A tabii bir de İzmir'de teyzemlere gittiğimizde 4 kuzen birlikte mutlak gittiğimiz açık hava sinemaları...
YanıtlaSilve 2 yıla yaklaşan zamandır hiç gidemediğimiz sinemalar...ah ah...
Ay o Akbank'ın sponsor olduğu filmleri biliyorum, Tenten falandı sanırım. okulda eşi Akbank'da çalışan bir öğretmen vardı, tomarla davetiye getirirdi, ben de onları oturduğum apartmanın çocuklarına dağıtırdım. Süslenir, püslenir giderlerdi, çok mutlu olurlardı.
SilAh o gidemediğimiz sinemalara, kaçan festivalllere hiç girmeyelim, ağlamak istiyorum :(((
Ahh! Çocukluğumdaki sinemalar, ne çok anıları var.
YanıtlaSilBir seferinde mesela, kız kardeşim locadan düşmüştü!
Şöyle oldu; bulunduğumuz kasabadaki sinema salonunun arkasında yer alan, ancak tek özelliği salondan bir basamak yüksek olması ve içlerindeki dörder sandalyenin birer paravanla diğer paravanlardan ayrılması olan kümesten hallice bölümler "loca" olarak tanımlanıyordu. Loca öyle küçüktü ki, biz çocuklar önde, anne babmız arkadaki sandalyelerde oturunca ancak sığardık.
Aile gittiğimiz bir filmde, kardeşim locadaki sandalyesinde otururken (küçücük çocuk, 4-5 yaşında olmalı) uyuyakalıp burunüstü küt sesi çıkararak yere düşmüştü. Hatta o günden sonra aile arasında takılır olmuştuk, sen burnunun üstüne düştün, o nedenle burnun böyle düz diyerek. :))
Buraneros'a da teklif ettim, yazsanız keşke siz de bloğlarda sinema anılarınızı.
SilAy kızkardeşine çok üzülüverdim sanki yeni olmuş gibi, kıyamam, ödü kopmuştur.
Ah bitse şu pandemi de rahat rahat gitsek artık sinemalara...
İyi fikir eski sinemaları yazmak. Mutlaka söz etmişimdir ara ara, yine de derli toplu bir yazı iyi olur. Bir ilham gelsin de... :)
SilHadi bakalım gelsin ilham arkadaş bebişim :)))
SilBen aslında farklı film yazılarımın içinde bahsettim hep sinema anılarımdan Sevgili Leylak Dalı, sonra bahsettiğim sinema kapandığında, parça yazılarımı taşıdığım bir yazı yayımladım 2016 yılında:)
YanıtlaSilLinkini şöylece bırakıyorum:)
Hatırladıkça yazmaya devam edeceğim, söz:)
https://laparagas.blogspot.com/2016/06/sinemamz-aclmamak-uzere-kapanmstr.html
Hemen bakıyorum :)) Teşekürler...
SilBenim tevellütüm o kadar eskilere yetmedi ama okuması ne kadar da keyifliydi. Kaleminize sağlık.
YanıtlaSilÇocukluk döneminde bizim kasabada da bir sinema vardı ama hiç gitmedik. Sizin Yenimahalle anılarınız
YanıtlaSilne kadar kıymetli. Şimdinin Ankarasından ne uzak. 25 YIL önce ben de Ankaraya okumaya gelmiştim
bir genç kız olarak. o yıllar bile ne uzak geliyor şimdi bana. keşke
her hafta yazsaydım bir şeyler. zihin unutuyor ama yazı kalıyor. aklımı bir karış
havadaydı gerçi.
Ah Yenimahalle de çok kıymetliydi çocukluğumuzda, şimdi tanınmayacak halde. Hoş neresi değişmedi ki. Ben her yaz gittiğimde farklı buluyorum Ankara'yı ve çok üzülüyorum.
SilÇok sevgiler Antalya'dan...
Benim sinema maceralarım 1 yaşlarındayken,annemin kucağında uyuup babamın montunu üzerime örttüklerini bizzat fotoğraflarla kanıtlayabileceğim açık hava sinemalarının tahta sandelyeleri üzerinde başlamış. Babam çok severdi sinemayı, iki küçük çocuk bile durduramazmış o zamanki genç karı kocayı, alıp alıp giderlermiş bizi sinemaya. Anamızın babamızın kucağında ya da birleştirilmiş tahta sandelyelerde uyurmuşuz. Tee oralardan kaldı belki sinefilliğim. Bilinçli olarak hatırladığım ilk sinema salonu da yine babamın elinden tutarak gittiğimiz Eskişehir'deki Kılıçoğlu Sineması. Yıkıldı oarası da diye bir haber okumuştum ya, bilmem doğru mudur?
YanıtlaSilHangimiz uyumadık ki o tahta açık hava sineması sandalyelerinde, onu düğün salonu sandalyeleri takip eder :)))
SilBenim de annem sinema hastasıydı gençliğinde, hatta birinde bana tembih etti bir sinema çıkışı, 3-4 yaşında falanım, "Sakın babana bugün sinemaya gittiğimizi söyleme, yarın yine gideceğiz çünkü" dedi. "Peki" dedim ama babam kapıdan girer girmez "Biz bugün sinemaya falan gitmedik" diye müzevirlik yapıverdim.
Hangi sinema yıkılmadı ki, kesin yıkılmıştır Kılıçoğlu Sineması da...
İlk gittiğim film hangisidir, hangi filmleri seyrettik hiç hatırlamıyorum. Bol bol Fındıkzade Nilgün Sineması'na giderdik ama anılar belirsiz bende:) En çok annemin yaz kış ayakları üşüdüğü için bir o bacağını bir diğer bacağını altına kıvırıp oturduğunu hatırlıyorum:) O yüzden sizin bu anılar çok iyi geliyor bana.
YanıtlaSilEvde değil salonda film izlemeyi seviyorum. Geçen gün James Bond'a gittik. Toplam altı kişiydik ve ikisi telefonunun ekranını açıp duruyordu. İnsaf yahu! Sadece altı kişi varken bile böyle. Her şeyden soğuttular yemin ediyorum.
O bağımsız sinemaları çok arıyorum. Bizim evin yakınında da Konak Sineması vardı, kardeşim ilkokula birde iken her önünden geçişte tabelasını hecelerdi, k ile o, koo, n ile a naaa, bi de k, Konaak :))
SilAnneniz de bana benziyormuş, benim de ayaklar çok üşür ama artık kıvırıp altıma alma lüksüm yok, protezler sinirlenir :))
Ben de salon seviyorum ama henüz salonda izleme cesaretim de, oraya gidebilcek dizlerim de yok, inşallah seneye. Ben Leman Sam konserinde yanımda oturan kadının konser boyunca sahneye bakmayıp telefonda tık tık yazıştığına şahidim, "ittirol git izlemeyeceksen" diye bağırmak istemiştim...
Çok sevgiler...
Gittiğim ilk sinemanın annemlerle birlikte gittiğim bir açıkhava sineması olduğunu anımsıyorum. İdealtepe'deydi sanırım. Şimdilerde elbet öyle bir şey yok. Annemler çocuk yetiştirme konusunda çok duyarlı olacaklar ki, ilk gittiğim filmin Jaws olduğunu hatırlıyorum. Düşündükçe de acaba böyle bir olay yaşandı mı diye düşünmüyor değilim. Hayal gücüm bu kadar da çalışıp anneme çamur atıyor olabilir miyim?
YanıtlaSilMuhtemelen babam şöyle de demiş olabilir: Ya götürelim çocuğu, neticede gerçek değil ki. Babamın tüm olaylara bakış açısı böyleydi. Mezarlık korkusu için de küçücük yaşımda bana, ölüden korkacağına diriden kork dediğini hatırlıyorum. Gece yarısı bir köy mezarlığından geçiyoruz.
Nurşen abla, bir psikoloğa gitsem mi ne dersin?
:)))
Ya nerelere getirdin beni.
Öpüyorum seni çoook.
Babanın çok gerçekçi bir bakış açısı varmış özlemcim, küt diye indiriyor darbeyi, kendin çık altından, nasıl çıkacaksan. Aslında iyi bir metod :) Huzurla uyusun.
SilPsikolog sana gelsin kuzum, yorma kendini :)
Öpüyorum çok...
Türk sinema tarihinde sınavla içeri alınan ilk çocuk! :D Bayıldım.
YanıtlaSilİlk gittiğim film hangisiydi emin olamadım. Star Wars gibi geldi ve keşke öyle olsa dedim. Gurur duyardım çünkü şimdi, yıldızlar, galaksiler, ta o zamandan... :)))