Havalar ısınmaya başladı, sabahtan böyle bulanık, puslu iken öğleden sonra güneş bulutlarla köşe kapmaca oynayarak yüzünü gösterdi. Kitabımı alıp balkona çıktım, geçen gün yıkayıp kumru pisliklerini temizlemiş, bu arada dizim yetmiyormuş gibi bir de bacak kaslarımı zedelemiştim. O kadar kibar oldum ki, balkon yıkamaya bile gelemiyorum, tencere buharından romatizmalarım azıyor, marul yıkarken dikenleri elime batıyor, abajur ışığından tenim yanıyor, nohut üstünde premsesim anlayacağınız 😃 Neyse abartmayayım güneşi görünce biraz D vitamini alırım diye düşündüm, bir sandalyeye oturdum, bir sandalyeye ayaklarımı uzattım, tam kitaba başlamışken gözlerim ayaklarıma kaydı. Epeydir çorapsız müşerref olmamıştım kendileriyle gün ışığında. Farkettim ki ayaklarım eş yumurta ikizi değil, birbirlerine hiç benzemiyorlar. Sol ayağım ne kadar düzgün, efendi görünümlü ise sağ ayağım serkeşin teki. Sol ayağın parmakları hizalı, kemikleri ait olduğu yerde iken, sağ ayak yayılmış gitmiş, her bir kemik bir yana fırlamış. Başparmağın kemiği "Ben buradayken size söz düşmez" dercesine büyüyüp yerleştiği mekana yayılmış. Sanırım yanındaki parmak da ona hayran ki sol yana meyledip kolunu omzuna atmış, tırnağı da çarpılmış, yampiri yampiri bakıyor. "Bana bak" dedim, "kardeşinden biraz örnek alsana, o nasıl uslu, tertipli, kendine ait odasında sakin sakin oturuyor". "Ben abiyim bir kere" dedi, "zamanında her işte beni öne attınız, yok kapıdan çıkarken sağ ayağınla çık, yok topa sağ ayağınla vur, çocukken bile 'önümüze gelene bir tekme' oynarken önce benim sallamamı istediniz tekmeyi, ne bekliyordunuz, yıprandım işte, her şeyin sorumlusu sizsiniz, ötekini küçük diye kayırdınız". Haklıydı galiba sustum, daha fazla konuşmasın diye çoraplarımı giyip kitabıma döndüm.
Çınar budanınca boyu iyice küçüldü, yandan yandan sürgün veriyor ama nerede o eski hali, balkonun üstüne çardak gibi yayılışı. Budanması kuşlara yaradı, kesik gövdelerin üstünde dem çekip cilveleşiyor kumrular.
Antalya'da kumru popülasyonu çok yüksek. Özel olarak beslenmedikçe güvercine rastlanmıyor. Kimi zaman çınarın üstünde kabul günü yapıp hep bir ağızdan konuşuyorlar. Sokağımızın bir de ağası var, kara karga, kocaman bir şey. Her sabah mutlaka karşı apartmandaki, sahipleri köydeki evlerinde olan kapalı dairenin balkonunu ziyaret ediyor. Ne arıyor, ne yapıyor orada bilmiyorum ama mutlaka bir kolaçan ediyor balkonu. Belki bitki varsa onların tohumlarını falan yiyordur, ya da ordan burdan aparttığı öteberiyi saklıyordur sakin bulunca. Günün geri kalan kısmında ise sokakta turlayıp duruyor, arasıra çatılarda mola veriyor. Ağa karga, serçe, kumru nüfusunun dışında güzel ötüşlü bir kuşa da rastladım birkaç kez, şöyle bir şey:
Google'da arattım, ala sığırcık muhtemelen, değişik bir ötüşü var. Baharı balkonda yaşayınca floram da sınırlı kalıyor. Balkon çınarımızın dışında evin etrafında bir adet upuzun selvi, selvinin dibinde ona yetişmeye çalışan bir defne, ikinci kata yükselen bir çam var. Karşımızdaki yıkılması beklenen apartmanın bahçesinde portakal ve iki yeni dünya, yan tarafında yine iki çam ve çama dolanmış bir mor salkım, mor salkımın karşısında yeni farkettiğim bir Hint leylağı (tesbih ağacı), ön cepheden karşımızdaki binanın önünde 4-5 zeytin, sokağın sonuna doğru tepeleri görünen iki palmiye ve yeni bitirilen bir apartmanın mendil kadar bahçesine laf olsun diye dikilmiş bir muz ağacı ile sınırlı bir flora bu, hoş buna da şükür, bir çöl kadar boz sokaklar da var çünkü. Leylak yok haliyle, hatta şehirde yok, olanlar da pek uyuz, o yüzden her türden leylak demeti, aslı bulunamazsa fotoğrafı kabul olunur. Aşağıdaki bugün taze geldi, Ankara'dan kızkardeş yolladı, içim açıldı:
Flora ve fauna incelemem bitince Spotify'da "Plastic Ono Band"ı açtım, John Lennon ve Yoko Ono eşliğinde kitabıma döndüm. Bu albümü dinlerken okuduğum kitabın adı da manidardı: "Çocuklar İçin Bach" 😄
Nisan ayı festival ayarında geçiyor. İstanbul Festivali festival filmlerini online olarak evlerimize getirdi sağolsun. Normalde bulup izleyemeyeceğimiz ilginç filmleri 12 lira karşılığında izliyoruz. Neredeyse her güne bir film izledim. Bugünkü filme biletim olmadığı için alışkanlık bu ya boş durmayım diye Netflix'e başvurdum, canım şöyle sudan, neşeli bir film izlemek istedi, şunu buldum:
İtalya'da Vespa motorsikletlerin üretim sürecinden esinlenilmiş bir kurgu, kafa dağıtmalık, keyifli bir filmdi. Dün de yine Netflix'de son zamanların ödüle doymayan filmi Ercan Kesal'ın yapımcı, yönetmen, senarist ve başrol oyuncusu olarak yer aldığı "Nasipse Adayız"ı izleyip çok beğendim, oysa kitabını okurken çok sıkılmıştım.
Filmlere girersen bu yazı bitmeyecek. Bu gece Oscar töreni var, kırmızı halı olacak mı bilmiyorum, uykum kaçarsa izler, kırmızı halı varsa da bir yazı döşenirim. Şimdilik kalın sağlıcakla...
Hocam çocuklara arkadaşlarını/kardeşlerini örnek göstermek iyi bir şey değildir malum, keşke sol ayağı örnek göstermeseydiniz, şimdi inadına ondan farklı olmak için çabalamasın bir de sağ ayak :P Şaka bir yana okurken çok eğlendim :)
YanıtlaSilNasipse Adayız'ın kitabını da beğenmiştim ben. ama tabii filmi 1 günlük hızlandırılmış özet gibiydi ve Kesal bu hikayenin orijinalini yaşamış biri olarak duyguları izleyiciye geçirme konusunda bence çok başarılıydı.
Kargalar enteresan hayvanlar. bir ara benim sardunya saksılarımı kendi gizli hazine sandıkları olarak kullanıyorlardı. cevizler, ekmek kabukları falan...Bir gün bir balık kafası bulduğumda "allahım sana geliyorum" demiştim :P neyse ki sonra daha güzel bir yer buldular galiba, beni terk ettiler...
:)))) yorum yazayım diye geldim sizin ilk cümlenizi okuyup kahkaha attım!
SilAbajur ışığından tenim yanıyor deyince... Aklıma Almanların deve yüküyle para verip aldıkları D vitamin yayan lambaları geldi... :)) Kayınvalidede de var kullanıyor kış boyu. Bazen yüzü baya kırmızı kırmızı geliyor acaba hakikaten abajurdan mı yanıyor bu kadıncağız?!
YanıtlaSilBugün burası da çok güzel güneşli 15 derece, ödevi falan astık herşeyi bıraktık dışarlardayız. Çünkü yarın 10 günlük bir yağış süreci geliyormuş yeniden... Ahhhh bahar gel artık!