.

.
.

10 Ağustos 2020 Pazartesi

10 AĞUSTOS (UYKU GİDER, ANILAR GELİR)


Dün gece yine uyku tutmadı, koyun saymadım, zira saymakla bitmiyor, uykuya da etki etmiyor. Gündemi düşünsem hiç uyuyamayacağım, geçmişe daldım yine. Aklımın erdiği günlerden bu yana yaşadığım, abuk, saçma, komik, yakın plan dram, uzak plan komedi olayları düşündüm durdum, içlerinden dayıma kız istemeye gidişimizi seçtim. 

Küçük dayım; ailemizin en haşarı, en nev-i şahsına münhasır, en karizma, en erken giden elemanı. "Hızlı yaşadı, genç öldü, cesedi yakışıklı oldu" denir ya, aynı öyle işte. Aramızda 9 yıl vardı, dedemin erken yaşta ölümü üzerine daha da erken yaşta yalnız kalan anneanneme destek için dört yıl kadar aynı evde yaşadığımızdan dayı-yiğenden ziyade, abi-kardeş gibi bir ilişkimiz vardı ama sürekli didişen, kavga eden, yine de birbiri olmadan yapamayan abi-kardeş misali. Doğduğum gün hastaneye, annemi ziyarete elinde benim için bir paket çikolata ile gelen, kabak kafalı, esmer, kavruk bir oğlan. Dedemin öldüğü gün üzerinde cenazenin yattığı karyolaya bakan maviye boyalı kapının eşiğine yanyana oturup, onun babası için, benimse niye ağladığımı bilmeden döktüğümüz on iki ve üç yaş gözyaşları. O gözyaşlarından sonra dayım anneannemin indinde hiç büyümedi, hep "öksüz", hep "tırnak kadar et" olarak kaldı. Adam gelişip neredeyse bir seksen beş boya ulaşsa da anneannem onu tırnağının boyutunda, himayeye ve özel ilgiye muhtaç bir et parçası olarak görmekten vazgeçmedi. Dayım da bu ilginin hakkını hayatının her döneminde kadını ardından koşturarak verdi. Liseye başlayacağı zaman kolay yoldan meslek sahibi olsun diye Endüstri Meslek Lisesi'ne kaydını yaptırdı, o zamanlar Erkek Sanat Okulu idi adı, dayımı Yapı Meslek bölümüne kaydettirdiler. Müdürün adı Hüseyin Bezmez idi, dayım odadan çıkarken "Ben onu çabuk bezdiririm" dedi. İnsanın kendini bilmesi güzel şey aslında, açıldığı günden başlayarak sık sık kaçtı okuldan, muhtelif dolmuşlarda muavinlik yapmayı yapı meslek ustası olmaya tercih etti. İkinci sınıfa ulaşmayı başaramadan bıraktığı eğitimden ona "Teknik Resim" dersinde öğrendiği stille, çoğu zaman cetvel kullanarak yazdığı bir hattatınki kadar güzel yazısı kaldı. Anneannem tırnak boyutundaki öksüz oğlunu kimi zaman dualarla, kimi zaman beddualarla bir gölge gibi izledi. Sahiplerinin ne akla hizmet 16 yaşındaki ehliyetsiz bir çocuğa emanet ettikleri arabaların başına bir iş gelecek diye gecelerce uykusuz kaldı. Böyle günlerden birinde "Araba bozuldu, Karşıyaka'ya bırakıp geldim" diyerek gamsızca yatıp uyuyan dayımın yerine araç kurtarma operasyonu düzenledi. O gecenin erken sabahında pencereden gördüğümüz sahne ancak bir Fellini filminde olabilirdi; kaldırımın kenarında bir at arabası, at arabasının arkasına kalın bir urganla bağlanmış, o yılların dolmuşu kocaman bir steyşın vagon araç, kafası kasketli, eli kırbaçlı, pos bıyıklı at arabası sürücüsü ve yanında oturan başörtülü, pardösülü anneannem. Sabah namazı kalkıp "Elin arabasının başına bir iş gelir tenha yerde" diye arabayı dayımın bıraktığı yerde bulmuş ve at arabasına bağlatıp getirmişti. 

Tırnak boyutundaki öksüz onu daha çok üzecekti ama işte anneannemin ve hatta annemin yumuşak karnı idi o şeytan tüyüne sahip, kara gözlü, çapkın gülüşlü genç adam, dünyayı başlarına da yıksa dokunulmazlığı vardı, af vesikası anında yazılıyordu. 18 yaşına girdiği gün evde parti verdi, Mayısın ilk günü doğmuştu, ben dahil edilmedim haliyle ama çok eğlendiği belliydi, nisbet yapar gibi kolunu uzattı parti bitimi. Üzerinde o yılların dillerde dolaşan şarkısı, Adamo'nun seslendirdiği "Tombe La Neige"in kazılı olduğu gümüş bir bileklik vardı bileğinde. "Heer Yeerde Kar Vaar" diyerek uzaklaştı, çarpıcı tipine ve düzgün telaffuzlu, tok konuşma sesine  hiç uymayan karga gibi bir sesle söylüyordu şarkıyı. 

Aradan birkaç ay ya geçti ya geçmedi, bir gün anneannem pardösüsünün eteklerini uçurarak bize geldi. "Yandım ben, bittim ben, bir su verin uşaak, nideyim ben, nerelere gideyim ben" diye çırpınıyordu. Ödümüz koptu, meğer dayımın evlenesi gelmiş 😃 "Gidip bana kız isteyin" diye tutturmuş. Askere gitmemiş, işi yok, boyutu tırnak kadar, üstelik de öksüz ama evlenmek istiyor, ba ba ba ba... Bir süre "Divane aşık gibi dolaşırım yollarda" türküsü çalındı dayım dolaylarında, sonrasında el mahkum "he" dendi, çünkü "tırnak kadar", çünkü "öksüz". Meğer kız da dayımla yaşıtmış ama en azından o çalışıyormuş, PTT şehirlerarası serviste memure. Bir sonbahar akşamı toparlandık, giyindik, süslendik, anneannem yakası kürklü paltosunu giydi, krep eşarbını taktı, annem, babam, büyük dayım, yengem ve tabii ki bendeniz eşliğinde önden önden, elleri sinirli olduğu zamanlardaki gibi arkasında kenetli, bir yandan kendi kendine söylenerek yola düştü. "Ben şimdi derim ki, bu oğlanın işi yok, ben şimdi derim ki, bu oğlan askere gitmedi, ben şimdi derim ki, ben dul bir kadınım, oğlan evlendirecek durumum yok. Onlar da eşek değiller ya, vermezler kızı". Anneannemin hayalleri eşliğinde yürüme mesafesindeki kız evine vardık. 5 katlı bir apartmanın en üst katında bir daire, kapıyı çaldık. Dayım önde, bir elinde çiçek, bir elinde çikolata. Kapıyı orta yaşlarda, dinç bir adam açtı ve şöyle dedi: "Aaa Ünal, damat sen miydin?". Müstakbel gelin hanımın babası dayımın paraşüt okulundan çok sevdiği hocası çıktı iyi mi? Anneannem tarafından herkesin işitemeyeceği bir şıngırtı duyuldu, gelirken yolda kurduğu hayaller paramparça olmuştu. Kahkahalar eşliğinde buyur edildik. Kapının tam karşısına gelen duvarda devasa bir çerçeve içinde sonradan renklendirildiği belli bir portre fotoğraf asılıydı, dalga dalga saçları omuzlarına dökülen, sarışın, renkli gözlü, havalı bir kadın fotoğrafıydı bu. Sonradan öğrendik ki gelin hanımın kanserden ölen annesiymiş, bizi karşılayan orta yaşlı, esmer güzeli kadın ise üvey annesi. Gayet neşeli geçen bu kız isteme töreninde tabii ki anneannemin beklentisi yerine gelmedi, "Kız bizim değil, sizin dediler", anneannem deplasmanda yenilmiş bir takım ezikliğiyle döndü eve.

Zaman içinde alıştı, hatta sevdi bile aileyi, kendileri de yeni evli olan büyük dayımın evinde bir nişan töreni düzenlendi. Annemle halam öyle eğlendiler ki, bir şişe likörü içip galonlarca viski içmiş kadar sarhoş oldular. Bitince çok mahzun olup likör şişesini limon gibi sıkmaya kalktılar belki birkaç damla daha çıkar diye 😃Halamı bilmem ama annemi bir daha asla o kadar neşeli görmedim, likör bile olsa şişede durduğu gibi durmuyor haliyle 😃Nişanlılık süresince dünürlerin kocaman salonda yeni yıl kutlamalarına mı katılmadık, "Tık" (o yıllarda çok yaygın bir kağıt oyunu) partileri mi yapmadık, çay sofralarına mı oturmadık, hasılı anneannem gönülsüzdü ama aileye çabuk ısındı ve kendimizi alışık olmadığımız bir tatlı hayatın içinde buluverdik. Nişanlılar cephesinde ne olup bittiğindense haberimiz pek yoktu. Bir yaz günüydü, esmer güzeli üvey anne haber bile vermeden bize geldi. Elinde bir paket, meğer bizim toy nişanlılar kavga edip ayrılmaya karar vermişler, durumu iletmesi ise kadıncağıza düşmüş. Çok üzgündü, takıları ve diğer hediyeleri getirmiş ama dayımı çok sevdiği için ona alınan kumaşı anı olarak diktirip giymek istediğinden geri vermemek için iznimizi istiyordu. Dayımı herkes seviyordu ama o sadece bizi üzüyordu, garip bir çelişki. Evcilik oyunu bitmiş, geriye çekilen fotoğraflar, iade edilen hediyeler ve anılar kalmıştı. Yeni bir macera için de çok beklemeyeceğimiz kesindi 😃


13 yorum:

  1. bu hikayeyi parça parça dinlemiştim. bütünü çok çarpıcıymış. dayım işte :)

    YanıtlaSil
  2. Ya çok tatlı! Sanki şeytan tüyü de var bu dayıda :) yaramaz ama içi yemyeşil insanlardanmış işte.... Uykum kaçarsa ben de dayınızı düşünebilir miyim?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Buraya yazdıklarım ne ki :) Şeytan tüyünün hası vardı onda, tüyünü de alıp 55 yaşında gitti, saçma sapan bir şekilde hem de. Başkaları ne düşünürdü bilmiyorum ama benim için tam da dediğin gibiydi, çok yandım ardından. Ne zaman istersen düşünebilirsin, Ali Cengizkan'ın bir şiiri var, son iki dizesi şöyledir: "Dayım gül takardı gömleğinin yakasına/
      Seni görse, eminim, mutluluktan ağlardı" Ağlamazdı belki ama mutlu olacağı kesin :)

      Sil
  3. Keyifle okudum, sizin anılarınız benim için güzel bir hikaye tadındaydı... Aylin...

    YanıtlaSil
  4. güzel bir hikaye devamını bekleriz.

    YanıtlaSil
  5. Şahsına münhasır bir karaktermiş dayınız. Ama ben en çok anneanneye güldüm, kıyamam ne hazırmış halbuki vermeyeceklerine :)
    Sevgiler ♥

    YanıtlaSil
  6. Leylakcığım,
    Olanı biteni tüm kişilerin karakter özellikleriyle değerlendirerek anlatman, yaşananları çok daha canlı hale getiriyor ve hikayeyi cazip kılıyor. Ellerine sağlık. :)
    Olayın bu dünyadan göçmüş kahramanlarına gani gani rahmet olsun. Kalanlara esenlikler...

    YanıtlaSil
  7. çok keyifle okudum. Karakterleri ne güzel tasvir ediyorsunuz. devamını isteriz

    YanıtlaSil
  8. Yaa, yine ne güzel anlatmışsınız:) Ruhları şad olsun!

    YanıtlaSil
  9. Kaleminiz ne kadar yalın, temiz, kahramanların her biri başrol oyuncusu gibi. Hep yazın anılarınızı zevkle okuyorum öğretmenim.

    YanıtlaSil
  10. Keşke daha fazla dayı hikayesi okusak ne güzel olur.

    YanıtlaSil