.

.
.

4 Mayıs 2020 Pazartesi

4 MAYIS (KARANTİNA GÜNLERİ 44-MASA DA MASAYMIŞ HA!)

Geçen yaz başıydı, kadın balkona çıktı, gacırtılı sesler çıkararak beni duvara doğru iyice itekledi, güneşte dura dura boyaları kavlayan koltukları da üstüste dizip yanıbaşıma yerleştirdi ve yüzüme bile bakmadan kapıyı çekip içeri girdi, kilidin anahtar deliğinde dönen sesini duyduğum andan dört ay sonrasına kadar bir daha kimseyi görmedim. O süreçte güneş tepemizde parladı da parladı, kuruduk gazel olduk. Koltuklar temelli pullandı, benim benzim soldu. Yaprakları kenarlarından kurumaya yüz tutmuş, bezgin çınarla bakıştık durduk. O kendini yelleyip rahatladı, ben ayna misali güneşi yansıttım. Sonbahara doğru anahtarın sesini duyar gibi oldum, kulak kabarttım, evet evet kapı açılıyordu. Kadın dışarı çıktı, yine yüzüme bile bakmadı, çınara yöneldi. Halini hatırını sordu, birkaç kelam edip içeri girdi. Alındım. Sonra kova kova sular getirdi, boca etti üstümüze. "Oh be! Dünya varmış", kırılan kalbim suyu görünce onarıldı, ışıldadım, güldüm kadının yüzüne, lakin yine ilgilenmedi benimle, pullanmış koltukları da serinletip dizdi balkon demirine, "Off, yoruldum" diyerek içeri girdi. Gülümsemem ışıldayan yüzümde asılı kaldı.

Bir süre iyi gitti işler, üzerime bardaklar, tabaklar, tencereler, biralar, meyve suları, çerezler, yemekler kondu kondu kalktı, etrafıma gülen yüzler yerleşti, balkon şenlendi, umutlandım. Değerim anlaşıldı diye düşündüm ama çok sürmedi, kalabalık dağıldı, itibar azaldı. Çınar yapraklarını dökmeye, yağmur yağmaya başladı. Ve bir gün kadın yine balkona geldi, aynı gacırtıyla duvara doğru iteklendim, koltuklar vaziyet aldı, kapı kilitlendi ve yine uzun bir sessizlik ve ıssızlık. Bu kez güneş de pek eşlik etmedi yalnızlığıma, daha çok yağmur ve rüzgar vardı. Giysilerinden soyunmuş çınarla birlikte yağmurda ıslandık, rüzgarla üşüdük. Niye bu kadar yalnız kalıyoruz, şaştık durduk. 

Çok değil 2,5 ay önceydi, bahardan çalınmış güneşli bir gün anahtar yine kilitte döndü, "Of!" dedi kadın, "kuşlar batırmış burayı". Bir kelam daha etmeden girdi içeri, kovalar, fırçalarla geri döndü. Üzerime "şarr!" diye boşalan suyla ürperdim, "çok kirlenmiş çok" dedi kadın, fırçaladı eni konu, normalde bu kadar fırçalanmaya kızarmam gerekirdi ama doğuştan albinoydum, renk değiştiremiyordum. Kadın temizlendiğime kanaat getirince aynı işlemi koltuklara da yapıp söylenerek kuşların atıklarını silip yıkadı, yine aynı oflamayla "Yoruldum yahu" diyerek girdi içeri. Çabuk yoruluyor aslında bu kadın, bir kan tahlili yaptırıp demir düzeyini ölçtürse iyi olur. Suratsızlığı da ondandır belki. Bir ay kadar kimse uğramadı yanıma. Sonra mucize gibi bir şey oldu, tam çınar yapraklanmış, havada polenler uçuşmaya başlamış, güneş cılız da olsa ışıklarını yeryüzüne göndermekte iken rutubetle şişen kapı zorlanarak açıldı. Önce kadın, arkadan adam balkona çıktı. "Buraları güzelce temizleyelim, otururuz. Artık bizim gezmelerimiz balkonla sınırlı olacak" dedi kadın ve su getirmek için içeri girdi. Her ikisi de hummalı bir biçimde balkonu ve akabinde bizi pakladılar. Çınarla birbirimize bakakaldık. "Sence ne oldu?" dedi çınar, "Anlamadım valla" diye cevapladım. Bir süre sonra anladık, çınara rüzgar fısıldamış, "Corona" diye bir şey varmış, virüs denen şey neyse ondanmış. İnsanlara bulaşıp hasta ediyormuş, hatta bazen öldürebiliyormuş. O yüzden insanların bir kısmına evden çıkmayı yasaklamışlar, geri kalanlara da mümkün olduğu kadar az çıkın demişler. "Acaba bize de bulaşır mı?" diye korkmadım desem yalan olur, çınarı da endişelendirdim, neyse dedikoducu rüzgara sordu, bizlere bulaşmadığını öğrendik de rahatladık. Ve inanmayacaksınız ama birdenbire itibarımız arttı. Çınara lafım yok, o zaten kadının gözdesiydi ama bana da yakınlık göstermeye başladı, yıkadı, kötü kokulu bir sıvıyla sildi, normalde çok seyrek yanıma gelirken neredeyse günün yarısını yanımda geçirir oldu. Çaylara, kahvelere, keklere, kimi zaman yemeklere evsahipliği yaptım. Kitaplarını, telefonlarını, tabletlerini koydular üstüme, pullanmış demeden koltukları yanaştırdılar yamacıma. Kadın dirseğini dayadı, elini okşar gibi gezdirdi yüzeyimde. Şefkatinden gözlerim doldu. Kimi zaman koca koca poşetler yığdılar üstüme, portakal, limon, soğan, sarmısak kokladım. Sebzeler, meyveler güneşe kavuştu sayemde, coronayı birlikte defettik üzerlerinden. Kadın arada bir sabunlu su dolu bir tasla gelip ne varsa gıcır gıcır sildi. İşini bitirince beni de o kokulu şeylerle pakladı. Yüzü pek gülmese de benimle olan ilişkisinden mutluyum, sanırım bir süre daha böyle gidecek, bazı günler çıt çıkmıyor ortalıktan, sadece kuş sesleri, bir de kadının kitap okurken çevirdiği sayfanın sesleri duyuluyor. Herkes endişeli ama ben mutluyum, bugüne kadar olmadığınca itibar görmekteyim. Önümüz yaz, kadınla adam kapıyı kilitleyip gidemeyecekler gibi geliyor, rüzgarın fısıldadığına göre seyahat de yasaklanmış. Daha çoook beraberiz bu gidişle...


Not: Bugünkü blog yazısının ilhamını Uçan Süpürge Film Festivali verdi. "Eşyalar Dile Gelince" adıyla bir atölye yapacaklarmış. Ben de kendi atölyemi blogumda yapayım dedim.

4 yorum:

  1. Harikasın Leylakcığım! :))
    Karantinanın kırkı çıktıktan sonra bu yazının gelmesine çok sevindim. Eski Leylak geri döndü, ne güzel! Mutlu oldum inan. Artık üzerimize serpilen karantina toprağını atmamız gerekiyor, bence.

    YanıtlaSil
  2. Sağol Ekmekcim 😍 artık biraz çeki düzen versek kendimize iyi olacak. Seni mutlu ettiysem ben de mutluyum

    YanıtlaSil
  3. Yazının sonunda dek o mu bu mu diye diye geldim. :) Çok sevdim, elinize sağlık.

    YanıtlaSil