.

.
.

3 Nisan 2018 Salı

MART OKUMALARI

Yılın en bitmeyen, en sıkıcı ayı da geçip gitti işte. Gerçi bu yıl o sürpriz soğuklarını yapıp kazma, kürek yaktırmadı, pek şükela bir bahar havası sundu bizlere ama alışmış kudurmuştan beterdir derler ya, sevemiyorum arkadaşı bir türlü. Alıştığım standartlara yakın bir okuma sayım oldu Mart içinde 9 kitapla ama daha fazla olabilir miydi, pekala olurdu. Biraz ağırdan aldım sanki bu ay. Her neyse gelelim neler okuduğuma:


-Fantastik edebiyata fazla bir ilgim olmaması nedeniyle geç tanıştığım ama çok sevdiğim Ursula K. Le Guin'in ölümünden az önce çıkan şiir kitabı "Tanrı Kuşlarıyla Buluşmak" ile başladım Mart ayına. Çok güzel bir isim ve kapakla çıkmış piyasaya kitap, zaten kapağına vurulup aldım. Yoksa yabancı dildeki şiirlerin çoğundaki musiki de, anlam da tercümeyle kayboluyor. Elbette istisnaları var, bu kitapta da birkaç şiir beni çok etkiledi ama onun dışında kendi dilinden okuyabilmeyi tercih ederdim. Yine de Ursula'ya (Okurun bir yazara ön adıyla seslenebilmesi ve bunun yadırganmaması ne güzel bir duygu) son bir selam yollama açısından anlamlı oldu. 


-Epeyce zaman önce rastgele bir seçimle okumuştum John Kennedy Toole'nin "Neon Işıklı İncil"ini. Açıkçası onca yıldan sonra pek bir şey de kalmadı aklımda okuduklarımdan. "Alıklar Birliği" yazarın sağlığında bastıramadığı, bu durumun da genç yaşında intihar etme sebeplerinin başında geldiği kitabı imiş. İri yarı, aksi, obur, tembel, hoşnutsuz, tuhaf bir kahramanı var kitabın, İgnatius. En ufak bir yakınlık kuramadan, gayet itici duygularla okuttu kitabı bana. Aslında orda burda karşıma çıkan yorumlarda kitabın pek çok kişi tarafından sevildiğini okudum ama aykırı olan ben miyim, yoksa zevkler ve renkler tartışılmaz mı bilemedim, ben kitaptan hiç hoşlanmadım. Ignatius'u sevenlerine ve bir dolap dolusu yiyeceğe bağışlıyorum :)


-Zorla bitirilen bir üstteki kitaptan sonra ilaç gibi geldi Doris Lessing'in "Büyükanneler"i. Hepsi birbirinden güzel dört kısa romandan oluşuyor kitap. Her birini ayrı ayrı sevdim. Doris Lessing okumalarım devam edecek.


-Oya Baydar bugüne kadar yayınlanmış tüm külliyatını okuduğum ve pek çoğunu sevdiğim bir yazar. Son kitabı "Yolun Sonundaki Ev"i hevesle aldım, kapak da üzerindeki mor salkım ile özellikle benim için çok ağız sulandırıcı idi. Bir ülkenin 100 yıllık tarihi bir ev ve oranın sakinleri aracılığıyla konu edilmiş, Türkiye'nin geçmiş ve günümüz gündeminde ne varsa kahramanlar aracılığı ile kitaba sığmaya çalışmış, bu biraz yoruyor  ama onun dışında iyi bir okuma sayılır. Hele başlangıçtaki komşuluk ilişkileri bana çocukluğumu ve kendi kitabımda yazdıklarımı hatırlattı. Oya Baydar'ın külliyatını okuyanlar "Oma" karakterinde kendisinden yoğun izler bulacaktır...


-"Kardinal Kuşu" Ayizi Yayınevi'nin raflara yolladığı son kitap, yazarı Ülkü Günay aynı zamanda bir ressam. Kitapta bir karı-koca öyküsü var, her zamanki gibi baskın bir erkek, sonunda dayanamayıp pes eden bir kadın, dışardan pek güzel görünen aksak bir evlilik. Kardinal Kuşu ismi kitapta da geçtiği üzere kadının kızıla boyadığı saçlarından dolayı kocasının taktığı lakaptan dolayı mı, yoksa şaşkın kardinal kuşunun kendi gibi kırmızı balıkları yavrusu sanıp ağzında getirdiği yemlerle beslemesinden mi, belirsiz. okuyucu karar verecek...


-Daha önce "İmza Kızın", "İmza Ben" gibi, benim de katkımın olduğu kitapları hazırlayan ekibin çabalarıyla hazırlanmış  yine bir kolektif kitap "Bir Arkadaşın Başına Gelmiş". 99 kadın aslında kendi başlarından geçen olayları arkadaşlarının başına gelmiş gibi anlatmışlar, isimler gizli, daha doğrusu karışık bir liste ile sonda verilmiş. Kitabın en önemli özelliği gelirinin "Kansersiz Yaşam" derneğine bağışlanacak olması. Bu nedenle bile tavsiye edilir...


-"İstanbul Yolcuları" uzun zaman önce aldığım ve sıranın ancak geldiği bir kitap oldu, kısmetinde kuaförde başlanmak varmış. Bir mübadele öyküsü, gerçi buradaki aile zorunlu göçe tabii tutulmuyor, kendi rızalarıyla gidiyorlar yurtdışına ama memleket özlemi yakalarını bırakmıyor. Yıllar sonra Türkiye'den çok küçük yaşta ayrılan kızları Esther Heboyan anne-babasının anısını yaşatmak adına İstanbul'da geçen zamanlarını öyküleştiriyor. Tüm mübadele ve göç öyküleri gibi hüzünlü, yer yer de yüzde gülümsemeler yaratan bir kitap...


-Can Gürses'in ilk kitabı "En Güzel Günlerini Demek Bensiz Yaşadın"ı çok severek okumuştum, ikinci kitabı "Kırık Beyaz" ilkinin uyandırdığı duyguları ne yazık ki uyandıramadı. Bir şans daha verip ilginç olduğunu düşündüğüm "Ölüyordum, Geçerken Uğradım"ı satın aldım. Uzun soluklu bir Türkiye tarihi var kitapta, ilginç bir kurgu ile verilmiş. Birbirine çok aşık iki çiftin bir günleri 10 yıllık bir süreçmiş gibi ele alınmış ve bu süreç ülkenin tarihine paralel olaylarla bezenmiş. Çok emek verilmiş ve ciddi anlamda araştırılarak yazılmış bir kitap ama ne yazık ki beni biraz zorladı. Kitaptaki hiçbir duygu bana geçmedi, kahramanları sevemedim, belki de kitaptaki ülke tarihine damga vurmuş olayları defalarca okuduğum için bıkkınlık yarattı. Hasılı zorlanarak bitirdim kitabı. Fakat çok emek verilmiş ve muhtemel ki özellikle de gençlerin ilgisini ülke tarihi açısından çekecektir. Yolu açık olsun diyorum...


-"Dünyadan Aşağı", Gaye Boralıoğlu ile tanışma kitabım oldu. İşinde, eşinde, ilişkilerinde hep başarısız, hep kaybeden Hilmi Aydın'ın öyküsü, bir nevi yüzyıllar süren baba-oğlu çelişkisinin dillendirilmesi. Güzel ve akıcı bir dili var yazarın. Hilmi Aydın'dan yer yer nefret etseniz de kitap sizi sürüklüyor...

Bu aylık bu kadar. Ne diyelim, daha nicelerine diyelim...

7 yorum:

  1. Bir yazarın ilk kitabı yada okunan bir kitabını çok beğenince bazen hemen alıp bir başka kitabını okumak istiyorum ama genelde hayal kırıklığına uğruyorum. Şöyle bir karar verdim, ikinci kitabı için uzuuun bir zaman bırakacağım. Biraz unutayım tarzını yazdıklarını. En azından ilkinden aldığım lezzeti zedelemez diye düşünmekteyim . Gözümden kaçmış olabilir Stiller / max Frisch okudun mu ? Çok övgü alan bir kitap, alıp almamakta tereddütteyim de , fikrini alayım dedim. Sevgiler , iyi okumalar .

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet, aynı yanılgıya çok düştüm ben ve inatla sürdürdüm yanılmayı. Artık akıllandım, yarısından sonra hala kitabın içine giremediysem yallah rafa, okumayacağım. Hatta artık almayacağım da, kafamın içi çöplük gibi oldu.
      Stiller'i okumadım, hatta hiç Max Frisch okumadım. Çok övgü alan kitaplara karşı da mesafeliyim aslında ama bu iyi olabilir.
      Benden de çok sevgiler...

      Sil
  2. Her kitap insana bir şey öğretir. İnsan öğrendikleriyle de içselleştirdiği zaman okuduğundan feyzalmış demektir. Kitap insanı olgunlaştıran terbiyevi bir rehabilitasyondur. Okudukça hakikate bir adım daha yaklaşıyoruz. Bir damlanın damlanın arza düşmesi, derelerden, çaylardan, ırmaklardan geçip ummana karışması gerçek özgürlüğü kavuşmasıdır. Ne mutlu hakikat yolunda göğüs gerenlere. Birylik ve beraberlik içinde kendini yeniden bulanlara...

    YanıtlaSil
  3. İgnatius o kadar tanidik ki kendime okurken iste idolum dedigim anlar cok oldu. Barthelby’den aldigim keyfin uzun surelisi diye dusunurum hep. Yazarin ilk kitabini okumamistim hatta bu kitabini one and only saniyordum. Bir ara bakayim oburune de. Bir genelleme olarak Pulitzer odullu kitaplari begendigim kanisina vardim. İstisnalar vardi tabii. Yine de Doris Lessing tercihim. Ama bu kitap da bana ayri bir tat ve eglence sanki. Diger kitaplar hakkinda ayni gorusu paylasiyoruz ��

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kune zaten okurken hep seni düşündüm. Benim için belki de doğru zaman değildi, bir türlü giremedim kitabın içine, yüzeysel bir okuma oldu.
      "Neon Işıklı incil"i piyasada bulamazsan yollayabilirim sana, bilgin olsun.
      Mayıs sonu bir istanbul planımız var, becerebilirsek imza-söyleşi de yapmayı düşünüyoruz. o olmasa bile bir şekilde görüşelim. Sevgiler...

      Sil
  4. En kısa zamanda bir Oya Baydar kitabı edinmek istiyorum. Keyifli okumalar...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Okumalısınız bence de, güzeldir kitapları. "Sıcak Külleri Kaldı" ve "Erguvan Kapısı" en sevdiklerimdendir.
      Teşekkürler...

      Sil