Dört yıldır devam eden kızkardeşle seyahat geleneğimizi bu sene de Cevriye'nin tüm engellemelerine rağmen yerine getirdik şükür. Hatay'ı tercih etme sebebimiz hem şehri merak etmemiz, hem de orada yaşayan bir arkadaşımızın ısrarlı çağrısı idi. Geçtiğimiz Pazartesi günü saat 16.00 da bindiğimiz uçaktan 17.15'de Hatay Havalimanına indik. Uçaktaki ön hazırlıklardan sonra uçuş 55 dakika sürüyor. Uçaktan çektiğim aşağıdaki fotoğrafta rüzgar türbinlerine rastlayınca sevinmiştim, kendilerine muhabbetim çoktur. Meğerse Hatay sınırları içinde bunlardan çok daha fazlasını görecekmişim ve yakından gördüğümde de fena halde ürkecekmişim, neyse o bir dahaki yazının konusu:
Bizi havaalanından arkadaşımız aldı, valizlerimizi önceden yer ayırttığımız Öğretmenevi'ne bıraktık, üstümüzü değiştirdik ve şehri keşfetmek üzere yola düştük. Şehri anlatmadan önce Öğretmenevi hakkında biraz bilgi vermek istiyorum. Farklı şehirlerde farklı öğretmenevlerinde kaldım. Kimi çok bakımsızdı, kiminin personeli çok gevşek ve kendini bilmezdi, kimisi çok gürültülüydü, kimisinde sinekten delirme aşamasına gelmiştik. Kimi kapılarını erkenden kapatıyor, geceleyin döndüğümüzde kapı yumruklamak zorunda kalıyor, üstelik personelin hesap soran bakışlarına muhatap oluyorduk. Hatay Öğretmenevi çok konforlu değildi belki ama temiz ve düzenliydi, personel ölçülü ve yardımseverdi, ağaçlar ve çiçekler içinde hoş bir bahçesi, oldukça hesaplı çay-kahve vb içecek servisi vardı, şehir merkezine yakındı ve yatak fiyatına dahil, şaşırtıcı derecede zengin ve yöresel bir kahvaltı servisi sunuyordu.
Hatay'daki ilk durağımız Harbiye oldu. Hem okuduğum Ayla Kutlu romanlarından, hem yola çıkmadan önce internette yaptığım araştırmadan Harbiye'nin şelaleleri hakkında çok şey okumuştum. Kafamda nasıl canlandırdıysam artık görünce şaşırdım. Hataylılar alınmasın ama Antalya'dan gelmenin, Kurşunlu, Manavgat ve Düden şelalelerini bilmenin yarattığı bir şaşkınlık ve hayal kırıklığı oldu bu. Tamam her yerden sular akıyor ama şelaleler aşağıdaki gibi:
Muhtemelen çarpık kentleşme suların azalmasına neden olmuş, yine de sulak ve yeşillik bir bölge. Zaten ertesi gün Asi nehrini görünce Harbiye şelaleleri için düşündüğümden utanacağım. Defne kokuları arasında dolaşmaya başladık, kafamın içinde Ayla Kutlu öyküleri nereye bakacağımı şaşırdım. Aşağıdaki arkadaş bize Harbiye taşı olduğunu ve uğur getirdiğini iddia ettiği bir kolye sattı:
Acıktığımızı farkedince suların içine kurulmuş restoranlardan birine yerleştik, ortalık restoran kaynıyor zaten, hangisine oturduğumuzun adını veremeyeceğim, bakmamışım zira, arkadaşımız önerdi, biz de sözünü dinledik.
Bir an suya yerleştirilmiş masalardan birine oturup ayaklarımızı suya sokmayı düşündük ama su fazlasıyla soğuktu, cesaret edemedik. Yine de yemeği beklerken gidip cıpcıplamayı ihmal etmedik.
Ana yemek olarak kağıt kebabı istedik. Et yemeklerine, kebaplara ve şerbetli tatlılara fazla düşkünlüğümüz yoktur kardeşimin de, benim de o yüzden gitmeden önce onca övgüsünü duyduğumuz Hatay mutfağının çoğunlukla mezelerine itibar ettik. Ancak gelen kağıt kebabı hafif ve güzeldi. Yemekler ayrı bir yazının konusu olsun, ben şimdilik görüp gezdiğimi anlatayım, yiyip içtiğim sona kalsın.
Yemek sonrası yaptığımız yürüyüşün ardından şehre geri döndük. Yine internet kaynaklı ders çalışmalarımdan öğrendiğim Affan Kahvesi'ne gitmek istedik. Arkadaşımız sağolsun bir dediğimizi iki etmiyordu, götürdü hemen bizi ve Antakya'ya özgü bir tatlı olan "Haytalı" yedik. Mekan çok güzel, tarihi bir binada yer alıyor, ön tarafı kahvehane, arka bahçesi ise aile salonu olarak hizmet veriyor. Çardak altı silme sarmaşıkla kaplı, yeşillik, keyifli bir mekan. Daha sonra gündüz çektiğim fotoğraflarını da koyacağım:
"Haytalı"ya gelince, bir çeşit su muhallebisi, Arap kökenli bir tatlı imiş. Mısır nişastası ile pişirilen muhallebinin üstüne gülsuyu dökülüyor ve özel hazırlanan iki top dondurma ile servis ediliyorL:
Kullanılan kaşıklar da özel, değişik bir dizaynı var ama yerken biraz zorluyor insanı. Kızkardeş çok sevdi, ben yarım bıraktım, damak tadıma uymadı. Ama ortamı ve servisi çok sevdiğimiz için 2 gün sonra tekrar gittik, kızkardeş yine haytalı yedi, ben süvari kahve içtim. "O ne?" derseniz Antakya'da kahve istediniz mi "Süvari mi, fincan mı?" diye soruyorlar. Süvari derseniz kahveniz çay bardağında geliyor, zaten kahve de biraz acı, çifte kavrulmuş kahve Antakya'ya özel.
Tatlımızı da yedikten sonra uykumuz gelmeye başlamıştı, Antakya'da ilk günümüzü böylece bitirip ertesi günü Samandağı'na gitmek üzere Öğretmenevi'ne döndük.
Hatay'a gitmişliğim var. Değişik bir havası var oranın. Farklı kültürlerin kaynaşma noktası gibi.Güzel yer,sevmiştim.:)
YanıtlaSilAynen öyle, biz de çok sevdik.
SilÇok güzel görüntüler.Farklı kültürleri tanıtıyorsunuz.Teşekkürler.
YanıtlaSilRica ederim, faydam olduysa ne mutlu bana...
SilNe ara yazdınız? Hızınıza maşallah Leylak Dalı:) Hatay'ı görmedim henüz. Belli ki bu yazı dizisi iyi bir rehber olacak.
YanıtlaSilEpeydir ara verdim ya, gezi gaza getirdi :)
SilHaytalı'yı beğenmedim yiyemedim ama mekana bayıldım bahçede oturmuştuk ama her tarafını fotoğrafladımdı anılar depreşti şimdi görünce :-D Ne güzel bir gezi olmuş
YanıtlaSil