Sabahın köründe kalktık, daha kargalar bırak kahvaltı yapmayı, uykudan bile uyanmamışlardı, düştük yollara. Halledilmesi gereken çok da zor olmayan bir başvuru işimiz vardı ve iki gündür bunun için gereken belgeleri temin etmekle uğraşıyorduk. Bir belge üzerinde düzeltme yapılması gerekiyordu ve bu kadar basit bir eylem için 10 kadar evrak, herbirimizin artistik vesikalıkları, nüfus kağıtları, onların fotokopileri olan bir dosyayı yüklenip metroya yerleştik. Tam karşıma iki adam gelip oturdu, biri yol boyunca hiç susmadan konuştu, diğeri "artık sussa da birazcık kestirsem" bakışlarıyla onu izledi. Çok konuşanın dediğine göre çalıştığı yerde çok "sebahatlı" (sebatlı demek istiyor) bir adam varmış. "Sebahatlı adam"a için için gülerken başıma geleceklerin farkında değilmişim, meğerse günün sebahatlisi ben olacakmışım. Vagondaki kalabalıkta kitap okuyan üç kişi vardı, üçü de kadındı. Biri Canan Tan'ın "İz"ini, biri Marquez'in "Yüzyıllık Yalnızlık"ını, bir diğeri de "Aklını Kullan" isimli kişisel gelişim kitabını okuyordu. Onları izlerken ineceğimiz durağa gelmiştik, atladık metrodan ve "sebahatımızın" sınanacağı devlet dairesine geldik, zaten 2 gündür ön hazırlık için gidip geliyorduk, alışkın olduğumuz için otomatik pilota bağladık, ayaklarımız bizi götürdü. Numaratörden sıra numaramızı aldık, koltuklara yerleştik ve numaramızın ışığının yanmasını beklemeye başladık. Başlangıçta her şey iyi gidiyor gibiydi, 15 dakika oldu olmadı çağrıldık, evraklarımızı verdik, ne istediğimizi söyledik, başvurumuz alındı ve işlemimiz tamamlanınca cep telefonumuza mesaj geleceği söylendi. Gidip bir pastaneye oturduk, ayçöreği, su böreği yedik, çay içtik kahvaltımızı yaptık, yetmedi bir de kahve içtik. Baktık vakit geçmiyor yürüyüşe karar verdik, o da yetmedi o semtte oturan bir arkadaşı ziyaret ettik. Öğle tatili bitmek üzereyken telefonuma mesaj geldi, sevinerek açtığım mesajda belgelerimde eksiklik olduğu ve hemen gelmem gerektiği yazıyordu. Akabinde gelende ise eksik belgemin ne olduğu belirtilip resmi mesaj "selamlar" diyerek bitiriliyordu. "Kestane kebap acele cevap" şeklinde bir üçüncü mesaj bekledim ama gelmedi kader utansın. Apar topar düştük yola, gecikmeyelim diye çok da uzak olmayan mesafe için otobüse bindik. Tam öğle tatili bitiminde ilgili birimdeydik. Numaramızı yetkiliye verip derdimizi anlattık, bizimle ilgilenen görevlinin Cuma namazında olduğunu ve beklememiz gerektiğini söyledi. Bekledik, bekledik, bekledik ve yine bekledik. En sonunda görevliye gidip arkadaşın geçmiş bütün namazlarının kazalarını da mı kıldığını sorduk, meğer az önce gelmiş, sormasak daha bekleyecektik. Az sonra teşrif etti ve eksik belgemi tamamlamamı istedi. İstediği belgenin kanun gereği benim durumuma uymadığını ve getirmeyeceğimi, istiyorsa dosyada buna dair şerh bulunduğunu, bakmasını söyledim ama kim dinler. Israrla hemen yandaki acentaya gidip belgeyi alıp gelmemi söyledi (belge para karşılığı alınıyor). Ben ısrar ettim o ısrar etti, sonunda pes ettim, dosyadan o belgeyi almam için gerekli evrakı getirmeye gitti. 15 dakika kadar bekleyip tam avaz avaz bağırmak üzereyken işlemi tamamladığını, belgeyi almama gerek olmadığını söyleyerek geldi. Belli ki bahsettiğim şerhi dosyada görmüştü. İşlem bitince telefonuma mesaj geleceğini ve bankaya belirtilen harcı yatırıp verilen randevu saatinde hazır bulunmamı buyurdu ve gitti. Az bekledik, uz bekledik telefonda tıs yok, bu arada şarjım son nefesini vermek üzere, gelen çağrıları anında engelliyorum. Sıkıldım havasız yerde beklemekten, bahçedeki büfeye çay içmeye çıktık.
Bakmayın bu allı-güllü görünüme o çayı içerken stresten çıldırmak üzereydim. Neyse tam çay bitti, az dolaşalım bari derken mesaj geldi, hediyesi 300 lira civarında bir harcı bankaya yatırmam emredildi. Emir büyük yerden tabii, gidip yatırdık bankamatiğe, çünkü bankalar içerden kabul etmiyorlar. O da epey vakit aldı, bu arada 20 dakika sonrası için randevu mesajı gelmişti. Kardeşim ve oğlumu imza atmaları için çağırıp harıl harıl taksi aramaya başladım geri dönmek için, ilaç için tek bir taksi bulamadık. Derken bir dolmuş geldi, baktık gideceğimiz yerin adı yazıyor üstünde, atladık hemen ama şoför bizi 1 km ötede indirdi. Yokuş yukarı kan ter içinde tırmanıp 5 dakika gecikmeli ulaştık ama ortada ne görevli var ne ilgilenen. Lütfedik telefonla çağırdılar bulunduğu yerden, gelmesi yarım saati geçti ve zafer kazanmış bir edayla evraklarımızı teslim etti. Ve farkettik ki bizim işlemden yasa gereği hiçbir harç ya da benzeri ücret alınmaması gerekiyormuş, yani ben o 300 liraya yakın parayı haybeye yatırmışım bankaya. Müdür, müdür yardımcısı, görevli derken itirazlarımız karşısında elime banka dekontlarının eklendiği bir yazı verip beni parayı geri almam için bankaya geri yolladılar. Tabii ki banka ödeme yapmadı, bizi ilgilendirmez dedi, yetkilinin telefonu üzerine bir şeyler denedilerse de sonuç alınmadı, hasılı yorgunluk+stres+sinir bozukluğu+personel gevşekliği+boşyere ödenmiş 300 lirayı yanıma kâr alarak döndüm eve. Ama yok öyle haftabaşı gidip başlarına ekşiyeceğim, paramı söke söke alacağım geri.
Bu dehşetengiz bürokrasi maceramdan bıkmadıysanız Kitap Meydan Okuması'nın 12. sorusunu da cevaplayıvereyim elim değmişken:
12- Hem sevip, hem nefret ettiğiniz kitap (lar):
Düşündüm önce saçma geldi, sonra hatırladım. Oğlum bebekken oldukça hareketliydi ve çok yoğun bir çalışma hayatım vardı, kendim için özel bir şey yapabilmem mümkün değildi, tek yapabildiğim onu ayağımda sallarken okumaktı. Kitapçıya bile gidecek zamanım olmadığı-zaten o yılların Antalya'sında doğu dürüst bir kitapçı da bulunmadığı-için evdeki kitapları 2. parti elden geçirmiş sonrasında da gazete bayiinden aldığım cep tipi beyaz dizi romanlarına dadanmıştım. Günde iki tane kadar okuyup çöpe atıyordum.
Okurken sakinleşiyor, kafamı dağıtıyordum ama biter bitmez ben bu salak şeyleri niye okuyorum diye hem kitaptan hem kendimden nefret ediyordum. Neyse ki oğlum biraz büyüyüp sakinleşti, çalışma hayatım biraz rahatladı da beyaz dizilere ebediyen veda ettim.
Böyleyken böyle, Pazartesi günü para geri alma meydan savaşında desteğinize ihtiyacım var, haydi hep beraber tekrar edelim: "Leylağın parasını geri ödemeyen kuruyup çalıya dönsün" :)
Bak şimdi.. hem de bu kitap.. Ben basılı bir şeyi atamadığımdan bir yerlerde duruyordur :) Kim ne derse desin Beyaz Diziler iyidir bazen. Kafa yormaz, nerede kaldığın sıkıntı olmaz, otobüste file torbada unutsan hiç umurun olmaz bir şey katmaz ama hoş vakit geçirtir bir süreliğine. Laf aramızda yazarlarının çoğu da Türk biliyor musun? Çok eğleniyorum markette adının ingilizcesini gördüğümde. Hatta itiraf edeyim alıp biriktiriyorum kitaplarını. Bi düşün bul bakalım kim olabilir yabancı isimli Türk yazar? Ben söylemem çünkü sözüm var!
YanıtlaSilAklıma Selim İleri geldi, o mu ki :)
SilLeylağı kızdırmasınlar :) Hiç sevmiyorum böyle işleri. Ve ne yazık ki ülkede böyle bir şey yaşamamak neredeyse imkansız. Herkes bir defa en az sınanıyor.
YanıtlaSilBen de bayılırım bu kitapları okumaya..gerçekten benim de kafamı dağıtıyor ama fazlası zarar çünki oradaki aşklara özenme olabilir :))) ben de ara ara alrım hatta numaralarına göre alırım hani aynı kitabı tekrar almayayım diye..
YanıtlaSilAy gözümün önüne geldin oğlanı ayağında sallar, iki beyaz dizi okuyup çöpe atarken <3
YanıtlaSilPazartesi destek lazımsa geleyim ben.
Leylağın parasını vermeyen parasını alamasın mı desem , bilemedim :) Kolay gelsin.
YanıtlaSilLeylağın parasını geri ödemeyen kuruyup çalıya dönsün!!!
YanıtlaSil