.

.
.

13 Haziran 2009 Cumartesi

MACUNCUUUUU!..

Kale Festivaline gittiğimizde arkadaşım buluşma yerine geldiği zaman küçük oğlunun elinde uzunca bir tahta sapa dolanmış rengarenk macun vardı, kale girişinde festival nedeniyle dağıtmışlar, belki bize de düşer dedik ama hayal kırıklığı, geç kalmışız.
Macun; çocukluğumun rengarenk gözdesi... Hala bir düştür benim için, tadına ve rengine doyamadığım. Hep aynı macuncu geçerdi, yaz günleri mahalleden. Galvanizli sacdan yapılmış, içi yedi-sekiz üçgen parçaya bölünmüş, konik kapağının üstünde halka şeklinde bir tutamağı olan yuvarlak tepsisi başının üstünde, tepsiyi koymaya yarayan, portatif tahta ayaklığı sağ omzunda, genellikle öğleden sonraları, “Macuncuuuu” diye seslenerek gelir, oyun oynadığımız alana, aramıza sokulurdu. Bizimle hiç ilgilenmiyormuş gibi yapar, ayaklığını kurar, tepsisini yerleştirirdi. Satın almamız için özel bir girişimde bulunmazdı. Biliyordu ki kapağı açtığı anda ortaya çıkacak görüntü hepimizin aklını başından almaya yetecektir. Oyun bir anda kesilir, cezbeye tutulmuş gibi macun tablasının başına yönelirdik. Hangisini anlatsam, kırmızının parlaklığını mı, sarının ışıltısını mı, yeşilin tazeliğini mi? Kapak değil, bir gökkuşağıydı önümüzde açılan, sanki eğilip tablanın altından geçsek, cinsiyet değiştiriverecektik. Bir müddet sessizce, huşu içinde seyrederdik, derken en acelecimizin sesi bizi kendimize getirirdi: “Anneeeee! Para at macun alcam.” Anneler pek yüz vermezdi bu seslenişlere, nadiren atılırdı paralar. Parayı alabilen şanslılar tepsinin başına geçer, ağızlarının suyu aka aka beklerlerdi. Aceleye getirmezdi işi macuncu, malum, her şeyin bir raconu vardır. Önce yontulmuş tahta çubuklardan birini sol eline alır, sağ elinde tuttuğu tornavidayla, her renkli üçgene bir kez dalar, fazla kaçmamasına özen göstererek aldığı macunları çubuğa dolardı. Havada bir kez çevirerek sabırsızlıkla bekleyen çocuğa sunar, sıradakine geçerdi. Biz para koparamayan zavallılara da yutkunarak izlemek düşerdi. Bir Pazar günüydü sanırım, babamın evde olmasından hatırlıyorum, macuncu yine gelmiş, sessiz gösterisini yapıyordu. Benim tüm “Anne para at” seslenişlerim sonuçsuz kalmış, macun yeme arzumsa körelmemişti. Şansımı eve çıkarak denemeye karar verdim. Ailem macun yememe şiddetle karşıydı; pis, mikroplu, sağlıksız olduğunu düşünüyorlardı, kendilerine göre haklıydılar da, ama ben çocuktum ve macunun görüntüsü inanılmaz çekiciydi. Önce annemi denedim; zaten Pazar günü telaşı içinde, çamaşır, temizlik burnundan soluyordu, geri püskürtüldüm. Gazete okuyarak radyodaki uğultulu maç yayınını dinleyen babamı gözüme kestirdim, onu ikna etmek daha kolay olurdu çoğu zaman. Para istedim, sebebini sordu, macun alacağımı duyunca o da “Hayır”ı yapıştırdı. Israr ettim, cevap değişmedi, öyle pis şeylere para vermeyeceğini söyledi. Gelgelelim macun krizim tutmuştu, yemezsem ölecektim, mızıldanmaya başladım, sabırla “Olmaz” dedi. Mızıltım tepinmeye dönüşmüştü ki yanağımda hissettiğim acıyla kendime geldim. Babam, ilk kez kıymetli, biricik kızına tokat atmıştı. Yediğim tokada mı yanayım, yiyemediğim macuna mı, ağlayarak, odaya kapandım. Gelgelelim ne yanağıma inen tokat, ne de alınmayacağı konusundaki kesin tavır macuna olan imkânsız aşkımı köreltmedi. Bugün bile limonlu sarının kokusu, naneli yeşilin ferahlığı, tarçınlı kırmızının baharı zihin mutfağımda kayıtlıdır. Hatta geçen yıl Ramazanda bir büyük alışveriş merkezinde hoşluk olsun diye açılmış nostaljik yiyecek tezgahından koca bir çubuk macun almış ve o kalabalığın içinde utanmadan, büyük bir zevkle yemiştim. Yıllar öncesinin tadını bulabildim mi, o tartışılır ama en azından çocukluk aşkımla yeniden karşılaşmanın buruk zevkini yaşamış oldum.
*Resim: İbrahim BALABAN

2 yorum:

  1. Macun yerine yenilen o şey hoşuma gitmeyen kısmı olsa da öyküye bayıldım; hani bir solukta okunan ve bittiğinde üzüldüğümüz kitaplar vardır ya, o kitaplardan birinin kısa öyküleri tadındaki bu yazı beni artık hatırlamakta zorlandığım çocukluğumun anılarına götürdü.
    Teşekkürler..
    Smsin sahibi simit Nuri değil, Melike imiş.
    Sanırım Nuri bana pek yüz vermiyor :P

    YanıtlaSil
  2. Beğendiğine sevindim canım:) Bende benzer öykülerden çok, yazarım arasıra dönersin çocukluğuna. ben o simit Nuri'ye sorarım, bulmuş gül gibi kız daha ne istiyor:))

    YanıtlaSil