Az evvel kalktım, esasen sabahın 6'sında uyanıp etrafı toparladım, çayı demlenmeye hazır hale getirdim, sonra tuğla boyutundaki kitabımı alıp tekrar yatağa girdim. Nazenin ellerim bayramda yaptığım üstünkörü temizlikten bile o kadar etkilenmişler ki fena halde uyuşuk durumdalar (Bilmeyenler için had safhada ilerlemiş Carpal Tunnel Sendromum var, kendisiyle şimdilik birbirimizi idare etmeye çalışmaktayız ama ufukta küçük çapli bir operasyon görünüyor). Uyuşuk ellerle o kalın kitabı tutmak zor olsa da sabırla 60 sayfa kadar okudum. Daha fazlasına parmaklar müsaade etmeyince kalkıp çay makinesinin düğmesine bastım ve balkona "Anlayışın doğru olsun" uçuşu yapan ve popülasyonu giderek artan kumru abonelerimi beslemeye çıktım. Evde onca nüfusu doyuracak yeterli miktarda ekmek kalmamış, çanaktaki boşluğu susam ile tamamladım, gecikmeli bayram ziyafeti oldu. Önceleri sadece Moklukuyruk ile partnerine aşevi hizmeti veriyordum, müşteri sayısı artınca restorana çevirdim işletmeyi, kalabalık biraz daha artarsa Michelin yıldızı almak için girişimlerde bulunacağım. Susamla başladım ilk icraata. Moklukuyrukgiller ve serçelere ilaveten daha iri kıyım, boynu siyah halkalı ve tüyleri beyaza yakın 2 kumru daha girdi müşteriler arasına. Ve dün öğrendim ki bunlar farklı iki türmüş.
26 Nisan 2023 Çarşamba
KUŞLAR, MEKTUPLAR, LEYLAKLAR / 26 NİSAN
Soldaki "Küçük kumru" adıyla anılıyormuş, Moklukuyruk ve şürekası bu cinsten. Sağdakine ise "Türk kumrusu" ya da "Gülen kumru" denmekte imiş. Sonradan eklenen iki toraman da bu cinsten. Böyle giderse yakında kumru üstüne yüksek lisans yapmış ornitolog da olabilirim. Şu yaşımda el kadar kuşların bana ettiğine bak, mesleklerden meslek beğen 😃
Ben kumrularla meşgulken içerden çay makinesi tekno müzik benzeri sesler çıkararak suyun kaynadığını haber verdi. Uzun süre çay demlerken memba suyu kullandık, zira Antalya'nın suyu bir evi badana edebilecek kadar kireçli. Fakat son zamlarla baş edemedik, zira çok çay içiliyor bizim evde, tekrar musluk suyuna döndük. Lakin bu kez de çaydanlığın dibinde Pamukkale travertenleriyle yarışacak bir kütle oluşuyor. O kütle belirli bir seviyeye gelince de çaydanlık tekno müzik benzeri sesler yayıyor. Sesi kesmek için en kısa zamanda limon tuzu, sirke ikilisine başvurmak lazım. Bizim evin konuşan iki eşyası var, biri tekno müzik yapan çay makinesi, ikincisi de her buz kırışında yüreğimi hoplatan buzdolabı. Daha önceleri bir de ev telefonu vardı, ahizeyi yerine her bırakışımda "Yürü git" benzeri bir ses çıkarıyordu, Allahtan arıza yaptı da azar yemekten kurtuldum 😃
Bayram öncesi Nezihe Meriç'in arkadaşı Gönül Hürkuş'a yazdığı mektupları içeren bir kitap okudum. Ben mektup okumayı pek sevmem, daha doğrusu başkasının mektuplarını okumayı sevmem, yoksa mektup yazmak, almak çok sevdiğim şeylerdir. İnsanların özel hayatına izinsiz dalmış gibi hissediyorum bu tarz mektupları okurken. Nezihe Meriç'in ölümünden sonra her iki tarafın kızlarınca düzenlenip yayınlanmış mektuplar. Hatta Nezihe Meriç'in kızının bir çekincesi de olmuş "Acaba annem yayınlansın ister miydi?" diye. Sonra şöyle düşünmüş, yazar eşi Salim Şengil'e yazdığı mektupların yok edilmesini ve asla yayınlanmamasını istemiş ama bu mektuplarla ilgili bir arzusu olmadığı için sakınca görülmemiş. Yazarı bilemem ama ben istemezdim doğrusu özel hayatıma ait mektupların, günlüklerin yayınlanmasını, ha kişi kendisi yayınlar o başka. Leyla Erbil-Ahmet Arif mektuplarını da bu yüzden okuyamamıştım. Mektuplar bir yazardan ziyade evin bütün yükünü üstlenmiş, eşinin ilk karısından olma çocuklarına da bakan, zaman zaman Salim Amca'nın sorumsuz girişimleri yüzünden maddi sıkıntı çeken, çocukların ve kendinin giyimi için dikiş diken, temizliğini kendi yapan, her sabah kalkıp kömür sobasını ateşleyen, birlikte yaşadığı otoriter yaşlı annesiyle çekişen, sürekli yorgun bir ev kadını tarafından yazılmış gibi. Üstüste yaptığı düşükler zaman zaman sağlığını bozsa da çalışmaktan yılmayan bu kadının çektiği cefaya üzülmedim desem yalan olur. Ayrıca bir edebiyatçı olarak yanlış kullandığı kelimelere de şaştım kaldım; "dua" yerine "duva" diyor mesela, "inşallah" yerine "işallah". Tüm mektuplarda bu şekilde kullanıldığına göre günlük kullanımda da bu yanlış benimsenmiş sanırım.
Mektuplaşmak ne kadar güzel bir eylemdi gençliğimizde, o kadar severdim ki, arkadaşlarıma sayfalar dolusu yazar, onlardan sayfalar dolusu alırdım. Hâlâ bu sevgimi zaman zaman uzun mailler yazarak tatmin ediyorum ama kağıdın yerini tutmuyor ekran. Çocukluğumda annem ne zaman çeyiz sandığını açsa dibinde biterdim. Ahşabın gizemli kokusu, sandık muhteviyatının bilinmezliği Ali Baba ve Kırk Haramiler'in hazine odasına girmişim gibi bir duygu uyandırırdı bende. En üstte kalın kartondan, pembe bir kutu dururdu. Kapağına leblebi yiyen bir genç kadın resmedilmişti. Muhtemel ki Çorum'dan hediye gelmiş bir leblebi kutusuydu, zamanına ve içerdiği objeye göre şık bir şeydi esasen. İçi silme mektup doluydu. "Kimden?" diye soramasam da anneme, zarfın üstündeki babamın sağa yatık, güzelim yazısını tanır ve içeriğini müthiş merak ederdim. Dillendiremediğim en büyük arzularımdan biri o mektupları okumaktı bugünkü hissiyatımın aksine ama ne istemeye cesaret edebildim, ne de annem o yönde bir girişimde bulundu. Birkaç yıl sonra da hem kutu, hem mektuplar gaipler alemine postalanmıştı. Bana leblebili pembe kutunun anısı kaldı.
Mektupları kartları bir yana attığımız, yazsak postalasak da PTT yüzünden yerine ulaştıramadığımız bu devirde mesajlarla, yorumlarla, telefonlarla anlatıyoruz meramımızı. Bir gün gelecek, bunlar da kalkacak, herkes birbirinin düşüncesi okuyacak (mı) belki. Aman öyle bir şey olmasın, korkunç olur 😃
Sizlere bulutlu, yağdı yağacak bir Antalya gününden kızkardeşin yolladığı bir Ankara leylağıyla veda edeyim. Sağolsun dostlar bana yağmur gibi leylak fotoğrafı yolluyorlar, minnettarım kendilerine...
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Mektuplar benim de öyle hoşuma gidiyor ki, hiç bilmediğim hayali insanlara yine hayalimde yaşayan başka insanların ağzından mektuplar yazıyorum :)
YanıtlaSilVe yazım yanlışını duyduğum an "Eyvah," dedim, "Nezihe de mi?!!" :)))
Senin mektupların harika oluyor, arada bana da yaz diyeceğim de PTT hiçbir şeyi yerine ulaştırmıyor :)) Kendi isteğiyle yayınlarsa güzel, bir sıkıntı duymadan okuyorum da böyle kızı, oğlu, yayıncısı arkasından yayınlayınca az kapıyı çalmadan yatak odasına girmiş gibi bir duygu uyanıyor. Yazım yanlışlarını aşağıda Ekmekçimin de dediği gibi günlük kullanımın yazıya yansıması olarak düşünüp Nezim'i bağrımıza basalım yine de...
SilYazım yanlışları hakkında şu aklıma geldi; bunlar özel mektup, konuşma dilinde böyle yazılıyor diye düşünmüş ve o şekilde kullanmıştır. Olamaz mı, mesela? ;)
YanıtlaSilAçıkcası ben de öyle düşündüm, biz de şimdi samimi arkadaşlara işalla falan yazıyoruz da bence "dua"yı, "duva" olarak biliyor. Belki eski kadın, Arapça sözcüklerden kaynaklı falan bir yanlış kullanım olabilir. Zaten kitabın başında yazım yanlışlarını özellikle değiştirmedik diye belirtmişler. Yalnız kadıncağız hakikaten perişan olmuş yav, yine o kadar kitabı iyi yazabilmiş fırsat bulup da...
SilÇok geçmiş olsun diyeceğim ama bazı hastalıklar da belli bir yaş sonrası nüfus kağıdına yazılıyor. Benimde geçmeyen sırt mide ağrılarım var. Artık geçeceğine umudum yok , dönem dönem coşuyor. Dört gözle emekli olayım şöyle rahat rahat istediğim saate kadar uyuyayım diyorum ama bakıyorum etrafıma yaş ilerledikçe uyku da yok. Bilmiyorum ne olacak.
YanıtlaSilSağol Buketcim, bu CTS bende uzun yıllardır var, 30'lu yaşlarımın sonunda başladı, bir nevi öğretmen hastalığı, ayrıca eli aşırı kullanmak ve bünyesel etkiler de sebep oluyor. O uyuşmalar yüzünden bir çok hobimden vazgeçtin. Ne dikiş, ne örgü ne de elle yapılan bir ince iş kaldı. Kırk yılda bir yapılan temizlik ve ince işli bir yemek bile canıma okuyor. Yaş ilerledikçe uyku da gidiyor haklısın, ne bileyim pek hoş bişi değil yaşlanmak ama el mahkum :)) Ne diyelim ömrümüz ne kadarsa sağlıklı olsun...
Silmektup yazmak, içini dökmek, mektup almak, kezlerce okumak...ne muhteşem bir duygudur ve ne uzun zamandır unuttuk. ama dediğiniz gibi öğretmenim şimdi yazsak da ptt de unuttu mektup gönderilmesini bence, yerine ulaşmaz yazık ki :(
YanıtlaSilKartları bile ulaştıramadık Şulecim, kaldı ki mektup. Ha taahhütlü atılırsa mecburen ulaştırıyorlar ama maalesef o da kargo parasına denk geliyor neredeyse. Yazmayın diyor kısacası :)))
SilSon 20 yılda birileri P.T.T'yi de kendilerine benzettiler ki şimdi önünden her geçişimde, geçmişteki kalabalıkları özlüyorum. Zarf, kağıt ama özellikle renkli olanlar ve kartpostal satıcıları, mektup ya da kart atma telaşındaki -çarşı iznine çıkmış- askerler ve bilcümle insanımızdan azade, geçmişine özlem duyan ıssız, cansız bir bina artık; yeni kuşaklar içinse bizdeki hikayelere uzak son derece anlamsız ve görülmeyen, hafızalarda yer teşkil etmeyen, kayıt verilmiş telefon sırası beklenmeyen bir garip bina işte :(
YanıtlaSilPTT artık teknik becerisi olmayan insanların fatura yatırma yeri oldu, bir de kargo işinde iyi sayılır, hem ucuz, hem de pek sıkıntı yaşamadım. Onun dışında asıl işlevi maalesef kalmadı. Bu yılbaşı attığım 15 karttan biri ertesi gün, biri 2, biri de 3 ay sonra ulaştı. Gerisi kara delikte kayboldu :)))
SilBaşkasına ait mektupları okumak bana da etik gelmiyor. O tip kitaplara elim pek gitmez. Yalnız Van Gogh'un kardeşi Theo'ya mektuplarını ve Semiha Berksoy ile Fikret Mualla'nın yazışmalarını okumuştum:) Şimdi düşündüm de ressamlar söz konusu olunca etik dinlememişim sanırım:)
YanıtlaSilSezercim niyeyse yorumun spama düşmüş, ancak gördüm. Bazen bir posta gelen yorum spam olarak işaretlenince o yorumdaki herkesi spam sanıyor blogspot :)) Neyse yakaladım bir şekildi. Ressamlar resmini yapsın, özel şeyler paylaşmayıversin di mi :))) okuruz biz...
SilSpam mi? :( Üzüldüm şimdi. Nasıl düzeltirim onu da bilmiyorum. Biraz inceleyeyim konuyu.
SilSenle ilgisi yok Sezercim, ben düzelttim. Arada bir spama girip bakıyorum orada buldum, spam değil işaretledim, artık normal olarak gelir. Üzülme sen, ben seni her yerde bulurum :)))
SilMektup almaya, yollamaya bayılırdım eskiden. Rahmetlik anneannemle mektuplaşırdık ben ortaokuldayken, ne güzeldi ah o günler... Bir kutunun içinde saklardım onları ama kayboldu o kutu, taşınırken mi oldu ne oldu hiç anlamadım. Çok üzülürüm aklıma geldikçe.
YanıtlaSilÖlen bir kişinin mektuplarının yayınlanmasına ben de çok üzülüyorum. Özellikle yayınlansın demediği sürece, kötü bir his gerçekten de... Ama okuyorum o ayrı mesele :)))
Ah sorma Şebocum, ne zevki mektup almak, yollamak. Şimdi nerdeee, kartlar bile ulaşmıyor yerine, PTT hantallaştı iyice, mail atın uğraştırmayın demeye getiriyor :))
SilÖlen kişiden izinsiz yayınlanmışsa ve özellikle de aşk mektuplarıyla çok özeline girmişim gibi geliyor, okumuyorum pek...