.

.
.

23 Mayıs 2022 Pazartesi

HAFTA SONU / 23 MAYIS

Ahmed Arif "Karanfil Sokağı" şiirinde "Gecekondularda hava bulanık puslu/Altındağ gökleri kümülüslü" der. Bugün sabahtan beri değişen havayı görüp, bir de telefonuma "Ankara'da saat 13.00'de yağmur bekleniyor" diye mesaj gelince bu şiir geldi aklıma. Gerçi yağmur bulutuna "Nimbus" deniyor. Bunu daha okuma yazmayı bilmeden Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan "Prof. Nimbus" çizgi bandından öğrenmiştim. Babam her akşam katlayıp ceket cebine soktuğu Cumhuriyet gazetesi ile gelirdi eve, o yılların Cumhuriyet'i dolu dolu, her yaşı tatmin edecek bir gazete idi. Ben Nimbus'un hastasıydım. Babamın dizine oturur, "Anlat" derdim. Okumayı öğrenene kadar aramızda akşam ritueliydi bu. Nimbusun yağmur bulutu olduğunu, Profesörün kel kafasından çıkan saç mı, anten mi olduğu belli olmayan, baston benzeri kıvrımlı şeyin yağmur öncesi titreştiğini ve Prof. Nimbus'un o yüzden hayli yüksek bir fötr şapka giydiğini babam açıklamıştı. 


Görsel: Buradan

Prof. Nimbus nereden aklıma geldiyse, oysa yapmak istediğim havanın bulanık ve yağmur ihtimalli olduğunu yazmaktı. İnsan hafızası kaygan bir şey, hop burada, hop şurada 😃

Dışarıya çıkmak istediğim her gün hava bana nisbet yapar gibi bozuyor, bakalım, eğer ilerleyen saatlerde gönlüme göre olursa Kurtuluş Parkı'na bir merhaba derim.

Dün blogumun bana hediyelerinden olan genç arkadaş grubumun en kıdemlilerinden, çok sevgili Bilgeveannesi ile buluştuk (Bilge yoktu, annesi vardı 😃). Buluşma yerini belirlerken hafta sonu Kızılay ve Tunalı kalabalığını düşünerek ikimize de yakın sayılan bir semt pastanesini önerdim. Terasında otururuz rahatça diye. 3. nesil cafeler bana hiç hitap etmiyor, gürültülü müzik, ya çok konuşan ya da ders çalışıyoruz diye bizim konuşmamızı engellemeye çalışan bir genç grubu içinde kaybolup gidiyoruz. Pastane kültürü yok olmak üzere, koca şehrin merkezinde pastane kalmadı zaten, güzelim Flamingo bile dönerci olduktan sonra. Neyse işte sözleştiğimiz saatte yola düştüm. Sanırım Esat ve Kavaklıdere Ankara'nın hala direnen semtlerinden, çirkin binalara geçiş yapmamış. hala bahçeli ve yeşillikler arasında apartmanlar. Her biri ayrı mimaride ama bir araya gelince sakil görünmeyen, balkonları ferforje, bahçe kapıları sarmaşık güllerle çevrili, kocaman çınarların, at kestanelerinin gölgesinde, iğde ağaçlarının, leylakların kokusuyla tütsülenmiş binaları keyifle seyrederek yürüdüm, hafiften yoran yokuşa bile aldırmadım. Gelgelelim sözkonusu pastaneye ulaştığımda terasta ne bir koltuk, ne bir masa vardı. Bomboş. Üzüntü ve muz kabuğu 😕 Çocukken "Pepe'nin Balonu"nu seyreden ya da çocuklarına seyrettirenlerdenseniz bu kalıbı hatırlayacaksınız 😀 "Ne yapsak?" diye düşünürken Bilge'nin annesi göründü, dedim vaziyet böyle. Biraz daha ileride bir semt pastanesi daha geldi aklıma. Hiç oturmadım ama yolüstü geçerken görürüm, ağaçların arasına gizlenmiş bir mahalle pastanesi, "haydi oraya gidelim" dedim ve yolu uzatmak pahasına açtık adımları. Zaten sohbet ederken nasıl geldiğimizi anlamadık. Baktık bahçede boş masalar var, seçtik birini. Pastanenin yaş ortalaması 80 civarında idi, birtakım teyzeler ve amcalar sanırım sabahtan gelmişler, akşama kadar oturmak niyetinde idiler. Muhtemelen komşu apartmanların müdavim teyzeleri bunlar. Ne güzel, böylece sosyalleşiyorlar. Biz de hemen kahveleri söyledik, lale kabartmalı, pek zarif fincanlarda köpüklü kahvelerimiz geldi. Pardon önce porsiyonluk sular, sonra kahveler ve sonra kahve başına birer çikolatin uzun yıllardır burada çalıştıkları belli, orta yaş civarında, samimi garsonlar tarafından aralıklarla getirildi. Doğrusu kahveler güzeldi, sonradan içtiğimiz çaylar da, ufak bir tabakta istediğimiz tuzlu kuru pastalar da çok taze ve lezzetli idi. "Kahve veri gut, çay veri gut, var biz gelmek yine buraya" diyerek yiyip içtik ama daha çok sohbet ettik 😃



İğde dalını kaldırımdaki bir ağaçtan göz hakkı diyerek kopardım. Bu Ankara beni gidene kadar hırsız yapacak. Tek bir çiçek açmış ama kokusu mis gibiydi. Antalya'da hasret kaldığım ağaçlardan biri de iğde.

Sohbete doyamadık ama zaman geçiverdi. Yeniden buluşmak dileğiyle ayrıldık. Eve dönünce sabah başlayıp yarım bıraktığım Mubi filmini izledim: "Tunus'da Bir Divan". Çok güzel bir Tunus filmi idi. Yaşadığı Fransa'dan psikanaliz üzerine çalışmak için dönem Tunuslu bir genç kadının yaşadıklarını konu alıyordu, keyifle izledim. 


Mubi aboneliğiniz varsa kaçırmayın der, iyi haftalar dileklerimle giderim...

5 yorum:

  1. hava durumu iyi bir tahmin yapmış, az önce nimbüs bilkent civarından geçti nitekim :) ben de ayarlayabilsem arayacaktım sizi ama kısmet olmadı. aklımdasınız öğretmenim :)

    YanıtlaSil
  2. Babayla ne güzel bir anı, ne hoş bir ritüel. Annelerle ne yazık ki olumlu olumsuz tüm gün muhatap olurken farkına varılmıyor da babalarla yapılan sohbetler akıllarda kalıyor:) Benim de babamla böyle sohbetlerim çoktu, bu konuda işin kaymağını babalar yiyor sanırım:)
    Filmi hemen not aldım. Sevgiler Nurşen Hocam...

    YanıtlaSil
  3. Profesör Nimbus'e bayılırdım ben de hiç kaçırmadan okurdum o bantları. Ne kadar şanslı çocuklarmışız. :))
    Buluşmanıza kendim oradaymış gibi sevindim, darısı bizimkilerin başına. :)
    Film adrese teslim edildi, paketi açmadım, sürprizi kaçmasın içün, yarın tören düzenliyciim. :))

    YanıtlaSil
  4. Prof. Nimbus bana Porof. Zihni Sinir'i anımsattı nedense, belki unvan benzerliğinden. :)
    3. nesil kafeler için söylediklerinize yürekten katılıyorum. "Bu Ankara beni gidene kadar hırsız yapacak." kısmında ise çok güldüm. Keşke her hırsız çiçek çalsa. :)

    YanıtlaSil
  5. Ben de çok üzülüyorum şu ''oturacak yer bulamama '' mevzusuna..Güzelim ülkede şçyle ağız tadıyla hava alınacak, çay içilecek mekan kalmadı. Neyse ki siz bulmuşsunuz bir yer.

    YanıtlaSil