.

.
.

5 Eylül 2016 Pazartesi

ESKİŞEHRİN YENİSİ 2

Eveet, nerede kalmıştık? Seramik Parkı'ndan dönmüş ve acıkmıştık galiba. Vakit yitirmemek için Odunpazarı'nda yiyelim diye düşündük ve karşımıza çıkan ilk mekana girdik, çok iyi etmişiz, arasak bundan alasını bulamazdık. 


"Arzu'nun Yeri" minnak, şirin bir dükkan. Yemekleri mahallenin teyzeleri, garsonluğu ise sempatik bir genç kız yapıyor. İşletmenin sahibi Arzu Hanım yoktu, kendisini göremedik ama eğer okursa bu yazı aracılığıyla kendisini kutluyorum. Biz çok memnun kaldık her şeyden. 




Lokantadan ziyade ev havası verilmiş mekanda cam kenarı bir masaya kuruluyor ve "toyga çorbası" ile başlıyoruz, en sevdiğim çorbadır ve hakkını vererek pişirilmiş, çok lezzetli. Bir üstteki fotoğrafta görülen küçük kağıtlar dilek ağacı değil, burada yemek yiyenlerin teşekkür notları, ayrılırken biz de bir tane ekliyoruz.



Çorbadan sonra kızkardeşle bir tabak mercimekli mantı ve etli yaprak sarmasını paylaşıyoruz. İkisi de şahane, yemekleri getiren kıza kimin yaptığını soruyorum, "Teyzeler" diye cevap veriyor. Yaprak sarmanın minnaklığından ve inceliğinden belli zaten teyze elinden çıktığı :) Çaylarımızı da içtikten sonra makul bir hesap ödüyor ve çok memnun kalarak ayrılıyoruz. Eskişehir'e yolu düşecekler için tavsiyemdir, Odunpazarı'nın girişinde, ana cadde üstünde "Arzu'nun Yeri", aramadan bulursunuz zaten.

Şimdi istikametimiz "Sazova Bilim ve Kültür Parkı". Ankara'daki temalı parkların birbirinin aynılığından bezmiş biri olarak neyle karşılaşacağım konusunda biraz tereddütteyim. Otobüse Seramik Parkı'ndan döndüğümüz dolmuşun sürücüsünün tarifiyle Balmumu Heykel Müzesi'nin tam karşısındaki duraktan biniyoruz. 11 numaralı otobüs, aklınızda bulunsun. Fazla uzun sürmeyen bir yolculuktan sonra şoförümüz "haydi bakalım Sazova yolcuları, işte park burası, iyice eğlenin" diyerek indiriyor bizi. 


İki yanı gelişmiş kavak ağaçlarıyla gölgelenmiş bir yoldan parkın içine doğru ilerliyoruz, uzaktan Masal Şatosu görünüyor, çocuk olsaydım mutluluktan kanatlanmıştım, orası kesin.


Yol boyu hediyelik eşya standları sıralanmış, "gittiğin yerden bir şey almadan dönme" felsefemize uygun olarak birer çini yüzük alıyoruz kızkardeşle ve parka dalıyoruz. Solda minyatür trenin istasyonu var, vaktimiz bol olsa binerdik Gençlik Parkı'ndaki "Mehmetçik" trenini anarak ama sadece dantel gibi işlenmiş istasyonun fotoğrafını çekmekle yetiniyoruz. 


Yeşillikler arasından "Korsan Gemisi"ne doğru ilerliyoruz. Giriş ücretli, öğrenci 1, tam 2 lira, hazır bulmuşken görelim, korsan gemisi nasılmış diye bilet alıp giriyoruz, bu öğleden sonra yaşımızda tenzilat yaptık, çocuk olmak serbest.




Geminin dışını, içini, kapatan köşkünü, kaptanın papağanını, haritalarını, hangardaki halatlar arasında unutulmuş tutsağın iskeletini ve toplanmış ganimetleri görüp ayrılıyoruz gemiden. "Jack Sparrow" Johnny Deep'i arayan gözlerimiz hayal kırıklığına uğruyor. Umut tükenmedi ama hedef "Masal Şatosu", belki karşımıza bir beyaz atlı prens çıkar :)


Masal Şatosu'nun kuleleri birkaç ünlü kuleye benzetilerek yapılmış, en uzun olanı Galata Kulesi'ne benzetilmiş görüldüğü üzere. En önde, sağdaki de Kız Kulesi'ne. Diğerlerinde ise Antalya Yivli Minare'den, İstanbul Borusan binasından, Mardin, Diyarbakır ve Amasya'daki kuleler ve minarelerden esinlenilmiş. 

Masal Şatosu'na giriş ücretsiz ancak belirli saatlerde ücret karşılığı çocuklar için rehberli turlar var. Lakin şatonun dışındaki görkem içeride biraz hayal kırıklığı yaratıyor. Zaten üst katlar tadilat nedeniyle kapatılmış. Biz "acaba sadece ücretli turlarda mı açılıyor?" diye fesatlık ettik ne yalan söyleyeyim. 



Fareli Köyün Kavalcısı fresklerinin karşısında Kırmızı Başlıklı Kız kahramanlarının maketleri vardı, kafamızı sokup fotoğraf çektirdik ama boyumuza göre kısa kaldıkları için Quasimodo gibi çıkmışız :)


Ve işte prensi bulduk ama "üstü kalsın" dedik :) Zavallıcık uygun ayakkabının sığacağı ayağı bulana kadar hem kendisi yaşlanmış, hem de Sindirella karta kaçmış. Araba da kabağa dönmeden gidelim bari dedik.


Bu da bir masalın canlandırıldığı kukla tiyatrosu olsa gerek ama o an işlevsiz olduğu için hangi masal bilemedik. 


Bu arkadaş da benim ruh ikizim olma konusunda epey iddialıydı, zaten omuzuna yaslanıp poz vererek dostluğumuzu ebedileştirdim. 

Şatonun gezilecek bölümleri tadilat nedeniyle kısıtlı olunca çok fazla dolaşamadık, hediyelik eşya mağazasına uğradık ama ilginç bir şey bulamadık, birer kart alıp ayrıldık. Türkiye hediyelik eşya konusunda çok kısır, yaratıcı bir şey bulabilmek çok az mümkün oluyor. Oysa neler yapılabilirdi. 

Yorulduğumuzu farkedince kahve içmek üzere "Kocatepe Kahve Evi"ne yöneldik, torpah çekti, memleketimizin kahvecisine gidelim dedik ve şu manzaraya karşı terasa kurulduk.



Bu Charlie'yi her gittiğim yere götürüyorum ama mutlu edemiyorum. Sazova'yı gezdirdim, kahve-pasta ısmarladım ama yine suratı asık gördüğünüz gibi. 


Masal Şatosu'na karşı kahvemizi yudumladıktan sonra parkın kalan bölümlerini gezmek üzere kalktık kahve evinden. 



Yolda kuğulur eşlik etti yürüyüşümüze, "sizin Kuğulu Parkınız varsa bizim de Sazovamız var, hem bizimki çok büyük" demek istediler yanılmıyorsam.

Parkın daha gezilecek çok bölümü vardı, Bilim Müzesi, Uzay Evi, Akvaryum gibi ama biz hem zaman darlığından, hem de ilgimizi çekmediğinden buraları es geçip son olarak Türkî Cumhuriyetlerde yer alan ünlü binaların maketlerinin olduğu alanı ziyaret ettik. Eskişehir Türk Dünyası Kültür Başkenti olarak kabul edilmekte imiş. 


Maketler aslına çok uygun ve ince bir işçilikle yapılmış, birkaç örnek aşağıda. Girişte yine sembolik bir ücret ödeniyor.




 


Sazova Parkı'ndan geldiğimiz gibi 11 numaralı otobüse binerek ayrıldık ve son durak olan Odunpazarı'nda indik. Tren vaktine kadar zamanımızı değerlendirmek için Odunpazarı sokaklarında dolaşmaya karar verdik. Karşımıza bu arkadaş çıktı:


"Kolay gelsin" diyerek "Kurşunlu Külliyesi"ne doğru ilerledik. Kanuni devrinde veziri Çoban Mustafa Paşa tarafından yaptırılmış. Cami, medrese, kervansaraydan oluşan komplekste şimdi bunlara ilaveten Mevlevihane Kütüphanesi, Lületaşı Müzesi ve hediyelik eşya mağazaları da mevcut. Lületaşı Müzesi'ne şöyle bir göz attık, hediyelik eşya mağazasından gerçek ceviz yaprağı üzerine ebru desenleri işlenmiş birer kitap ayracı alarak ayrıldık.



Son kalan dakikalarımızı sokakları keşfederek geçirdik:






Tren saati çok yaklaşmıştı, tarihi bir çeşmeye "yine görüşmek üzere" selamı vererek bizi Gar'a götürecek taksiye bindik.


Güneş arkamızda batarken tren hızla Ankara'ya yaklaşıyordu. Seni sevdik Eskişehir, bir dahaki yaza yine görüşelim.



3 yorum:

  1. Bütün fotoğrafları çok beğendim. Masal şatosunu ve mercimekli mantıyı da merak ettim. Hep seyahatle kalın :)

    YanıtlaSil
  2. Ben de yüzüğü merak ettim çok:)

    YanıtlaSil
  3. Bloğumda ödüllü blog keşif etkinliği var ayrıca bir de çekiliş var beklerim sevgiler :)

    YanıtlaSil