.

.
.

17 Haziran 2014 Salı

BİR BEBEK ÖYKÜSÜ


Sabah evi toparlarken futbol kartları geçti elime, yiğenim kendinde olmayanları seçip olanları bize hediye etmişti geçen gün. Evin erkek nüfusu da dahil pek fazla maç izlemeyen ve Fenerbahçe taraftarı olmaktan öte futbolla ilgisi olmayan ailemize yakışır bir hediye, gülümseyip bıraktım yerine. Dünya Kupası'nın da etkisiyle ilkokul çağı çocuklarında futbol kartları oyuncakların yerini almış durumda bu sıralar. Biz artist resmi biriktirirdik onların yaşındayken, sakızdan çıkardı, elini çenesine dayamış, yanağı benli, saçı karavel Belgin Doruk ile ince bıyıklı Ayhan Işık kartları çiğ renklerine rağmen elden ele gezerdi. Ben her şeyi biriktirirdim zaten-hala da biriktiririm-artist resmi, pul, kartpostal, mektup, davetiye. Peçeteler henüz çeşitlenmemişti benim çocukluğumda, onları kızkardeş biriktirdi. Bir gün sokakta oynarken atılmış bir rulo sinema filmi bulmuş alıp dolabımın en nadide yerine saklamıştım. Delikli kenarından tutarak ışığa doğru kaldırır ve hayalimde o filmi oynatırdım. Bir de kıpkırmızı TV şeklinde kalemtraşım vardı, komşumuzun İngiltere'ye giden oğlu hediye getirmişti 6 tane bebek kartpostalı ile birlikte. TV'nin iki boyutlu plastik ekranını oynattıkça Tom ve Jerry birbirini kovalardı. İşlevinin dışında bir kullanımla bebek evimin en nadide eşyası olmuştu o kalemtraş. Daha evimizde TV yoktu, bırak evi Türkiye'de yayın başlamamıştı ama benim bebeklerimin TV'si vardı işte, hem de kırmızı. 

Çocukluğum boyunca, hatta ortaokulun ilk yıllarında bile bebeklerle oynamaktan büyük keyif aldım. Bir sürü parmak boyutunda, kel, plastik bebeğim vardı. Yaşdaşlarım hatırlayacaklardır, boyayla kırmızı don çizilmiş, pembe-beyaz, kol ve bacakları oynayan minnak bebeklerdi bunlar. Hiç üşenmeden elbiseler diker, makara ipinden saçlar yapıştırır, evler kurar, saatlerce oynardım. En gözde evim babamın yatılı lise yıllarından kalma ceviz bir kutuydu. Muhtemelen traş kutusuydu, sonra benim bebeklere ev oldu, son görevi ise ayakkabı boyalarını muhafaza etmekti, o görevden emekliye ayrıldı. İçindeki bölmeler oda, salon, mutfak işlevi görür, aslında eşya olmayan ama benim gözüme eşya olarak görünen ıvır zıvırla dekore edilirdi. Bebeklerimi çok seviyordum ama  gönlüm saçlı bir bebekten yanaydı. Gel gör ki daha Fatoş bebekleri bile sahne almamıştı Türkiye'de, Barbie'leri ise ancak yabancı moda kataloglarında görüyorduk. İlkokula başlamadan bir umut ışığı yanmıştı aslında, dayım görev icabı Finlandiya'ya gitmiş, ben de ondan bebek getirmesini istemiştim. Gelene kadar hayal kurmuş, mahalle arkadaşlarıma da "dayım Fillandiya'dan saçlı bebek getirecek yeaaa" diye hava atıp bana iyi davrananlara bebeğimi elinde baktırma sözü vermiştim. Havamı aldım tabii, dayım Fil(!)landiya'dan değil bebek oyuncak fil bile getirmedi, robadan büzgülü organza bir elbiseyle bir dizi boncuk ise kırılan hayallerimi onarmaya yetmedi doğal olarak.

Dayım hatasını birkaç yıl sonra tamir edip gittiği İtalya'dan esmer güzeli bir bebekle döndü. Mutluluktan delirmiştim. Ambalajı hala aklımda, pembe üzerine beyaz kalpler olan karton bir kutunun içinde parlak, simsiyah saçlı, uzun kirpikleri mavi gözlerini gölgeleyen, nokta ağızlı, kırmızı yanaklı, çizgili tshirtli bir afet. Kutunun üstündeki İtalyanca yazıyı anlamını bilmeden ezberime almıştım, bugün bile aklımda kaldığınca tekrar edebilirim: "Bambola per tutti, bambina del mon". Bebek o kadar küçük dayımın nişanlısının annesine benziyordu ki annem adını "Hadiyanım" koydu. İsim hiç içime sinmedi tabii ki, şimdi unuttuğum bir sürü farklı isimle hitabettim ona ama tuhaftır tek Hadiyanım kaldı hatırımda. 

Hadiyanıma ilk anda duyulan coşku yavaş yavaş küllendi, ben yine minnak evlatçıklarıma ve "kesme bebek" dediğim kağıttan giysili karton bebeklerime döndüm. Hadiyanım aksesuar olarak bir süre vitrin üstünde durduktan sonra küçük kardeşimin mülkiyetine geçti, parlak siyah saçları tarazlandı, kirpikleri döküldü, yanakları soldu, ölümü de onun elinden oldu, oyuncak bebekler cennetine yolcu ettik :)

Sabah sabah nerden bu konuya geldiysem, ülke gündeminden öyle bunaldım ki kendimi çocukluk anılarıyla avutmaya başladım galiba. Eh siz de seviyorsunuz zaten anı okumayı, bu da burada dursun bakalım. Kalın sağlıcakla...

Not: Fotoğrafta minnak bebeğimle minnak halimi görmektesiniz :)

7 yorum:

  1. ne kadar harika bir yazı olmuş.. okuyunca bu tip şeyler okumayı ne çok özlediğimi fark ettim..
    Kağıt bebeklere ben de bayılırdım..
    bebekle oynamaya da...
    hatta ben değil ortaokulun ilk yılları üniversiteye kadar oynadım bebklerle.. lisede bile..
    o derece!!
    barbilere lisede yetiştim..
    barbieye ulaşamazdık çok pahalıydı ama Fatoş çakma barbie çıkartmıştı annem de para biriktirip almıştı bana
    delirmiştim..
    şimdi evde defnenin içi tıklım tıklım dolan hatta taşan babie sepetine baktıkça hala içim burkulur..
    peeeh
    kağıt bebeklerimi de saklamıştım, defne biraz baktı ama çok ilgisini çekmedi haliyle..
    çocuk olmak çok güzeldi ne çok özlemişim

    benim almanyadan daymın getirdi saçlı bebğim Leyla idi..
    biraz daha büyüynce Yasemin gelmişti..
    yasemin hala duruyor annemde
    defne oynuyor...

    ayyyy çok özlemişim
    şimdi ağlayacağım...

    YanıtlaSil
  2. Ben de senin gibi biriktiricilerdenim. İlkokula başladığım sene babamın Amerika'dan getirdiği palyaço kalemtraşımı hâlâ saklarım. Oynattıkça gözünü açıp kapatıyor.Bıçağı yok artık ama ne gam..Çocuk Ece ve babası, onun içinde saklı.

    Hatırladığım ilk bebeğim bezdendi, içi talaş doldurulmuştu. Eskidiğinde, dikiş aralarından talaşlar dökülmeye başlamış, babaannem yenisini dikmişti. O kâğıt bebekler benim çocukluğuma da damgasını vurmuştur.

    Her aklına geldiğinde çocukluğunu da yaz Leylâkçım, çıkalım gündemden, içimiz huzurlansın.
    Öperim

    YanıtlaSil
  3. Çocuk olmak ne tuhaf bir şey. O iki boyutlu zamazingoları neye monte etseler benim için dünyanın en ileri teknoloji eşyası oluverir ve hiçbir şey gözümde ondan daha kıymetli olamazdı. Bir gün, bir dükkanın vitrininde görmüştüm galiba, National Geographic'İn kapağına holografik bir Mısır tanrısı heykeli koymuşlar. Sağdan soldan bakınca üç boyutllu gözüküyordu. İşte o gün dibim düştü. İki boyutlular tahtlarından devrildi. Ama zaten seksenlere filan gelmiştik yanılmıyorsam.
    Futbolcu kartlarını da yeğenim istemeden önce aklıma gelmişti bu devirde kesin satılmaz diye. Al internetten istediğin futbolcuyu flash belleğe yükle, ozalitçide kartona bastır. Ama öyle olmuyormuş. Öyle birşey teklif etsem bizim yeğene, fena halde gözden düşerim. "Kendin yap"ın da suyunu çıkarmamalı bazen :D

    YanıtlaSil
  4. Bu resimde küçücük bir kızsın ama o kadar bilge bakıyorsun ki. Sanki yaşamın sırrını çözmüş gibi.
    Bende orta okulda bebek oynardım. Hatta orta sonda.:)) Biraz abartmışım.

    YanıtlaSil
  5. Benim 2 adet alçı yüzlü,başı takkeli ,bebe tulumlu imal edilmiş bebeğim vardı. İlki ,annemin 9 aylıken kaybettikleri birinci kızları Nuran Ablamızın adını verdiğim bebekti.Benden 8yıl sonra doğan kardeşim Cananın getirdiği söylenen aynı model taş bebeğe Handan adını vermiştim.
    Hafiye merakım o zamandan kalmış.
    Bir süre sonra anneme
    -Anne ,dikkat ettin mi?Handan geleli Nuranın hiç yüzü gülmüyor diyerek hiç kıskanmadığımı ! veciz bir şekilde ifade etmişim.
    Bir de ben 5,sınıftayken fotoğrafçı olan babama ,Almanyadan getirdiği kocaman ,yürüyen ve konuşan bebekle bir baba -kız geldi. Fotoğraf çektirdiler. Bebeğin omzuna bastırınca sırayla bir sağ bir sol adım atarak yürüyor,almanca konuşuyordu.
    Babam bebekle benim de resmimi çekti. Bebeğin yanında sönük kaldığım o kare de albümümdedir. Bulsam da paylaşsam :)
    Meğer ne ciğer yanıklarım varmış beee

    YanıtlaSil
  6. Hem de nasıl seviyorum senin bu anılarını okumayı:))
    Benim de Fransa'dan halamın getirdiği bir bebeğim vardı, pembe elbiseli, kızıl uzun saçlı ve uzun kirpikleriyle gözlerini açıp kapatan. Yıllarca onu saklamıştım yepyeni dururdu odamda ama onun da ölümü evimize giren hırsız tarafından oldu kollarını ve bacaklarını kırıp içinde para aramış, hain hırsız...

    YanıtlaSil